Büyükşehirin özellikle de İstanbul’un kalabalığı, trafiği, ve kaotik ruhu hepimizin malumu.
En küçük ve önemsiz gibi görünen aktivitelerin bile çileye dönüştüğü, kocaman plazaların ve karmaşanın içinde sıkışıp kalınan, sizi daha sinirli, daha sert, daha aceleci, daha tahammülsüz yapan ve hatta sizi de kendi gibi acımasız kılan bir düzen.
İşe, toplantıya, akşam yemeğine, doktor randevusuna, çocuğun okuluna, servise yetiş.
Hayat sanki bir yerlere, bir şeylere yetişmekten ibaret.
Çin’in Wuhan kentinde başlayıp onlarca ülkeye sıçrayan “Koronavirüsü” salgınında dünyayı dehşete düşüren haberler ardı ardına gelmeye devam ediyor.
Ölü sayısı her geçen gün artıyor ve maalesef henüz bir tedavi de geliştirilmiş değil.
Ülkeler virüse önlem almaya çalışıyor ama bu ‘Covid19’ duman attırıyor ortalığa.
Henüz bizim ülkemizde yok diye daha sakindik sanki ama sınır komşumuz İran’da görülmesi, için için çalan siren seslerini biraz daha yükseltti sanki.
Valla ne yalan söyleyeyim bende de endişe ve çekince başladı.
Hatta öyle ki, en azından uçakta veya toplu taşıma araçlarında takarım diye maske bile aldım.
Bodrum’da son bir iki yıldır, özellikle de bahar ve kış aylarında, Çinli ve Koreli turist grupları görürdüm.
Şimdi bu yazıyı yazarken düşündüm de, evet bu baharda da gördüm ama kış aylarında yoklardı sanki. Yok yok gelmediler, en azından ben görmedim.
Oldum olası gıcık oluyorum şu nargileye.
Hiç denemediğim için insana nasıl bir haz verir bilemem ama sağlığı olumsuz etkilediği net.
Uzmanlar, ‘Sigaradan daha az zararlı değil’ diyor.
Bu uyarılara rağmen, son zamanlardaki tüketimde dikkat çekici artışı anlamak için çevrenize bakmanız yeterli.
Gençler arasında çok yaygın maalesef. Yapılan bir araştırmaya göre bizim memleketteki nargile içicilerinin yüzde 41’i, 18-21 yaş arasıymış.
Çok yazık!
Eskiden nargile sadece nargile kafelerde bulunuyordu.
İçmek isteyen oralara giderdi, zaten bu kadar yaygın da değildi.
Sonbahar ile birlikte sağlık deposu balık, sofralardaki yerini almaya başlar.
Söz konusu balık olunca ‘lüfer’ başımın tacıdır.
O asil bir Boğaziçi Kraliçesi.
O bütün denizlerin en lezzetlisi.
O bir şölen.
Hani ‘Denizden babam çıksa yerim’ diyenler var ya, işte ben de onlardanım.
Çıtır çıtır kızarmış hamsi, istavrit, kıraça.
Dünya, eline geçen her çöpü etrafa fırlatan terminatörler tarafından kuşatıldı.
Bir bakıyorsunuz önünüzde giden arabalar; kutu içecek tenekesini, sigara paketini, kirli peçeteyi fırlatıyor dışarıya.
Sonra bir bakıyorsunuz hemen yanı başınızda; yiyecek ambalajları, sigara izmaritleri, sümüklü mendiller, çiğnenmiş yapış yapış cikletler.
Kimileri toplu hareketlerden hoşlanıyor; ortak paylaşım, gruplar halinde banklara oturup çitledikleri çekirdek kabuklarından, tepecikler inşa etmek veya içtikleri bira şişelerini yere atıp tuzla buz etmek.
Bir de, gırtlaklarından çıkardıkları kişiye özel böğürtü eşliğinde genizlerini temizleyip, caddeye nokta atışı yapanlar var.
‘Temizlik imandan gelir’ diyen bir toplum, bunu niye yapar anlamak mümkün değil.
Sahip olduğumuz değerleri emsallerinden farklı kılacak birçok avantajınız varken, bu avantajların kıymetini bilmemek, değerlendirememek ve hatta mevcutu bile koruyamamak hem tuhaf hem de çok acı.
Bizim Bodrum’da Çarşı Mahallesi ve özellikle Cumhuriyet Caddesi de bu dertten muzdarip..
Her geçen gün özünü, sözünü, karakterini yansıtmaktan uzaklaşıyor.
Bodrum olmaktan çıkıyor adeta.
Yazın daha çok eğlence amaçlı gelen misafirleri konuk eden Bodrum, kışın daha farklı bir profili ağırlıyor. Büyük şehrin karmaşasından kaçıp bedensel ve beyinsel detoks ihtiyacı için geliyor bu kitle. Amaç; gece hayatına akmak değil, bedeni ve ruhu dinlendirmek. Sabahlara kadar kontrolsüz çalınan müzikle yorulmak değil, kuş cıvıltılarıyla uyanmak...
Malumunuz, yazın Bodrum’da yüksek desibelli ve sabahlara kadar çalan çok ciddi bir müzik problemi var. Ve bu problem, salgın bir hastalık gibi tüm yarımadaya yayılmış durumda. Müzik, istediğiniz yerde istediğiniz tarzda ve makul desibelde dinlenince ‘ruhun gıdası’dır. Ama maalesef Bodrum’da içine hormon karışmış bu gıda, vücudunuza sinsice girip toksik bir madde gibi zehirleyebilir sizi.
Kimileri için tatilin anlamı eğlenmek, kimileri için de dinlenmektir. Hal böyleyken, sapla samanın birbirine karışmasına engel olmak veya tedbir almak gerekmez mi? İnsanın kimyasını bozacak kadar yüksek desibelde çalınan müzik ve huzur vaatleri, aynı cümle içinde kullanılırken
Dilimizden dökülen sözcükler etrafımızdakilere hep enerji veren cinsten olabilse keşke.
Tatlı bir günaydın, bir iyilik, bir gülümseme, iyi bir dilek veya içten bir teşekkür.
Biz enerji santrali olsak, çevremizdekiler bizim ürettiğimiz enerjiyle bir tık şarj olsalar.
Güne güzel başlamaları için ufak bir katkımız olsa, onlar motive olsalar ve bu motivasyon “Kelebek Etkisi” gibi uça uça herkesi sarsa sarmalasa.
Ama ne mümkün, bizim üretim merkezi adeta, pis su atık pompası gibi çalışıyor.
Saygısızlık, düşencesizlik, bencillik, fırsatçılık, kabalık ve daha neler neler.
Hepsinin bini bir para!
Herkesin suratı sirke satıyor.