Henüz beş yaşındaydım.
Yakında Yunanistan'a gidecek olan bir trenin vagonları arasına bırakılmış muhacirlerdik.
Bugün olacakları bilmiş gibi Yugoslavya'dan tası tarağı toplamış Fener'i mesken edinmişti babam.
Ve gelir gelmez de çok lazımmışım gibi ben doğmuştum.
Bir Rum evinin sığınmacısı olarak yaşıyorduk Fener'de.
Paramız yoktu, pulumuz yoktu, suyumuz yoktu...
Yoksulduk...
* * *
Her sabah aynı saatlerde tıktıklanırdı evin penceresi.
Pencereyi açardım.
Kurşun pencere eşiğinde faili meçhul bir 2.5 lira bulurdum.
Her sabah tekrarlanırdı bu oyun.
En sonunda daha erken uyanıp bana sabahları para bırakan insanı görmek istedim...
Pencere tıktıklandı. Perdeyi açtım.
Mahallenin ayakkabı tamircisi Yorgo ile göz göze geldik...
Yaşlı adam 5 yaşındaki bir çocuğun bakışlarına tutunamadı.
Bir süt içerim umudu ile bıraktığı iki buçuk lira elinde, mahçup ve şaşkın yere kaçırdı gözlerini.
* * *
Kıbrıs krizi patladığında Fener adeta boşalmıştı.
Irkçılar her iki tarafta da iyi çalışmıştı derslerini ve kara tahtaya "göç" haritaları çizilmişti.
En iyi komşularımız gelen milliyetçi dalgalardan ürktüler.
Binlerce yıldır yaşadıkları topraklardan göçtüler gözleri arkalarında ve vatandaşlarında.
Bir göçmen çocuğuna acıyıp her sabah penceresine para bırakan Yorgo Amca da göçmendi artık.
Babamla vedalaştılar uzun uzun. Sonra bana sarıldı çocuğuna sarılır gibi.
Ve ben o gün karar verdim Yorgo Amca'ya ve onun çocuklarına kurşun sıkmamaya.
* * *
Bakmayın faşistlerin ve politikacıların tahriklerine.
Yunanistan'da koca bir yürek var Türkiye için çarpan.
İkimizin de sofrasında dolma var akşam yemeklerinde.
Düğünlerimizde çalan kasap havası, masamızdaki rakı ve musakka bizi yıllardır yakınlaştırıp duruyor zaten.
Depremde gördük karagün dostlarımızın çırpınışlarını.
İlk onlar koştu imdadımıza.
Atina Gölcük için ağladı, Selanik Adapazarı için yas tuttu.
Artık hiçbir güç bana güvenerek maraza çıkarmasın Yunanlı dostlarımızla.
Silah tüccarları başka düşmanlar bulsunlar korkutup eski teknolojilerini kakalamak için.
Benim Yorgo Amca'ya ve çocuklarına atılacak bir tek kurşunum bile yok.
Bir tek kurşunum bile...
Hayatta mısın bilmiyorum ama sen "yardıma ihtiyacımız yok" diyen manyaklara bakma Yorgo Amca.
Size her zaman ihtiyacımız var.
Sizin de bize.
"Komşu komşunun külüne muhtaç" değil mi zaten?!.
Veli Göçer'in tost - iti
* Yıkılan binalardan çıkan kerestelerle tabut işine girilecek.
* Sitenin enkazlarından çıkan deniz kumu plajlara satılacak.
* Ar damarım deprem mühendislerine baktırılacak. Galiba çatlak var.
* İnşaat mühendislerine edebiyat yapmaları yasaklanacak. Ben edebiyatçıyım inşaat yaptım olmadı. Herkes işini yapacak.
* Pasaportum yıkılan ofiste kalmış. Pasaport bulunana kadar kılık değiştirip enkaz ekiplerine yardım edilecek.
Bir çocuğum daha oldu...
Film, yaz sıcakları, deprem derken nasıl becerdim bilmiyorum ama Metin Üstündağ ve Metin Celal'in çabaları sayesinde bir çocuğum daha oldu.
Durun yahu hemen aklınıza kötü şeyler gelmesin.
Onlar benim sevgili editörlerim.
Uzun bir zamandır hazırlıkları süren "İsim, Şehir, Hayvan, Bitki" adlı kitabımı bitirip baskıya hazırlayıp çıkartmışlar bile...
Kitabın adı oldukça uzun.
"İsim, Şehir, Hayvan, Bitki..."
Hani çocukken oynadığımız o oyunun kitabı işte.
A harfinde Adile Naşit, C harfinde Cemal Süreya, F harfinde Fellini, N harfinde New York var.
Kitabın ismi uzun geldiyse "Salak yazar Gani Müjde'nin son kitabı geldi mi?" diye isteyebilirsiniz.
Hükümet kitaba da deprem vergisi koymadan aldınız aldınız...
Sonraki baskılarına zam gelecek haberiniz olsun.
Yazara E-Posta: g.mujde@milliyet.com.tr