“Sersevimin, sercavimin (Başım, gözüm üstüne) /Edi bese, edi bese, edi bese (Yeter artık, yeter artık) / Komşudan gelen ataştan / Başımıza yağan taştan / Bıktık usandık savaştan / Bir haber çıksın barıştan / Sersevimin, sercavimin / Edi bese, edi bese...”
Yemek masasında sohbet ediyoruz. Kâhtalı Miçe (1950), piyasaya yeni çıkan “Bir peri gördüm-Edi bese” isimli albümündeki şarkılardan birini yavaş sesle söylüyor. Kâhtalı Miçe’yi ilk defa sahne dışında görüyorum. İlk defa müziksiz dinliyorum. Müzik olmayınca sesinin rengi, duyguları daha iyi anlaşılıyor.
Anlatıyor: “Babam çiftçi idi. Kâhta’da doğdum. O yıllar Kâhta’da 2 sinema vardı. Hiçbir filmi kaçırmazdım. Nuri Sesigüzel, Şükran Ay ve Mahzuni Şerif’in türkülerine bayılır, onlar gibi söylemeye çalışırdım. Türkçeyi ilkokulda öğrendim. Sağa sola çağırarak müziksiz olarak bana türkü söyletirlerdi. O yıllarda sinemada filmden önce biri çıkar sahnede türkü söylerdi. Ben de sinemalarda film öncesi türkü söylemeye başlayınca ünlendim.
Ünlenmek zor zanaat...
Askerliğimi Samsun’da yaptım. Astsubay, subay gazinolarında bana türkü okuttular. Askerden dönünce Kâhta’ya gitmedim. Adıyaman’a yerleştim. Dışarıdan ortaokul sınavını verdim. Beden Terbiyesi’nde iş buldum. Çağırdıkları yerde türkü söylerken, Halk Eğitim Müdürü Aziz Çelik beni eğitti. Adıyaman’da kaset satan Hasan Durmaz kendi imkânlarıyla sesimi kasete aldı. Kaseti İstanbul’a gönderdik. Kasetçiler Çarşısı’nda çalmadığımız kapı kalmadı. 1985 yılında ilk kasetim “Gurbet Kuşu” piyasaya çıktı.
“Bir gurbet kuşu gibi / Sen çok uzaklara kondun / Başkasını sevem derken / Seni çok seven ben oldum...”
Şimdilerde İstanbul’da yaşıyorum. İki oğlum, iki kızım var. Çağırdıklarında müzik yapan arkadaşlarını toplarım. Sıra gecelerine, konserlere giderim...”
Kâhtalı Miçe (Mustafa Aslan) ile bu ilk sohbetim. Bütün bunları geçen hafta anlattı. Antalya’da beş yıldızlı Aska Resort otelinin konferans salonunun girişini ararken, baktım Kâhtalı Miçe karşıdan geliyor. “Merhaba Hocam, ben sizin okuyucunuzum” dedi. Şaşırdım. Ayaküzeri üç beş laf ettik. Beraber yemek yemek için sözleştik.
Para kazanmak zor
Kâhtalı Miçe’yi tanımayan mı var? Kimi sıra gecelerinde izlemiş. Kimi plaklarını dinlemiş. Kimi de “Japon Yeni ile kullandığı konut kredisi yüzünden başına gelenlerin” hikâyesini biliyor.
Ben Doğu Anadolu’da, değişik şehirlerde sıra gecelerinde izledim. Plaklarını dinledim. Ama o güne kadar “merhabam yoktu”.
Yemek masasında hayatını anlatan, müziksiz olarak içinden gelen şarkıları hafif hafif seslendiren Kâhtalı Miçe ile kafamda daha önce yer eden imajı bambaşka idi. Efendi, usul adap bilen, sevecen bir Anadolu insanıyla yemek yedim.
Masadan kalkarken sevdiği bir türkünün bir bölümünü gene yavaş sesle okudu: ”Aslı gurbet harap etmiş köyümü / Bülbül gitmiş, baykuş konmuş gel hele / Ben ağayım, ben paşayım diyenler / Kapıları kilitlemiş gelene / ...Kırk yıllık ağaç kurumuş kalmış / Oğul bizim köye benzemiyor /Gel hele, gel hele...“