Bu yaz zor geçiyor. Sıcaklar bir yandan, ülkemin ağır gündemi bir yandan ruh halimizi etkiliyor. Neyse ki, şehirdeki kültür sanat etkinlikleri hepimize bir nebze soluk oluyor. İstanbul’da Açıkhava’daki etkinliklerde konserler öne çıkıyor. Cemil Topuzlu Harbiye Açıkhava Sahnesi’nde yıldızlar geçidi yaşanıyor. Yaz akşamları müzikle dolu dolu geçerken, az sayıda da olsa tiyatro oyunları Harbiye Açıkhava Sahnesi’ne taşınıyor. Hemen önümüzdeki günlerde tiyatro seyircisi için hoş bir sürpriz hazırlanıyor.
9 Ağustos, usta sanatçı Nejat Uygur’un 88’inci doğum günü. Süheyl ve Behzat Uygur, babalarının doğum gününde, onu Açıkhava’da ‘Marko Paşa’yla anacak. Geçen sezon, Süheyl - Behzat Uygur Tiyatrosu, Nejat Uygur’la özdeşleşen ‘Marko Paşa’yı yeniden uyarladı ve müzikal olarak sahneye koydu.
Baba yadigarı ‘Marko Paşa’, sezon boyunca çok alkış aldı. Nejla Uygur’u yıllar sonra yeniden sahnede izlemek, tiyatro seyircisi için hoş bir anı oldu. ‘Marko Paşa’da babasının oynadığı rolü üstlenen Süheyl Uygur’un performansı göz doldurdu. Şimdi de ayrı bir heyecanla, Açıkhava Sahnesi’nde seyircileriyle birlikte Nejat Uygur’a bir selam göndermeyi arzu ediyorlar.
Bu arada ‘Marko Paşa’, uzun yıllar sonra
Nilüfer’le kendi cennetinde buluştuk. Tam da ‘Kendi Cennetim’ adını verdiği albümünü yayınladıktan sonra sohbet ettik. O hep gözlerden uzak olmayı istedi, özelini anlatmayı sevmedi. Ama artık yaşadıklarını paylaşıyor.
En olgun çağında, bugünki aklıyla düşündüklerini açıkça söylüyor. Yeniden yepyeni şarkılardan oluşan bir albüme hayat vermek ona gerçekten çok iyi gelmiş. Şarkılar Sezen Aksu’dan, Şehrazat’tan, Nazan Öncel’den, Adnan Ergil’den olunca albüm iç huzuruyla çıkmış.
Geçen yıllar Sezen Aksu’yla dostluklarını geliştirirken, bu albüm de ilk kez birlikte yeni şarkılar için ilham kaynağı olmuş. Öyle ki, ‘Hadi Kızlar’ şarkısında söylediği gibi, ‘İki düm düm iki tek tek’ için birlikte Beyoğlu’na bile çıkmayı düşünmüşler. Bir dönem varolan Kayahan - Nilüfer’e karşı Onno Tunç - Sezen Aksu rekabeti, bugün artık yerini ‘kızlar dayanışması’na bırakmış.
Belli ki, art arda dostları kaybetmek onları çok yormuş.
Bu hafta yaşadıklarımız içimizi acıtırken, her ne olursa olsun umut hep var olacak diye düşünmek istedim. En fazla dokunansa Melike Demirağ’ın sosyal medyada yer alan o cümlesi oldu: “Gençler ölüyor, gençler öldürüyor.”
Yine de karanlığın en koyu anında bile ışığı yakalacağımıza inanmak istiyorum. Çünkü bu ülkede iyinin ve güzelin peşinde olan gençler de var. Onları bir araya getiren, heyecanlandıran ortak paydaysa sanatın iyileştirici gücü.
Bu düşüncelerle Armaggan Art & Design Gallery’i ziyaret ettim ve genç sanatçılarla sohbet ettim. İçimizdeki o burukluğa rağmen başka hayatların olduğunu bilmek, başka hikayeler dinlemek iyi geldi.
Armaggan Art & Design Gallery, tasarım ve sanatı bir araya getirmek, genç sanatçılara bir platform yaratmak, temeldeyse Türk sanatını ve sanatçılarını tanıtmak için Ocak 2012’de yola çıktı. Galeri o zamandan beri hem kendi sanatçılarını temsil ediyor hem de her yıl 45 yeni sanatçıya mecra oluşturuyor.
Zanaat ilham verdi
Armaggan Art & Design Gallery, şimdilerde ‘Maddenin Halleri III’ adlı sergiye ev sahipliği yapıyor. Üçüncüsü gerçekleşen bu sergi, daha önce Türkiye’nin önemli sanat kurumlarında çalışmış, galerinin koordinatörü Şanel Şan Sevinç’in
Bayram geldi, hoş geldi. ‘Her nerede olurlarsa olsunlar, bayramda sevdiklerimizle birlikte olalım’ sözünü özlüsözler arasında bırakarak, herkes yollara düştü. ‘Bayram bahane, tatil şahane’ diyerek sahillere hücum etti. Yazın ilk aylarında gelen bayram tatil talebini patlattı.
Ne diyelim, uğurlar olsun, tatilcilere kolay gelsin. Peki, biz şehirde kalanlar ne yapalım? Misal İstanbul ise, önce, nüfusu yarı yarıya azalan şehri derin derin içimize çekelim. Köprülerden bir o tarafa, bir bu tarafa geçelim. Kıtaları fiziken birleştirelim. Bir de, illa ki sinema keyfi yapalım. Sıra dışı ve eğlenceli bir filme gidelim.
Klasik edebiyatın flörtü
‘Aşkın Dili’ (Gemma Bovery) bugün vizyona giren filmlerden biri. İngiliz - Fransız işi sıcacık bir romantik komedi. Filmle ilgili bir yorumda “Gerçek hayatla klasik edebiyatın flörtü” denmiş. Doğrudur, Flaubert’in tüm zamanların en iyilerinden kabul edilen romanı ‘Madame Bovary’ filme esin kaynağı olmuş.
Başrolde Gemma Arterton oynuyor. O da kim demeyin? Güzeller güzeli genç bir aktris. Üstelik Amerikan sinemasının güzel kadın olarak empoze ettiği klişelerden çok uzak. Hafif etine dolgun, kesinlikle atletik vücutlu değil, sarışın hiç değil, ama son
İstanbul’da yaz Açıkhava’daki etkinliklerle yine renkli geçecek. Açıkhava deyince aklımıza ilk gelen konserler olsa da, bu kez tiyatro keyfinden sözedeceğim.
Bu hafta Enka Kültür Sanat Buluşmaları kapsamında, Eşref Denizhan Açıkhava Sahnesi’nde, Tiyatro Dot’un oyunu ‘İki Kişilik Yaz’ı seyrettim. ‘İki Kişilik Yaz’, öncesinde de haberdar olduğumuz iddialı ve ödüllü oyunlardan biriydi. Sezonda yetişemedim derken, Enka’da sadece bir akşam sahneye konan oyunu görme fırsatı bulduğum için çok mutlu oldum.
İşte ‘İki Kişilik Yaz’dan ve oyuncuları Tuğrul Tülek ile Gizem Erdem sohbetimizden ruhuma iyi gelen kısalar...
- Sinemada veya tiyatroda romantik komediyi, seyirlik, hafif, tadı damağımızda kalan aşk hikayeleri anlatıldığı için severiz. Ama bu kez gülünecek hallerimizi hafife alan bir aşk hikayesiyle karşılaştık.
- 35 yaşını idrak eden, yalnız olan kadın ve erkeğin tanıdık telaşlarını en gerçek halleriyle seyrettik. Günümüzde 30 yaşını geçen kadın ve erkeği her sabah yürüyüş ve koşu parkurlarına yönelten ruh halini daha iyi anladık.
- Yaş 35 deyince yolun yarısı geride kalırdı, şimdilerde ise cinsellikle ilgili farkındalık akla geliyor. Öyleyse, modern kadın ve
Tatil bitse de, işe güce geri dönsek de anılar hâlâ taze. İnsanoğlu kuş misali, sınırlarsa sadece devletler eliyle çizilmiş. Geçen hafta Kos ve Simi’den bahsetmiştim. Sonrasında, Türkiye sularına geri dönüp, aynı denizin bir başka kıyısına Bodrum’a geldik.
Bilirsiniz, herkesin Bodrum’u ayrıdır. Bodrum’da her mevsimin güzelliği başkadır. Henüz sezon açılmamışsa Bodrum en güzeldir. Haziran da olsa, sezonun sakin günlerine denk geldik.
Kasabanın boşluğunu fırsat bilerek, yıllar sonra yeniden Bodrum çarşıda dolaşıp, akşamüzeri müthiş Kale manzarası eşliğinde gün batımını karşıladık. 90’lı yıllardan bu yana, Bodrum’a gidip gelen biri olarak, bizi üzen değişimi, kirlenmeyi hiç konuşmadık.
Bodrum her nasıl olursa olsun kabulümüz dedik. Yine de, en azından, Bodrum merkezde dokuyu korumak için biraz çaba gösterilemez mi, binalar eskimiş olsa da, hepsini yeniden beyaza boyayamaz mıyız, çarşı içi dükkanlarda ihraç fazlası, ucuz mallar yerine, Bodrum’u hatırlatan, bölge insanın el emeği, özgün hediyeliklere daha fazla yer açamaz mıyız? diye düşünmekten kendimizi alamadık.
‘İşte gerçek Bodrum’
Elbette, bu düşüncelerimiz, özlediğimiz Bodrum’un keyfini çıkarmamıza engel değildi. Bodrum’un
Erken tatile çıkmanın dayanılmaz hafifliğiyle, izninizle bu haftaları seyahat notlarıma ayırıyorum. Sadece gördüklerimi değil, yediklerimi, içtiklerimi de yazıyorum. Tatil yapacaklara umut olmak istiyorum. Sözlerime de “Orada adalar var yakında” diyerek başlıyorum...
Tatile Yunan Adaları’ndan başladık... Komşunun bu yıl Türkiye’den beklediği bir milyon kişiden belki de ilki olduk... Bodrum’dan Kos’a küçük bir motorla geçerken denizin kokusunu derin derin içimize çektik. Açık havada 45 dakikalık bir yolculuk sonrası Kos’a indik.
Kos, kendi halinde bir kasaba havasında. Türklerin çok iyi bildiği bu adada yepyeni bir restoran keşfetmek hoş bir sürpriz oldu. Kos limanına yakın, sahildeki Yorgos’da çok özel lezzetler tattım. Restoranın sahibi ve dünyaca ünlü şefi Yorgos ile sohbet ettim.
Lezzetli yemekler
Yorgos Papadapulos, İstanbul’un Bebek semtinden. 1970’lerde mecburen Yunanistan’a gidenlerden. Dünyanın en ünlü şefleri tarafından imzalı diplomalarıyla Avrupa’da birçok önemli restoranın şefliğini üstlenmiş, ama kriz, o restoranları da vurunca Yorgos, Kos’a gelip kendi restoranını açmış. Mekan çok yeni ama yemekleri olağanüstü lezzetli.
Humusdan acılı peynire, sardalyadan barbun
Ne varsa eskilerde var. Yanlış anlamayın, yaş alıyoruz diye ‘nerede o eski güzel günler’ kıvamında değilim. Sözünü ettiğim, müzik piyasasında eski şarkıların yine yeniden gündeme gelmesi. Aslında yeni ve sıfır şarkıların azlığı dikkatimi çektiği için böyle söylüyorum...
Müzik piyasası, dışarıdan da olsa takip ettiğim bir alan. Son birkaç aydır elime gelen albümlerin çoğu, sanatçı dostların bir araya geldiği saygı albümleri veya yeni düzenlemelerle eski şarkıları toplayan arşivlik çalışmalar. Buradan, müzikte üretim anlamında sıkıntı olduğu çıkarımı da yapılabilir.
Neyse ki, bir dinleyici olarak yıllar öncesinden bildiğim şarkıları dinlemek bana hâlâ keyifli geliyor.
14 yıllık müzik yolculuğu
Sizlere hatırlatmak istediğim, son dönemin özel albümlerinden biri olan Zuhal Olcay’ın ‘Başucu Şarkıları 3’, birkaç ay önce yayınlandı. Olcay’ın şarkıları ve yorumu her zaman kalplere dokunur, ruhumuza hitap eder. Yine öyle olmuş...
Sanatçı, ‘Başucu Şarkıları’ albüm serisine 2001 senesinde başlamış. İkincisi 2005’te piyasaya çıkmış. Bir başka deyişle 14 yıllık bir yolculuk olmuş...