Bu sütunlarda Donald Trump’ın pazarlık becerisini de övdüm, derin devlet düşmanlığını da... Hatta “Trump’ın kazanacağına bahse girerim!” diyerek yarış atı misali seçimleri kazanacağını bile ima ettim.
Fakat bunları yaparken Trump’ın ABD’nin başına sarılmış en büyük musibet olduğunu da müdriktim, bunu ifadeden de çekinmedim. Trump’ın devlet adabından uzak, siyasal incelikten bihaber, kaba saba, sözünü bilmeyen bir insan olduğunu da birkaç kez ifade ettim. Mahallede geçinemediği komşularına “Yanına gelirsem!” diye meydan okuyan bir üslupla bize ve pek çok Latin Amerika ülkesine mektuplar yazan Trump’ın, yeniden başkan aday-adayı olma kararı kesinleşmiş bulunuyor. Oysa Pennsylvania eyaletinde uzun zamandan beri Cumhuriyetlerin kazandığı bir senatörlüğü, üstelik ABD çapında tanınan ve sevilen bir doktor olan Mehmet Öz’ün kaybedip, geçirdiği kalp krizinden sonra tamamen iyileşmemiş, duyması ve konuşması hala özürlü bir kişinin kazanması, Trump’ın 2024 başkanlık
Biden, kazanmasa da kaybetmediği ara seçimlerden bir tür zafer çıkartarak, G20’ye “mekânın patronu” edasıyla gidiyor; Çin, tek müttefiki olarak görüldüğü Rusya’nın Ukrayna marifetinden mahcup, ama Tayvan’ı bir gün ilhak etme hakkı bulunduğunu kısık sesle de olsa beyan ediyor. Türkiye sadece bölgesinde değil ama küresel anlamda meselelerle ilgilendiğini gösteren bir çaba içinde.
Ama koca Avrupa Birliği, ülkeleri, kurulları, komisyonları ile geldiği G20’de adeta yok! Yanlışlık olmasın; tümüyle de AB’den haber yok değil. Haberlerde, Avrupa’nın başbakanı hükmündeki Komisyon Başkanı Ursula von der Leyen ile Avrupa Meclis Başkanı konumundaki Charles Michel’in aynı anda, aynı yerde bulunmama çabası anlatılıyor!
Dünyanın yıllarca iliğini kemiğini sömürerek zenginleşmiş, kültürde, sanatta yaptığı yığınakla dünyaya edebiyattan müziğe, ticaretten sanayiye önderlik etmiş Avrupa, modern zamanlarda tanık olduğumuz ilk salgın hastalıkta birbirinin havaalanından aşı ve maske
"Kuzey" demedim… Kıbrıs’ın kuzeyindeki bu Türk devleti, Türk Devletleri Teşkilatı (TDT) üyesi Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkiye gibi bir devlettir ve şimdi Macaristan ile Türkmenistan gibi örgütün gözlemci üyesidir.
Tanınmaya doğru giden yol, bu tür “gözlemci üyelik” aşamasından geçiyor. Kıbrıslı Türklerin devletinin talihsizliği, bu aşamanın daha erken başlaması için gereken diplomatik girişimlerin yapılmamasıydı. Bu girişimlerin de özellikle 2. Dünya Savaşı sonrası dönemde, ülkelerin askeri yöntemlerle başka ülkelere müdahalesi sonucu ortaya çıkmış ülkeler söz konusu olduğunda başarı şansı çok zayıftı.
1980’lerde Türkiye, Kıbrıs Türklerinin içinden geçtiği ateş çemberinden kurtulmasının verdiği aşırı heyecanla diplomasiye önem vermedi. Kaldı ki, o dönemde “Türk diplomasisi” bir lisenin münazara ekibinden daha etkili olabilecek konumda değildi. Alman generali ve askeri dehası Carl von
İsveç’in sağ ve aşırı sağ ile kurduğu ve sadece üç oy çoğunluğuyla ayakta duran koalisyonunun başbakanı Ulf Kristersson, kendi ülkesini ne kadar temsil ediyor ki onun sözlerini Avrupa’ya genelleştirebilelim? Ama ülkesinin NATO’ya üye olması için ciddi bir çaba içinde bulunuyor olmasına rağmen, Ankara’da yaptığı görüşmeler ve daha sonra basın açıklamasındaki sözleri, onun da Finlandiyalı meslektaşı Sanna Marin gibi, Madrid’de imzaladıkları üçlü mutabakat metnindeki taahhütlerini ne zaman uygulayacakları kendilerine hatırlatırsa, lafı döndürüp dolaştırıp “Sizinle çok ama çok ticaret yapacağız” demeye getirmesi, sanırım birçok kişide kötü bir izlenim bırakıyor.
Basın toplantısında İsveçli bir gazetecinin Cumhurbaşkanı Erdoğan’a “İsveç’in hâlâ hangi sözleri yerine getirmesini bekliyorsunuz?” şeklindeki sorudan çok hayret ifadesi olan sözleri de İsveç’te siyaset çevrelerinde üçlü
Başlığa önce “Yarın ABD’de siyasal deprem olacak” yazdım ama temel ilkeler engel oldu!
ABD’de yarınki ara seçimlerde en az 5 eyalette Demokrat Parti’nin Senato ve Temsilciler Meclisi sandalyelerini kaybetmesi, Cumhuriyetçilerin kazanması bekleniyor. Bu durum gerçekleşirse, Başkan Joe Biden’ın yasa çıkartma özgürlüğünün sona ermesi ve çıkarttığı kararnamelerin parlamento tarafından işlemez hale getirilmesi demek olur. Bu sebeple ara seçimlerle ilgili yorumlarda, hem sağda hem solda “Yaklaşan Demokratik Felaket” ifadesini görüyoruz.
2008 seçimlerinde Barack Obama başkan adayı, Joe Biden başkan yardımcısı adayı olmasına rağmen birlikte hiç ortak miting düzenlemeyen bu ikili, haftalardır eyalet-eyalet gezerek Demokrat Parti için propaganda faaliyetinde bulundu. Biden, Demokratların Senato’da çoğunluğu kaybetmeleri ihtimalini “ABD’de demokrasinin sona ermesi” diye niteleyecek kadar ileri gitti. Biden’ın derdi, siyasal gaflarının ve boşboğazlığının ülkeyi mesela Rusya ile bir savaşın eşiğine
Artış hızını azaltmış da olsa, ABD Federal Merkez Bankası faiz artırmaya devam ediyor. Öyle görünüyor ki ABD mali çevrelerinin amacı, sadece kendi ülkelerinde değil ama tüm dünyada ekonomik durgunluk başlatmak.
4.üç aylık döneme faiz artışıyla giren ABD, Aralık ayını da faiz artışıyla geçirecek ve ülke ekonomisi yeni yıla sadece vites küçültmüş olarak değil ama frenine sonuna kadar basılmış olarak girecek. Uzmanlar bunun, 2023’ün ilk çeyreğinde, ABD ve onun ekonomisi tarafından (ithalat-ihracat bağlantısı sebebiyle) etkilenen ülkelerde ciddi bir durgunluk anlamına geleceğini söylüyor.
Durgunluk hiçbir ülkede arzu edilen bir şey değildir ancak halkları birinci derece ilgilendiren, gelecek yıl işlerini kaybedebilecekleri değil, bu ay evlerini arzu ettikleri gibi ısıtamayacakları, çocuklarını gerektiği gibi doyuramayacakları korkusudur. Nitekim, ABD’de anket üstüne anket yapılıyor ve hepsinde, görüşü sorulanlar hükümetin önceliği mutlaka enflasyona vermesini istediklerini
Robert Reich , ABD’de, üç başkana bakanlık yapmış bir bilim insanı. Harvard’dan Berkeley’e kadar bir çok üniversitede görev yaptı; televizyonlarda, ekonomi medyasında çalıştı. Birçok gazetede birden yayınlanan son makalesinde ABD ve AB merkez bankalarının son faiz oranı yükseltme kararlarını eleştirdi; sebebi ortadan kaldırmaya yönelik olmadığı için bu kararların tersine etki yapacağını anlattı. Prof. Reich’ın analizindeki ana fikir de tezini savunmak için ifade ettiği argümanlar da birçok ülke gibi bizim de durumumuza uygunluk gösteriyor.
İnsanın ekonomik bir canlı olarak tavır ve davranışları eski çağlardan beri değişmediği için klasik makro ekonomi kuramının fiyat enflasyonu için geliştirdiği analiz de değişmiyor. Buna göre ya maliyetler ittiği için ya da talep çektiği için fiyatlar yükselir. Prof. Reich’a göre, burada dikkat edilecek nokta, maliyetlerdeki yükselmenin sebep olduğu enflasyonun günümüzde büyük üretici holdinglerin kararı ile oluştuğu gerçeğidir. Yani
Ermenistan’da yayımlanan Armenian Weekly isimli haftalık dergi son sayısında soruyordu: “Bakü neden İran aleyhtarlığı yapıyor?”
Gerçekte Bakü’deki hemen hiçbir yayında, İran “aleyhine” bir yayın görme imkânı yok. Buna karşılık, İran’da son iki yıldır, yani Azerbaycan işgal altındaki Dağlık Karabağ bölgesini kurtardığından bu yana Azerbaycan aleyhtarı yayınlar artmış durumda. Bu yayınlarda neler yok ki? Kimliği belirtilmeyen yetkililere dayanarak ileri sürülen “Azerbaycan Ermenistan’ı işgale hazırlanıyor” açıklamaları mı dersiniz? Azerbaycan’ın bölgedeki Rus barış gücünü kovmaya hazırlandığı iddiaları mı dersiniz? Yani iki yıldır İran medyasında Azerbaycan hakkında olumlu bir tek satır yayımlanmadı dersek, abartı olmaz.
Bir süreden beri bu olumsuz yayınlara, bazı İran din adamlarının meseleye cennet-cehennem açısından yaklaşan (!) sözüm ona fetvaları da eklendi.
Azerbaycan’ı Nahçıvan Özerk Bölgesi’ne bağlayacak olan Zengezur Koridoru (Azerice Zengezur Dehlizi) konusu