Kaptanı Derya Gani Efendi'nin gezi notları: 2
Samos Patmos'un kuzeyinde Kuşadası'nın karşısındaki ada. Bildiğimiz Sisam ama biz buralarda ona Samos diyoruz...
Sisam çok büyük bir yangını yeni atlatmasına rağmen huzurlu ve keyifli bir yer gibi geliyor bize...
Ada halkı çok sevecen. Herkesin Türkiye ile bir bağı var mutlaka...
Kokari adlı nefis bir sahil kasabasında "Nurhayat Teyze" nin Olimpia otelinde kalıyoruz...
Zaten burada bütün kadınlar Nurhayat Teyze'ye benziyor.
Hepsi birbirinden şirin ve cana yakınlar...
Samos'ta çay bahçesine benzer bir tavernada (Garden Taverna) başka Nurhayat teyzelerle çadırımın üstüne şıp dedi damladıyı oynuyoruz, kadifeden kesesi söyleyip yassu diye tabak kırıp baklava yiyoruz gece boyunca sonunda...
Bizim Türk olduğumuzu öğrenince hiç oturtmuyorlar zaten. Hayde hayde diyerek beni ve yeni gelini oynatıyorlar gecenin geç vakitlerine kadar Nurhayat teyzeler.
Ertesi gün gene psikopatlara binip adaya döndüğümüzde yanımıza eski bir İngiliz teknesinin yanaştığını fark ediyorum...
Türkiye'den çok güzel izlenimlerle gelen sevimli İngiliz çift, hoş beşten sonra bize yardım edeceklerini söylüyorlar.
Bir yeni rakı karşılığında demiri kurtarmayı kabul etti İngilizin erkek olanı.
Bana ikide bir pazularını gösteriyor ben bunu elimle alırım diyor ki gören de Rambo sanır.
Oysa İngiliz o kadar zayıf ki yandan bakınca değil pazusu kendisi bile görünmüyor...
Ama onun verdiği cesaretle kıyıdan bir koltuk halatı kaparak açılıyoruz.
Birkaç manevra ve zorlama sonucu demiri kurtarmayı başarıyoruz ...
Özgürüz artık...
Hemen bunu kutlamak üzere kıyıya bağlanıyorken "sevimli" sahil güvenlik görevlisi bize buraya bağlanamayacağımızı söylüyor.
Kos'tan yatlar geliyormuş limanda zaten yer yokmuş.
"Makinamız arızalı bir yere gidemeyiz" filan diyorsak ta dinletemiyoruz "kibar" port polislerine.
"Alın adanızı başınıza çalın" diyerek ve yeni rakıyı İngilizlere toka ederek yakınlardaki doğal bir limana demiri elle atmaya karar veriyoruz...
Biz demiri atıyoruz fırtına çıkıyor...
Ama ne fırtına. Tutunmak mümkün değil.
İkinci demiri atarak ve sabahı zor ederek hiç uyumadan sabah beşte Leros'a doğru yola koyuluyoruz...
Hava arkamızdan 4-5 şiddetinde esiyor ve 2-3 metrelik dalgalar yapıyor.
Ben de bu arada dümen tutmayı öğreniyorum.
Üç saate yakın azgın dalgalarla boğuştuktan sonra kapağı Lakki limanına atıveriyoruz.
Yunanistan'daki akıl hastalarının rehabilitasyon amacı ile kapatıldıkları bu ada bize de iyi geliyor.
Marinayı, güler yüzlü yetkililerini ve genel olarak ada halkını çok seviyoruz...
Bence Yunan adaları içinde en görülmeye değer ada Leros adası...
Liman polisleri bile çok güler yüzlü...
Adanın liman şehri Lakki ise adayı ikinci dünya savaşı sırasında işgal eden İtalyanların yaptığı bir şehir. Sokaklarında gezerken Fellini'nin Amarcord filminin kareleri uçuşuyor beynimde.
Sinema Paradiso'nun önünden geçip sola dönünce, adanın Agia Marina adlı merkezine ulaşıyorsunuz.
Leros'ta bol miktarda plaj var ama Pandeli hem plajı, hem sevimli balık restoranları hem de yel değirmenleri ile en güzel beldesi Leros'un...
Bu arada hava durumu ile Simpson ve Lawrence adlı dayıoğullarının vinçe taktıkları plastik parça bekleniyor Atina'dan.
Ama olsun keyfimiz yerinde olduğu için Leros'u hiç rahatsız etmiyoruz.
O da bizi etmiyor.
Karşımızda Gümüşlük ve Turgutreis'in ışıkları yanıp sönüyor geceleri.
TRT FM'den "Olmaz ilaç sinei sad pareme" adlı şarkıyı dinliyoruz hasretle karışık.
Hafta sonuna doğru internet güzel hava müjdeliyor.
Simspon ve Lawrence'den ise haber yok...
Gece kumların üzerine atılmış masalarda kadehlerimizi stinyasu diye kaldırıyoruz.
Garson bize "stinyasu"nun "serefey" demek olduğunu açıklıyor.
Biz de ona günaydın demesini öğretiyoruz.
Ertesi gün gitme vakti geliyor. Güzel adaları ve güzel insanları arkamızda bırakarak dünyanın en güzel şehrine Bodrum'a ulaşıyoruz.
Son aldığım habere göre ise Simpson ve Lawrence'in arasına başka bir erkek girmiş...
Yazara E-Posta: g.mujde@milliyet.com.tr