* Önce güneş tutulması ertelendi haberi yayıldı sette, sonra güneş tutuldu... Yemek paydosunu o saate denk getirdim ki ekip bin yılın bu son geyiğinden mahrum kalmasın. Herkesin elinde ND filtreler, ayın güneşe efelenmesini seyrettik. İçi boş teneke çalacaktık bulamadık. "Meclis'te olsaydık bol miktarda vardı" dedi biri...
* Sette ciddi bir körlük problemi var. Bizanslıların çoğu mavi lenslerle oynadığı için önünü göremiyor.
* Posta'da çıkan "Teknik ekip Mehmet Ali Erbil'den sonra geliyor" haberi bir önceki gün saat 04.00'e kadar 200 kiloluk ışıkları oradan oraya taşıyan teknik ekibi çok üzdü. 04.00'e kadar çalışıldığı için ekibe öğleden sonrasına kadar uyku izni vermiştim ve tüm oyunculara bunun iletilmesini söylemiştim. Sadece Mehmet Ali Erbil'e ulaşılmamış o da sabahın köründe gelmişti. Çalışanlara haberin kötü niyetle yazılmadığını anlatana kadar canım çıktı. (Eee gazeteciyiz ya koruyoruz bizimkisini)
* Teodorakis rolünü oynayan Ümit'in yaptığı oturunca ortası çöken sandalye tuzağına herkes düştü. Önce Kerem, sonra Mehmet Ali... Mehmet Ali fena düştü yalnız.
Düştükten sonra Çarkıfelek'te iflas gelmiş yarışmacı gibi oldu suratı. Ama usta şovmen ne de olsa hemen toparladı durumu.
Datça'ya bahar geldi
Başımda kavak yelleri ve portakal ağaçları sallanıyordu.
Tuzlu su iyi gelir dediler aşk yarasına, vurdum kendimi pusulanın S noktasına.
Foça, Bodrum, Marmaris derken Datça'da buldum cenneti ve acımı Datça'ya parkettim.
Datça beni yeni doğmuş bir ananın yavrusunu sardığı gibi sardı.
Uzunada Oteli'nin pencerelerinden yel giriyordu içeri.
Ve bir tuhafiyeciden alınıyordu oda anahtarı.
* * *
Geçtiğimiz aylardı sanırım.
Küçük bir tekne ile Bodrum'dan Datça Limanı'na maceralı bir yolculuktan sonra varmış, Körmen Limanı'nda halata uzanan dost bir el aranıyordum.
Aynı saatlerde ise Datça'dan Bodrum'a giden bir feribot demir alıyordu limanın içinde.
Gözüm güverteden denizi seyreden tanıdık birine takıldı.
Başka türlü bir şeydi onun istediği...
Ne ağaca benziyordu, ne de buluta.
* * *
Balıkçı Mehmet'in oradan dost iki el aldı halatı.
Mayna ettik tekneyi.
Tanıdılar, çaya kahveye buyur ettiler.
Sohbette biri dedi ki...
"Can Baba'yı İzmir'e götürdüler. Ölecek galiba."
"Azrail onun bedenini alabilir ama ruhunu asla" dedim, gülüştük.
* * *
Şimdi Datça'ya ekildi aziz naaşı.
Gökova'nın denizle yıkanıp Datça'ya ulaşan rüzgarlarında sallanacak başucundaki kırmızı karanfiller.
Serin bir şarap testisi yanıbaşında, şair uzun yıllar yaşayacak eski Datça'da.
Ve her ağustos ayında Datça'ya bahar gelecek.
* * *
Aynı kadehte hiç yolculuk yapamadık Can Baba'yla.
Sadece "neşenin kederden daha çok cesaret istediğini" bilen iki kalemdik su üstünde yazı yazan.
Ben limana girerken o koca bir gemiye binmiş gidiyordu.
Arkasında martıların yıkandığı bembeyaz köpükler, binlerce şiir, binlerce anı, binlerce küfür ve yüzbinlerce sevenini gözü yaşlı bırakarak.
Erbakan'ın tost - iti
* Nerde kalmıştık?
* Nerde kalmıştık?
* Nerde kalmıştık?
* Nerde kalmıştık?
* Nerde kalmıştık?
Yazara E-Posta: g.mujde@milliyet.com.tr