Üniversitede Rusça dersleri aldığımızda rahmetli Şefika Ortaylı’nın öğrettiği bir Rus atasözü hala ezberimdedir: “Tatlı bir yalan yerine acı bir gerçek” (лучше горькая правда, чем сладкая ложь.) Kabaca bizim “Dost acı söyler” sözümüzün Rus kültüründeki yansıması. İnsan karşısındakine acı gerçeği söyleyerek üzülmesine sebep olur ama gerçekte iyilik eder.
Putin şunu bilmeli ki, bunca yıllık devlet adamlığı, ülke yönetimi, uluslararası ilişkiler cambazlığı gelip, bir tiyatrocunun sahne sanatları becerisinde, duvara tosladı. Acı gerçek bu... Savunma Bakanı Yardımcısı’nı azlederek, kendisinin ve (Rusların bayıldığı deyimle) Rusya Anne’nin başına açtığı belayı defedemeyecek. Değil mi ki, 21’inci yüzyılda komşu ülkeyi işgal ederek, sivil halkın oturduğu apartman sitelerini, çocukların eğitim gördüğü spor salonlarını, fabrikaları, tarlaları, tahıl depolarını, limanları bombaladı, Donbass’taki 4 ilde değil, ülkenin tümünde hem de BM gözetiminde referandum
Yunanistan, “sahile yaklaştırmadığı” her bir bot için Avrupa Birliği Bakanlar Kurulu (Avrupa Komisyonu) başkanlığından para alıyor. Bu parayı, komisyon başkanı Ursula von der Leyen’e bağlı, Avrupa Sınır ve Sahil Güvenlik Ajansı (Frontex) veriyor. AB bu uygulamaya “Geri itme” adını veriyor. Projenin Yunanistan ayağının adı “Poseidon.” (Poseidon, son günlerde İzmir’de adı sık geçen Agamemnon’u doldurup, Çanakkale yöresindeki Truva’ya savaşa gönderen Yunan tanrısı!)
Ursula von der Leyen, bir tarihte Türkiye’ye de Suriye ve İran üzerinden gelen yabancıları geri itme karşılığı vize kolaylığı ve para teklif etmişti.
Elbette, Ursula von der Leyen veya Frontex’in başmüdürü Letonyalı Aija Kalnaja, Yunan sahil koruma sorumlusuna “Mülteci ve göçmenleri iterken, uzun değneklerin ucuna bıçak bağlayarak botları delin, batırın” dememiştir. Ama Türkiye’nin, sayısız insan hakları eylemcisinin ve bizzat kendi Kızılhaç yardım örgütlerinin defalarca sağladığı fotoğraf ve videolarda bu sopaların ucunda
Rusya’nın Ukrayna’yı işgal girişimi, hiç şüphesiz, 21’inci yüzyılın en insanlık dışı olayıydı. Ama işler bu raddeye gelmeden önlenebilirdi. Nitekim, Fransa’nın Ukrayna’yı, Donbass bölgesindeki iki vilayetin içinde özerklik isteyenlerle oturup görüşmeye iknaya çalıştığı Minsk Süreci diye bir süreç vardı. Donbass’taki savaşı durdurmak için Ukrayna, Rusya Federasyonu, Donetsk ve Luhansk Halk Cumhuriyetleri ve Avrupa Güvenlik ve İş Birliği Teşkilatı (AGİT) temsilcileri tarafından 2014 ‘te imzalanmış olan Minsk Protokolü, Fransa’nın gönülsüzlüğü sebebiyle iyi işlemiyordu; zaten AGİT’in de yaralı hiçbir parmağa faydası olmadığı bilinir. Ama bu süreç, savaşa evrilmeyebilir, mesela Türkiye’ye daha aktif çaba imkânı verilebilirdi. Ukrayna Devlet Başkanı Zelensky, hâlâ devam eden, Rusya’yı yenebileceği hayaline sevk edilmeyebilirdi.
Ancak ABD’nin, adının bir yerinde “liberal” kelimesi bulunan her grup ve kişinin fark ettiği, Rusya ve
Yunanistan Cumhurbaşkanı Katerina Sakellaropulu, ülkesinin Danıştay’ı konumundaki Devlet Şûrası’nın başkanlığından cumhurbaşkanlığına radikal sol ve ilerici partiler koalisyonu Syriza milletvekillerinin oylarıyla getirildi. O zamanki başbakan ve koalisyonun lideri Aleksi Çipras, Sakellaropulu’yu takdim konuşmasında “ilerici fikirleri ve birleştirici tutumu ile Yunanistan’a ihtiyacı olan birlik ve barış ortamını getirecek partiler üstü kişi” diye nitelemişti.
64 yaşındaki idari yargıç Sakellaropulu, yaz aylarından yararlanıp Ege’nin tadını çıkartacağına, donanma gemilerinde, muhripler eşliğinde, 12 Ada’yı teftiş ediyor, bu arada Ege kayalıklarını da görmeden geçmiyor. Yargıcın son durağı Meis Adası’ydı; Halki (Herke) ve Rodos’tan sonra, hafta başında Meis’e gelen Sakellaropulu, dönüş yolunda ne Lozan ne de Paris antlaşmalarıyla Yunanistan’a bırakılmış olan Kara Ada ve Fener Adası’na da uğradı.
Meis, Menteşe Adaları bölgesinde yer alan 12 adanın 13’üncüsüdür ve 5 kilometre solunda Kara Ada, 4 kilometre sonunda
Türkiye’nin ilk strateji merkezlerinden Stratejik Düşünce Enstitüsü’nün (SDE) kurucularından ve kurumun başkan yardımcısı olan gazeteci-yazar, TV programcısı Alper Tan, çok sayıda birincil kaynağı ve araştırma raporunu bir araya getiren bir derleme yayınladı. ABD’nin “korkunç bir akıbete sürüklendiği” sonucuna varılan yazıyı SDE sitesinde bulabilirsiniz. Tan, çok sayıda tablo ile, ABD’nin toplumsal dokusundaki çürüme ve çözülmeyi derlediği yazısını şu ifadeyle bitiriyor:
“Dünyanın her yerinde genel olarak medyayı kontrol altında tutmaya ve içi boş propaganda taktikleri ile güç ve üstünlük algısını devam ettirmeye çalışan ABD’nin içtimai olarak çürüyerek çöktüğü bu tablolardan açıkça anlaşılmaktadır. Halkı bu kadar bozulmuş ve yozlaşmış bir devletin bırakınız en güçlü olmayı, devlet olarak varlığını sürdürebilmesi mümkün değildir.”
Tan’ın bu kadar iddialı bir değerlendirmeye varmasını
İngiltere’nin yeni başbakanı Liz Truss’ın siyasetçi olarak en önemli vasfı, görüşlerinin arkasında durmaması dersek, çok da yanılmış olmayız.
Bugün 47 yaşında olan Truss, 18 yaşındaki fikirlerinden vaz geçmekle suçlanmıyor; iki yıl önce savunduğu fikirlerden, bırakın iki yılı, iki ay önce savunduğu görüşlerden dönmesi söz konusu.
Bu görüşler, Covid 19’a karşı ABD aşısı mı, yokla Alman aşısı mı gibi sürekli değişen verilerin söz konusu olduğu meseleler hakkında da değil: “İngiltere’de cumhuriyet rejimine geçilsin mi?” veya “İngiltere AB’den çıksın mı?” gibi, nerede ise tüm dünya vatandaşlarının fikir sahibi olduğu konulardaki görüş değişikliğinden söz ediyoruz. Hatta, kamu personeline ülke çapında değil bölgeler itibariyle zam yapacağı açıklamasını, parti içindeki eleştiriler üzerine ertesi gün reddederek geçen hafta bütün İngiliz medyasında alay konusu olmuştu.
Truss, sıkı güvenlik önlemlerine rağmen nasılsa İngiltere’ye
Yunanistan Başbakanı Kiryakos Miçotakis’in savaş çığırtkanlığını anlamak mümkün, önünde seçim var... Yunan siyaseti böyle bir popülizm gerektiriyor. Ama Fransa’da seçimler bitti, Emmanuel Macron iyi-kötü koltuğu kurtardı, dolayasıyla şimdi Türkiye aleyhtarı söylemle ne yapmak istediğini anlamak mümkün değil. “Rusya ile diyalog halinde olan sadece Türkiye mi olmalı?” diyen Macron’a hatırlatmak gerekir ki, şu anda G7 Grubu’nun bir üyesi olarak, mesela kendisi veya grubun diğer üyeleri kalkıp gidip Rusya ile konuşabilir. Hatta konuşmalıdırlar...
Böyle bir görüşmeyi zorunlu kılan mesele, İngiltere, Almanya, Fransa ve İtalya, ABD, Japonya ve Kanada’nın geçen hafta bir araya gelerek aldıkları kartel kararıdır. Kartel, ticaret dünyasında alıcıların satıcılara veya satıcıların alıcılara karşı “Şu fiyattan olmazsa almam, satmam!” dediği birlikler oluşturmalarıdır. G7 grubu, Rusya’ya karşı alıcı karteli oluşturarak, “5 Aralık’a kadar bize tavan petrol fiyatını bildir!” dedi.
Keşke bu yazıyı Rumca yazabilseydim. Konu dışı olacak ama ülkemizde okullarda İngilizce, Fransızca ve Almanca öğretilmesindeki pratik amacı görmek kolay ama topraklarımızda konuşulan dillerin öğretilmemesindeki mantıksızlığı görmek kolay değil.
Konuya dönersek, Büyük Zafer’in ve 100 yıl önce İzmir’in kurtulduğu 9 Eylül’e kadar uzanan gelişmelerin Yunan halkına ne söylediğini, bugünkü olayları, en azından siyasetçilerin demeçlerini haber olarak TV’lerinde duyduklarında ne düşündüklerini anlamak bence çok önemli. Çünkü Kriyakos Miçotakis gibi popülist-maceracı siyasetçilerin elinde Yunan halkının başına onların deyimiyle yeni bir “Mikrasiatiki Katastrofi” yani Küçük Asya (Anadolu) Felaketi daha gelmesi ne yazık ki büyük bir olasılık taşıyor.
Anadolu Felaketi, sadece Yunanistan’dan boş bir hayalin peşi sıra Ege steplerine sevk edilen 130 bin Yunan gencinin ve ailesinin başına gelmedi. Bugünkü Başbakan Miçotakis ile aynı ismi taşıyan Kriyakos Venizelos’un