Sinemada yerli yapımların hakimiyeti sürüyor. Gişeye yönelik belirlenmiş bir formül olduğu da anlaşılıyor. Öncelikle seyirciyi gülümseten, güldüren bir hikaye aranıyor. Sadece güldürmekle kalmayıp, duyguları harekete geçirip birkaç damla gözyaşı dökülmesi tercih sebebi.
Başrollerde geniş hayran kitleleri olan, özellikle televizyonda beğenilen, sevilen yakışıklı genç adamlar ve güzel genç kadınlarsa olmazsa olmaz. Bir de son dönem sinemamızın en başarılı olduğu alanlardan film müzikleri de eklenince, projemizin yolu açık olsun demek için yeterli koşulları sağlıyoruz. Bu formüle çok uyan bir yeni film, ‘Kardeşim Benim’ bugün vizyonda. Burak Özçivit ve Murat Boz’u bir araya getiren film, duyulduğu ilk andan beri merakla bekleniyor.
Yakışıklı olmalarının yanında, yer aldıkları başarılı projelerle de gözde olan ikiliye, genç kuşağın sevilen isimlerinden Aslı Enver eşlik ediyor.
Nihayetinde ortaya hayranlarını hayal kırıklığına uğratmayacak naif bir film çıkıyor. Özçivit, Boz, Enver ve yönetmen Mert Baykal’la sohbetimden ise aklımda şu notlar kalıyor:
Burak Özçivit ve Murat Boz epey zamandır tanışıyorlar, arkadaşlıkları eskiye dayanıyor.
Aynı zamanda filmin yapımcılarından olan Burak
Tiyatro yapmanın tüm zorluğuna rağmen o cepheden güzel haberler gelmeye devam ediyor. Türkiye’nin en köklü, en eski özel tiyatrosu AST (Ankara Sanat Tiyatrosu), şimdilerde hem Ankara’da hem de İstanbul’da seyircisiyle buluşuyor. Ankara Sanat Tiyatrosu’nun 53 yıllık tarihi içerisinde elbette çokca İstanbul turnesi oldu ama bu kez tiyatronun bir ayağının İstanbul’da olmasından söz ediyoruz. Çünkü, Ankara’da AST’ın kendi salonlarında devam eden oyunlarla eşzamanlı İstanbul’da da bir yeni oyun sahneye koyuyorlar.
AST ve AYSA Prodüksiyon iş birliğiyle sahnelenen oyunun adı; ‘Kredi’. Oyun henüz çok yeni. Bu hafta perdelerini açtı, bugün Kadıköy Halk Eğitim Merkezi’nde oynuyorlar. Avrupa yakasında da Trump’taki sahneyi merkez alıyorlar. İki kişilik oyunda; Güven Kıraç ve Emre Karayel rol alıyor. Oyunun rejisi İskender Altın’a ait. Ankara Sanat Tiyatrosu’nun aynı zamanda yönetiminde yer alan Mahir İpek de yönetmen yardımcılığını üstleniyor. ‘Kredi’, İspanya’da ekonomik krizin ilk zamanlarında kaleme alınmış olsa da evrensel bir konuyu, kapitalizm çarkında birer zerre haline gelen bireylerin yani hepimizin içine düştüğü halleri ele alıyor. İşin aslı, kaçınılmaz olarak hemen hepimiz
Yeni yıl geldi. Umutları bu kez de 2016’ya yükleyelim ve en iyisini dileyelim. Yıla nasıl başlarsak öyle geçiyorsa, biz de gülümseyerek, eğlenerek başlayalım. Mesela, bugün vizyona giren ‘Kocan Kadar Konuş’un ikinci filmi ‘Kocan Kadar Konuş Diriliş’e gidelim.
Şebnem Burcuoğlu’nun kitabından uyarlanan ilk filmin ardından, ikinci kitap da bir devam filmi olarak ‘Kocan Kadar Konuş Diriliş’ adıyla seyirciyle buluşuyor. Ezgi Mola ve Murat Yıldırım’ın hayat verdikleri Efsun ve Sinan karakterleri evliliğe doğru giderken, maaile bir teyakkuz yaşanıyor. Aile büyüklerini oynayan Nevra Serezli ve hikayeye dahil olan Hümeyra’nın oyunculuklarıyla film taçlanıyor. Ezgi Mola ilk filmdeki performansının da üzerine çıkıyor, Murat Yıldırım da artık romantik komedilerin oyuncusu olmaya gönüllü gözüküyor. ‘Kocan Kadar Konuş’ serisi bana göre son yıllarda denemesi yapılan romantik komedi türünün en iyi örneğini oluşturuyor. Nihayetinde biraz romans, biraz komedi derken, bu filmde esas kız ile esas oğlan evlilik yolunda ilerliyor. “Onlar ersin muradına, biz çıkalım kerevetine” demek istiyorum, fakat bence esas hikaye evlendikten sonra başlıyor. Bu düşünceyle, bendeniz naçizane, ‘Kocan Kadar
“Hayatın ne kadarını göze alırsan, o kadarını yaşarsın.” Genç, delidolu, tutkulu adam, idealleri olan, ayakları yere sağlam basan, geleceği parlak genç kadınla karşılaşır. Çoğu hikayede olduğu gibi yolları tesadüfen kesişir. Her ikisi de çok güzeldir, zaten gençlik güzeldir. Ve elbette aşk parıldar en cazip haliyle. Başrollerini Çağatay Ulusoy ve Leyla Lydia Tuğutlu’nun oynadığı ‘Delibal’daki tutkulu aşk hikayesi işte böyle başlar.
Televizyonda yayınlandığı dönemin fenomen dizisi ‘Medcezir’in yönetmeni olarak tanıdığımız Ali Bilgin’in ilk sinema filmi ‘Delibal’ın senaryosu, öncülüğünü Yıldırım Türker’in yaptığı Siyah Kalem ekibine ait. Ancak bu senaryo bir Hint filminden uyarlama. Ali Bilgin de hemen sözün başında, yurt dışından uyarladıkları bir senaryo olduğunu söylüyor. Başarılı bir uyarlama olduğu da muhakkak, çünkü ‘Delibal’ senaryosuyla, rejisiyle, müziğiyle ve görseliyle, hakkıyla bir sinema filmi.
Oyunculuklardan da bahsetmek gerekir. Çağatay Ulusoy genç kuşağın gözdelerinden, deyim yerindeyse ‘genç kızların sevgilisi’, popüler bir isim. Leyla Lydia Tuğutlu güzeller güzeli genç bir oyuncu, ‘Kiralık Aşk’ dizisiyle popülerliği daha da arttı.
Her iki genç ismin beyaz
‘Masalsı bir atmosfer’, ‘Büyülü bir şehir’... Prag’dan bahsederken bu ve benzeri çokça tarif yapılmış olmalı. Tek tek her yapısıyla bir dantel gibi işlenmiş, savaşlara rağmen yine de korunmuş, hatta derler ya, Dünya Savaşı’nda Hitler bile bu güzel şehri bombalamaya kıyamamış...
Prag’ı tepeden izlemek bir ayrıcalık. “Sana bir tepeden baktım Aziz Prag” diyebilmemiz için, ‘Astronomik Saat’i yapmışlar, etrafına da en güzelinden bir meydan kurmuşlar.
Saat kulesine çıkıp, şehre şöyle bir bakınca nefesinizi tutmamak mümkün değil. Ama yükseklikten değil, manzaranın ihtişamından nefesiniz kesildiği için... Kasım ayından itibaren tüm şehir ışıklara bezenip, yılbaşı kutlamasına hazırken, meydanda sizi bekleyen atlı arabalar tarihi dekoru tamamlıyor.
Bir restoran önerisi
Bir de köprüler var ki, en duygusuz olanı bile romantizmin doruklarına taşıyan cinsten. Prag’ın kendisi kadar ünlü Karl (Charles) Köprüsü, köprülerin hası. Karl Köprüsü’ne giderken geçtiğiniz diğer köprüler de cabası. Bilindiği üzere, köprüyü yaptıran IV. Karl olarak anılan Bohemya Kralı. Böyle bir sanat şaheserine adını vermiş, şanı, şöhreti 700 - 800 yıldır devam etmiş. Dolayısıyla “Köprüler yaptırdım gelip
Popülarite ile nitelik arasındaki ilişki hemen her alanda sorgulanan bir mevzu. Bu tartışma zaman zaman edebiyat dünyasında da gündeme geliyor. Hatta kitapları çok satan yazarların edebi niteliğine kuşku ile yaklaşıldığı da oluyor. Kimi zaman haklı, kimi zaman önyargılı olsa da bu yaklaşımı net bir şekilde kıran isimlerden biri Ahmet Ümit.
Dört yıllık çalışmanın eseri
Ahmet Ümit’in son romanı ‘Elveda Güzel Vatanım’ aralık ayı başında yayınlandı. İlk baskı
250 bin adet yapıldı, bir solukta tükendi ve 50 bin adet ek basıldı. Üstelik Ümit bu kez tümüyle farklı tarihi bir romanla okurlarının karşısına çıktı. Dolayısıyla bu ilgi, okurun polisiye roman sevdasıyla açıklanamazdı, zaten rakamlar Türkiye’de polisiye roman satışlarının o denli yüksek olmadığını gösteriyor.
O halde neydi ilk birkaç günde oluşan bu ilginin sebebi?
Bu soruyu Ahmet Ümit’e sordum. O, kitaplarına gösterilen ilgiyi, okuyucusuyla yıllardır doğrudan kurduğu ilişkiye bağlıyor ve Ahmet Ümit adının önde olduğunu, çok satan yazar olmanın karşılığı olduğunu anlatıyor. Bunu söylemekte bir beis görmüyor.
Ümit ‘Elveda Güzel Vatanım’da, İttihat ve Terakki dönemini, 1908 - 1926 yılları arasında yakın tarihimiz
Bu hafta yine Tatbikat Sahnesi’ndeydim. Ankara’dan sonra İstanbul’a taşıdığı Tatbikat Sahnesi’nde Erdal Beşikçioğlu’nun yorumuyla ‘Bir Deli’nin Hatıra Defteri’ni sonunda seyrettim. Gogol’un artık klasik olmuş eserinde memur ‘Popriçin’in hikayesinin en çağdaş, en çılgın, en gözükara yorumuyla karşılaştım.
Tüm oyunu kendi kullandığı bir vincin üzerinde sürdürdü, binbir cambazlıkla vincin bir ucundan diğer ucuna koşturdu. Vinci bir indirdi, bir yükseltti. Nefes nefese kalarak, aşama aşama deliliği anlatan hayli zor bir metni, hiçbir repliği atlamadan oynadı. Eminim, yüreği ağzına gelerek Beşikçioğlu’nu seyrederken tüm seyircilerin aklından geçen soru aynıydı: “Acaba oyunun kahramanı Popriçin mi, o mu?”
Peki sanatçı neden böyle vinç üzerinde oynuyor? Vinç bir metafor; sanayileşmenin simgesi, bir yandan da sistemi temsil ediyor. Sanayileşme insanı egemenliği altına alıyor. O sistemin insanı ezme hali en çarpıcı böyle anlatılıyor. Yani, seyirci olarak bizim de seyrederken zorlanmamız gerekiyor.
Beşikçioğlu’nun sitemi
Aslında Tatbikat Sahnesi her anlamda seyirciye ‘birlikte elimizi taşın altına koyalım’ diyor, bilet fiyatlarından çokça şikayet edildiğinin farkındalar. Ama
Sinemamızın Sultanı olarak anılmayı her daim hak eden, mutluluğu sinemayla geçen zamanlarıyla tarif eden Türkan Şoray yıllardır yeniden sinema yapmayı, çok özlediği setlere dönmeyi istediğini anlatıyordu. Ne zaman bir araya gelsek, aklında sinemayla ilgili projeleri olduğunu söylüyordu. Yönetmenlik de o alanlardan biriydi. Ve sonunda hayalini gerçekleştirdi. Üstelik kızıyla el ele vererek yola çıktı. Yıllardır sakladığı bir hikayeyi filme çekmeye karar verdi. En büyük motivasyonu ise bu hikayeyi film yapmak isteyen kızı Yağmur Ünal’ın “Sen yönetir misin?” demesi oldu.
Yağmur’un yapımcılığında, yeniden yönetmen koltuğuna oturdu. Ve o coşkuyla çektikleri filmleri ‘Uzaklarda Arama’ bugün vizyona girdi.
Türkan Şoray’ın filmini ilk kez basınla paylaşırken yaşadığı heyecanı, aynı akşam gerçekleşen gala için yaptıkları müthiş hazırlığı gördüğümde bir kez daha o kuşağın işine gösterdiği özene, sinemaya olan aşkına saygı duydum. Hikayeden senaryoya, oyunculuklardan kostüm ve prodüksiyona kadar hakkıyla çekilen bu film, özlediğimiz yerli filmi uzaklarda aratmayacak yeterlilikte. Ekibin ustalığı da filmin özelliklerinden biri. Senaryo Onur Ünlü’ye, filmin müzikleri Rahman Altın’a ait.
Hafta