17 Ağustos 2000 Gayrettepe... Saat 03.02. Saati kurup uyanmış pencereye koşmuştuk.
Çevreye baktım uykulu gözlerle...
Hiçbir evin ışığı yanmıyordu.
Işıklarımızı sabaha kadar yakalım önerisi çevremizde pek etkili olmamıştı.
"Uyumayın biz uyumuyoruz" sloganı hoş bir billboard lekesi olarak kalmıştı çevrede anlaşılan.
Çünkü İstanbul uyuyordu mışıl mışıl.
O hariç...
Kim olduğunu bilmiyor, yüzünü göremiyordum.
Sadece bıkıp usanmadan dakikalarca çaldığı tencere sesiydi duyduğum.
Tıng tıng tıng...
Bıkmaz usanmaz bir ritimle çalıyordu tenceresini.
Bu sesler aslında bir tencere sesinden çok 17 Ağustos gecesi karanlığa doğru yükselen bir senfoninin sesiydi...
Tek kişilik bu dev orkestraya bir iki düdük sesi katılıyor ama düdükler susuyordu az sonra.
Yüzünü görmediğim adam batık denizaltı erlerinin geminin kaportasına çekiçlerle vurarak çıkarttığı sesler gibi sesler çıkartıyordu karanlığa doğru.
İhmallere,
Allah verdi Allah aldı kadercilerine,
Bize bişey olmaz abilere,
Bize plan değil pilav lazım diyenlere,
Kötü devlet adamlarına, rüşvetçi belediyelere,
Etkisiz bilim adamlarına karşı tangır tungur dayılanıyordu tencerenin sesi..
"Biz buradayız. Ölmedik" der gibi haykırıyordu karanlığa doğru.
Beş dakikaya yakın dinledim tencerenin çıkardığı metalik sesleri.
Tıng tıng tıng...
O da belli ki ışıkların yanmasını, her pencereden karanlığa bir çığlık atılmasını bekliyordu.
Çaldı çaldı çaldı çaldı çaldı.
Evlere baktım bir tek ışık bile yanmıyordu.
Bir yıl önce don gömlek sokağa fırlayan İstanbul'da kimsenin balkona çıkacak hali yoktu.
Konuştuklarımın çoğu "Ne protestosu abi. Deprem yeterince korkuttu. Gereken dersi aldık" deyip dere yataklarına yapılmış sekiz katlı evlerine gidiyordu uyumaya...
Ve benim güzel halkım güzellik uykusunu bozmaya hiç niyetli değildi.
Karanlığa doğru tencere çalan adam gittikçe daha hızlı vuruyordu tenceresine.
Birden susturdu tenceresini ve karanlığa doğru haykırmaya başladı.
"Uyansanıza ulan. Uyansanıza ulan. Uyansanıza ulan..."
Her seçim sonrasında, her gazeteci cinayetinde, her haksızlıkta, her yolsuzlukta, Susurluk'ta, Abdi İpekçi Caddesi'nde bağırıp da sesini duyuramayanların sesiydi sanki karanlıkta tencere çalan adam.
Hepimizin yaptığı gibi yapıyordu. Gücünün tükendiği yerde haykırıyordu karanlıkta uyuyanlara.
"Uyansanıza ulan..."
Oysa Türkiye hep uyuyordu.
İyi uykular sana Türkiyem, iyi uykular...
Sezer’in tost - iti Kitapçılara gidilmeyecek. Orada çok imza günü oluyor. Kazara bi imza attırabilirler. İmzalamaya karşı kollarım kendi isteğimle kırılıp alçıya alınacak.Ecevit'in beni noter gibi görmesine engel olunacak. Gönderdiği nüfus suretleri onaylanmayacak.Kararnameler uzun sürede okunmayacak. Yakın gözlüğüm Demirel'in Köşk'ü ziyaret ettiği bir sırada koltuğunun altına konulacak.Ecevit'in gönderdiği Vefa Bozası ve Vefa Sirkesi iade edilecek...
Yazara E-Posta: g.mujde@milliyet.com.tr