Rahmetli hocamız Fahir Armaoğlu’nun Siyasal Tarih dersleri bir tür “savaş ve diplomasi” dersi idi. Kim, kiminle anlaştı ve bunun sonucu olarak kim, kiminle düşman haline geldi? Hangi ülke, nasıl silahlandı ve bunun sonucu hangi ülke, hangi toprakları kime bıraktı? 19’uncu ve 20’nci yüzyılın kan ve gözyaşı tarihini bu iki pencereden görürdük.
O tarihler soğuk savaş yıllarıydı; ortada korkunç bir “korku perdesi” vardı. Nükleer kıyamet ülkeleri, ulusları yok edecekti, hazırlıklı olmak zorunda idik. Sonra bu soğuk savaşın sıcak tehdidi bitti, uluslararası arenada koyun-kurt ile gezmeye başladı.
İşlerin öyle olmadığını, yeni Milenyum’un bir barış dönemi değil, soğuk savaşın vekâlet savaşlarına evirildiği, klasik tehditlerin devam ettiği, insanlığın inanılmaz korkunç bir “sanrı” (gerçekte var olmayan şeyleri görmek, işitmek gibi dayanaksız algılama) halinde olduğumuzu idrak ettik.
Birçok bilim insanı bu dönemin ilişkilerinin de Fahir Hoca’nın “askeriye artı diplomasi” perspektifinden anlaşılamayacağını,
Aklın yolu birdir, derler. Eğer ABD, PKK uzantılarıyla Irak’ı, Suriye’yi ikiye/üçe bölmenin yollarını arıyorsa, kendisini bölgede istikrarın yanında sayan her ülkenin yapması gerektiği gibi, bu iki ülkenin toprak bütünlüğünü garanti etmektir.
Ancak, ABD’nin bugüne kadar hiçbir açıklamasında Irak ve Suriye ile toprak bütünlüğü ifadesini aynı cümlede kullandığını görmedik. Demokrasi dediler, “ülkeyi diktatörlerden kurtarmak” dediler, Daeş’i Irak ve Suriye topraklarından çıkartmak için uluslararası koalisyonlar kurmaya kalktılar ama “Irak’ın ve Suriye’nin bölünmesine karşıyız” demediler.
Neden?
Çünkü her iki ülke için de, hatta daha doğru ifade edelim; İran ve Türkiye de dahil, bölgedeki 4 ülke için de ABD’nin nihai amacı haritayı yeniden çizmektir. Çünkü bu, Başkan Woodrow Wilson’dan bu yana, ABD diplomatik ve güvenlik aparatlarının en temel gayesidir. Uluslararası yeniden tasarım için
İsrail Ulusal Güvenlik Bakanı İtamar Ben-Givr, kabinesi güvenoyu aldıktan hemen sonra, koşa koşa Müslümanların en kutsal üçüncü yeri Harem-üş Şerif’e gitti. Ama ne gidiş! Önce çok sayıda İsrail askeri, daha önce de yaptıkları gibi, El Aksa Camii’nin de içinde bulunduğu alanda saygı kurallarını dikkate almadan, her binayı işgal ettiler.
Şöhreti, El Halil kentindeki İbrahim Camii’nde namaz kılan 29 Filistinliyi öldüren ABD’li Koch Hareketi mensubu terörist Baruch Golstein’in portresini evine asmaktan gelen Ben-Gvir’in koalisyona girmesi, Ortadoğu’nun geleceği açısından belki de son yılların en önemli olayıdır. Benyamin Netanyahu’nun tekrar başbakan olabilmek için, şeytan ile izdivaca bile razı olduğunun işareti, parlamentoda altı üyesi bulunan Yahudi Gücü partisine üç, bir üyesi bulunan Ortodoks Yahudilerin partisi Noam’a bir bakanlık vermesiydi. Netanyahu’nun kendi partisi Likud da ülkenin en liberal partisi değildi ama bugüne kadar bağımsızlarla, hatta sol İşçi
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Türkmenistan’da düzenlenen Türkiye-Azerbaycan-Türkmenistan Zirvesi dönüşünde uçakta sorularımızı yanıtlarken, “Biz Suriye-Türkiye-Rusya üçlü olarak bir adım atalım istiyoruz. Sayın Putin’e teklif ettim; o da buna olumlu baktı” dedi. Erdoğan’ın açıklamasına göre, önce istihbarat örgütleri, ardından savunma ve dışişleri bakanları görüşecekler ve kendi ifadesi ile “Bir dizi görüşmeler zinciri” başlatılacak, muhtemelen bu zincirin son halkası bir liderler zirvesi olacaktı.
Türkiye ile Suriye siyasetçileri arasında doğrudan görüşmeler kesileli 12 yıl oldu. Bu süre içinde, 2017 Astana Zirvesi yapıldı ve Rusya’nın Suriye’yi temsil ettiği bu süreçte, Esad Rejimi, Arap Baharı’ndan sonra ülkede bozulan siyasal istikrarın yeniden tesisi için söz verdi. Arap Baharı, ABD ve bazı diğer batı ülkelerinin eliyle girebildiği her ülkede halkın meşru ve haklı taleplerini istismar etmiş; hükumetleri
Ukrayna Dışişleri Bakanı Dmitro Kuleba, ülkesinin iki ay içinde, Genel Sekreteri Antonio Guterres’in arabuluculuğunda, Birleşmiş Milletler’de “ulusunun savaşı sona erdirmek için bir zirve istediğini” (dikkatlice tercüme ediyorum) “ancak her iki tarafın yoğun savaş alanında kilitlendiği bir zamanda Rusya’nın bu zirveye katılmasını beklemediğini” söyledi.
Yani Ukrayna bir barış konferansı istiyor; arabulucuyu ve görüşme yerini tayin ediyor ama karşı tarafı istemiyor. İngilizce haberdeki “anticipate” kelimesini “beklemek” diye çeviriyorum ama “öngörmek,” “tahmin etmek” ve “ummak” gibi anlamları da var. Yani “Rusya gelmesin” demiyor da “Gelmesini beklememek lazım” diyor gibi.
Her neyse, bu bir barış çağrısı değil. Bir yardım çağrısı da değil. Bu, Ukrayna Devlet Başkanı Zelenskiy’in son ABD gezisinden sonra “Bu kadar para veriyoruz ama bu iş olmuyor galiba!” tarzında, hatta “Bunların derdi Rusya’yı yenmek değil” demeye varan olumsuz mırıldanmaları susturmaya
Kim derdi ki, haritada birbiriyle aynı enlem-boylamda bile olmayan iki ülke, Libya ile Türkiye denizde komşu olacak ve imzaladıkları deniz ekonomik sahaları birleştirme anlaşmasıyla Mavi Vatanlarına sahip çıkacaklar.
Sonuçta, iki ülkenin denizcileri, Barbaros Hayreddin Paşa veya gerçek adıyla Hızır Reis’in torunları değil mi? Kimin aklına geldi ise, kim bunu diplomatik kanallardan yürütüp, uluslararası bağlayıcılığı olan bir anlaşma haline getirdiyse, onlara şükran borçluyuz. Her geçen gün bir başka ülkenin bu anlaşmaya karşı çıkması ile bir kere daha anlıyoruz ki, iki ülke arasında yapılan 27 Kasım 2019 tarihli, resmi adıyla “Akdeniz’de Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılması Anlaşması” bir yeni yüzyıl anlaşmasıdır ve Türkiye’nin de Libya’nın da geleceğini şekillendirecek, ikisinin de mavi vatanına kimsenin dokunmasına izin vermeyecektir.
Ancak şu var ki, bu mutlu gelecek, yani anlaşmanın yaşaması iki koşula bağlıdır:
Birinci koşul, Libya’da, Birleşmiş Milletler’in tanıdığı Ulusal Mutabakat Hükümeti’nin
ABD, U-2 uçağının Sovyetler Birliği tarafından düşürüldüğü 1 Mayıs 1960’dan bu yana ilk kez Rusya ile doğrudan çatışma çizgisine girdi ve bunun ya farkında değil ya da önemini idrak etmiyor. Veya -daha korkuncu- bunu bilerek yapıyor.
U-2 bir casus uçağıydı ve Pakistan’ın Peşaver kentinden kalkmış, Sovyet hava sahasına girmiş, bugünkü adıyla Yekaterinburg kenti üzerindeyken, güdümlü füzeyle vurulmuş, pilot Gary Powers sağ olarak yakalanmış, yargılanmış, casusluktan 10 yıl hapse mahkûm edilmiş ve iki yıl sonra bir Rus casusuna karşılık ülkesine geri verilmişti.
ABD Merkezi İstihbarat Dairesi CIA’nın ilk açıklamasında, uçağın Türkiye’ye gitmekte olduğu öne sürüldüğü için ilgiyle izlediğimiz olaydan sonra epey bir süre pilotun öldüğü sanılmıştı. Olayın tam boyutları bilinmediği için tarafların neden sertleştiği, açıklamaların neden giderek suçlamaya dönüştüğü ve mesela ABD Başkanı Eisenhower ile Sovyet lideri Kruşçev arasındaki zirvenin neden
Halk arasında “Kraldan çok kralcı” diye bir söz vardır. İsrail bile Doğu Akdeniz enerji konusunda Yunanistan’ın ortaya attığı Fransız, İtalyan ve Amerikan firmalarının geliştirdiği ama ABD uluslararası mali kurumlarının itirazı üzerine vazgeçilen “Eastern Mediterranean Pipeline” veya kısaca “EastMed” projesi denen garipliği unuttuğu halde, Mısır’ın unutamaması, bu sözü çağrıştırıyor.
Doğu Akdeniz Boru Hattı, Mısır, İsrail ve Güney Kıbrıs’ta bulunan/bulunacak petrolü ve doğalgazı “Poseidon” adı verilecek 2000 kilometrelik bir hatla Yunanistan’a, oradan da AB’ye taşıyacaktı. Denizin içinde 3 kilometre derinde asılı boru hattını yapmak teknik olarak mümkündü. Hatta çok zorda kalınsa, gerekli finansman da sağlanabilirdi. Ama bir engel vardı: Boru, Türkiye’nin bahçesinden geçecekti.
Bahçe dediysem! Türkiye ile Libya’nın deniz egemenlik alanlarını birleştiren anlaşmasıyla doğan büyük Mavi Vatan’ı kastediyorum. Bu alandan geçecek boruların Libya ve