Oksijen menbaları ormanlar, asırlık ağaçlar, yeşilin eşsiz tonları yok edilip, onların yerine beton ormanları inşa etmeye devam edersek, temel olarak doğayı, çevreyi sömüren, kirleten kapitalist sistem bizi hepten yiyip yutacak.
Doğayı para kazanma aracı olarak görmek, ticarileştirmek ve onun bir parçası olduğumuzu unutarak sahibi gibi davranmak, kendi sonumuzu hazırlıyor olmanın bilincinden ne denli yoksun olduğumuzun en somut kanıtı. Kuşları ağaçsız, arıları çiçeksiz, dünyayı nefessiz bırakıyoruz. Her geçen gün yeşili biraz daha öldürüyoruz. Ormanları tek tek yok edip, onların yerine binalar dikiyoruz. O ormanlarda yaşayan binlerce canlı türünü kendi zevklerimiz için evsiz ve cansız bırakıyoruz. Sürekli betonlaşıyor ve betonlaştırıyoruz.
Kulaklarımızı kuş cıvıltılarından, yaprakla rüzgarın ahenkli ritminden, örtü- böcek seslerinden yoksun; gözlerimizi kelebeklerden, arılardan mahrum bırakıyoruz. Yağan yağmurdan sonra iliklerimize kadar hissedebileceğimiz toprak kokusunu yayan alanlara dikilen beton yapılar soluk almamızı engelliyor. Ağır iş makinalarının çıkardığı sesler kulaklarımızı, zevksiz yapılaşma gözlerimizi, sonraki nesillere nasıl bir dünya kalacak endişesi ruhumuzu yoruyor. Betonlaşmaya zemin hazırlayan her türlü karar canımızı yaktığı gibi, şimdi Bodrum Ortakent mahallesi için verilen karar da canımızı yakıyor. Yok ettiğimiz her yeşil alana döktüğümüz beton, bir gün mutlaka bizim sonumuzu getirecek. Çünkü bu betonlaşma ve doğayı hunharca tahrip etmelerimizin sonucu iklime de etki ediyor. Topraktaki havayı sürekli olarak bu beton yığınları ile bastırıyor, yavaş yavaş yok ediyoruz. Toprağı kurutmak geleceği kurutmaktan farksız. Biz neyi unutuyoruz biliyor musunuz? “Doğa bizlere değil biz doğaya muhtacız!” İşte biz bunu unutuyoruz. “Gidebileceğimiz başka bir dünya yok!” bunu unutuyoruz. Var olan güzellikleri korumak ve bizden sonraki nesillere aktarmak için çabalamalıyız. İşte bu sebepten “çevre mücadelesini” önemsemek en birincil gereklilik. Bu bağlamda “Bir ideoloji olarak çevrecilik, siyasetin bir kolu olmamalıdır.” “Çevrecilik kendi politikaları doğrultusunda bir siyasi temele oturtulmalıdır.” Bu politikaların oluşmasında ise bireylerin kendi yaşam biçimlerinden başlayarak bilinçlenmeleri ve bu bilinçlenmenin tüm toplumda hızla yaygınlaşması gerekmektedir. İnsan ve diğer canlıların hakları, demokrasi kadar yaşamsaldır. Sürdürülebilir bir yaşam ve yaşam alanları yerine, betonlaşmış bloklarla dolu bir kaos durumu, özünde yaşanabilir olan bir Dünya’yı çözümsüzlüğe iter. Maalesef sonucunda da “Dünya’daki yaşam çaresizce yok olur!”
Hayvanlara yönelik şiddet!
Gümüşlük’te yaşayan hayvan dostlarının bir araya gelerek kurdukları Gümüşlük Patiler Derneği, akıllı künye adını verdikleri yeni bir uygulama başlattı. Amaç, Bodrum’da yaşayan sokak köpeklerini kayıt altına almak. Akıllı künyeli tasmalarda, köpeklerin isimleri, aşıları, kullandıkları ilaçlar gibi bilgiler yazacak. Çok iyi niyetli bir uygulama. Gerçekten tebrik ediyorum. Tabi sokak hayvanlarının sorununu ne künye takmakla ve ne de gönüllü derneklerin çabalarıyla çözülebilir. Geçen gün Yılmaz Özdil’in sokağa terkedilen hayvanlar, sokak hayvanları ve hayvan barınakları üzerine yazdığı makaleyi okudum. Konuyu oldukça iyi kaleme almış. Okumanızı tavsiye ederim.
Akıllı künye uygulamasını Gümüşlük’ten başlatan Bodrum Belediye Başkanı Ahmet Aras, konuşmasında “Hoşgörü ve barışın kenti Bodrum’un hayvan hakları konusunda da tüm dünyaya örnek olacağını” söyledi.
Hayvanları sevdiğini ve önemsediğini görüyorum. Ama maalesef belediyeye bağlı bazı birimlerde böyle bir yaklaşım yok. Örnek vermek gerekirse, kendi yaşadığım bir olayı anlatmak isterim. 4 ay önce bir köpek evlat edindik. Adı Pitta. Şimdi 6 aylık oldu. Arkadaşlarımızla çıktığımız tekne gezisinde Pitta’nın dudağına rapalanın iğnesi battı. Bir taraftan girdi, diğer taraftan çıktı. Çıkarmaya çalıştık ama başaramadık. Hayvan kan içinde ve feryat figan. Pitta’yı kaptığımız gibi atladık bota. Pitta kucağımda. O çaresiz, ben çaresiz. Bodrum Marina’ya geldik. Hemen bir taksiye atlayıp veterinere yetişme derdindeyiz. Marina Taksi’ye koşturduk. İlk sıradaki taksi, “Ben arabama köpek almamam” demesin mi...
“Hayvan yaralı. Veterinere götürmemiz lazım diyorum, “Yok alamam. Hem her yer tüy oluyor hem de arabaya kokusu siniyor” diyor. “Ya anlıyorum da, bu özel bir durum” diyorum. Yüzünü ekşitiyor. 8-10 tane taksi daha vardı. Neticede hiçbiri arabasına almadı bizi. Gideceğimiz yer 600-700 metre ileride. Hava sıcak, Pitta 20 kg. Yoldan başka taksi de geçmiyor. Yere bıraktığımız an patileriyle oltayı çıkarmaya çalışıyor, yerlerde sürünüyor hayvan. Eşim, veteriner Ahmet Kurt’a kadar kucağında taşıdı Pitta’yı. Bayıltıp çıkardılar koca kancayı. Bizim köpeğimizin başımıza gelen nispeten basit bir kazaydı. Daha ciddi bir durumla karşılaşmayız umarım. Zira, hayvan hakları konusunda dünyaya örnek olmayı hedefleyen Bodrum’da taksiler yaralı bir köpeği dahi araçlarına almıyorlar. Yaşadığımız bu tatsız tecrübeyi Bodrum Şoförler Odası Başkanı Hasan Kablı’ya ilettim. Araç sahiplerinin, bir sonraki yolcuyu düşünerek araçlarına hayvan almak istemediklerini, ancak söz konusu yaralı bir hayvansa, bu davranışın kabul edilemeyeceğini söyledi. Arkadaşlarını bu konuda uyaracağına dair söz aldım.
Türkiye’de her gün bir hayvana yönelik şiddet suçu işlenirken, son birkaç yıldır çeşitli şekillerde gündeme gelen ancak ne zaman parlamentoya getirilip yasalaşacağı belli olmayan Hayvan Hakları Yasası’nın akıbetini merak ediyorum.