Gül Mutlu Eskihancılar

Gül Mutlu Eskihancılar

gulmutlu.eskihancilar@gmail.com

Tüm Yazıları

Daha yaşanılabilir bir toplum yaratma çabasındaki insan, birey bireyin hakkını korumadığı, birey bireye saygı duymadığı ve herkes bireysel olarak istediği gibi davranmaya devam ettiği için çeşitli çözümler aramış. Ve sonunda çareyi, bir toplulukta uyulması gereken ve insanlar arasındaki davranışları düzenleyen, nezaket, saygı ve görgü kurallarını adab-ı muaşeret başlığı altında toplamakta bulmuş.
Adap, edebin çoğulu... Muaşeret ise, “Birlikte yaşayan kişilerin iyi geçinmesi” demektir. Düzenli bir yaşam sürebilmenin yolu saygıdan, saygının yolu nezaketten, nezaketin yolu görgüden geçer. Toplumsal bir varlık olan ya da olmak isteyen insan, kendini yaşadığı toplumdan ve o toplumu ilgilendiren değerlerden soyutlayamaz, soyutlamamalıdır. Toplumun bir parçası konumunda olan her bireyin, özlemini duyduğu değerlerin oluşması, yerleşmesi, gelişmesi ve devamlılığının sağlanması için üzerine düşeni yapması gerekmez mi? Herkes imkânları doğrultusunda minnacık bile olsa bir katkıda bulunsa fena mı olur! Ne bileyim yoldaki kırık bir cam parçasını kaldırıp çöpe atmak bile büyük bir katkı değil midir sizce de? Ama günümüzde hızla dejenere olan ve maalesef kapitalizmin göz boyayan imkânlarına tüm benliğiyle teslim olma yolunda hızla ilerleyen insan, aynı hızla insan olmanın gerekliliklerinden uzaklaşıyor. Saygının yerini şiddet, nezaketin yerini kabalık ve görgünün yerini şımarıklık almış gibi. Aslında özünde benmerkezci olan insan, bu hızlı değişimi fırsat bilip kendini yargılamak yerine alkışlamayı tercih ediyor maalesef. Ve hatta kendini en üstün insan olarak görmenin verdiği haz sarhoşluğuyla geziyor etrafta.
Nezaket, saygı ve görgü artık sadece tadımlık olarak küçük porsiyonlar halinde ve tamamen yanlış servis ediliyor. Görgü; çatalı sola, kaşık ve bıçağı sağa koymakla olmuyor. Ya da saygı; büyüklerin yanında ayak ayak üstüne atmamaktan geçmiyor. Veya nezaket; kadınlar arabaya binerken kapılarını açmak değil sadece.
Adab-ı muaşeret kuralları ‘insan olmanın’ kuralları aslında. Ve bu kuralların yazılı olmasına da hiç gerek yok. Mesela, günaydın demek, gülümsemek, selam vermek, hatır sormaktır insan olmanın kuralları... Mesela, olur olmaz yerde bağırıp çağırmamak, uygunsuz ortamlarda müziği sonuna kadar açıp etrafı rahatsız etmemektir insan olmanın kuralı.
Mesela, trafikte deli fişek olup tehlikeye sebebiyet vermemektir. Gerekli gereksiz korna çalmamaktır insan olmanın kuralı. Mesela, sırada beklemeyi bilmek, ben senden daha uyanığım edasıyla önlere kaynamaya çalışmamaktır insan olmanın kuralı. Mesela, kendi sağlığını korumak için taktığın maskeyi, başkalarının sağlığını tehdit edercesine yere atmamaktır insanlığın kuralı. Mesela, hak yememek, başkasının hakkını yedirmemektir insanlığın kuralı. Mesela, yol vermek, yer vermek, kırmızı ışıkta geçmemek, emniyet şeridinden gitmemektir insanlığın kuralı. Mesela, yerlere tükürmemektir, yediğin çekirdeğin kabuğunu veya mısırın koçanını etrafa atmamaktır. Piknik yaptıktan sonra çöpünü toplamaktır. Yaktığın mangal ateşini söndürmektir. Yediğin iki köfte uğruna ormanları yakmaya sebep olmamaktır insan olmanın kuralı. Bir somun ekmeğin yarısını, aç olanla paylaşmak... İhtiyacı olana yardım elini uzatmaktır. Ve din, dil, ırk, renk ve cinsiyet gözetmeksizin insana insan gibi davranmaktır.

Haberin Devamı

Sosyal dejenerasyon

Haberin Devamı

Ekonomik düzenin; maddi gücü, görgü ve kültür birikiminin önüne geçirdiği bir ortamda, karada yaşanan ve neredeyse kutsanan sosyal dejenerasyon kendine denizde de yer buluyor. Seyir, sürat, telsiz, demirleme, kıçtan kara, çevreyi koruma, denizi koruma, gürültü ve hatta marina disiplini gibi pek çok alanda yaşanan görgü ve nezaket eksikliklerine şaşırmıyorum artık. Şaşırmıyorum ama çok sinirleniyorum. Gerçekten kahroluyorum ama ne fayda...
Gidip uyarsan neyle karşılaşacağın belli değil... Ya bir torba laf, ya hakaret... Yeni Teksas kuralları da devreye girebilir... Tutar çeker silahı, belli mi olur. Bizim toplum mülkiyetçiliği pek sever. Tekneyi kıçtan kara yaparken bile bu alışkanlığından vazgeçmez. Halatlar, 160 derece açıyla bağlanır ki, kendi özel koyu olsun. Yamacıma kimse gelmesin, buralar benim... Eğlence anlayışı da gelişmiştir. Sessiz bir koyda sıkılmayalım diye müziği sonuna kadar açar. Sizi, ya alır Angara’nın bağlarına götürür, ya rap karnavalına, ya da gazinoya. Maksat, hep beraber eğlenelim... Sevgili arkadaşım, sen istediğin yere gidebilirsin, ama lütfen beni yanında sürükleme. Ben sessiz koyda son derece mutluyum... Netice: Uygar dünyada, toplumların yüzyıllar önce yerleşik topluma geçtiği ve güçlü burjuvazinin aristokrasiyi kendine örnek alarak değerlerini yarattığı göz önüne alınırsa, adab-ı muaşeretin uygarlığın en önemli sıçrama alanı olan deniz ve denizcilikte de gelişmemesi sürpriz değil.