İşte bu cümleyle başladı Zirvedekiler 2000 töreni. Marmara Üniversitesi'nin gençleri tarafından seçilen 2000 yılının en iyileri salondaydı.
Birkaç dalda birden ödül alacak olan Ali Kırca'ya "Poşet lazım mı abi" diye takılıyordum ki gözüm ona ilişti.
Sinema okulundaki Hocam Lütfi Ömer Akad da salondaydı.
Yanımdaki Cem Ceminay'dan ödül kazananların listesini istedim.
"Gelin, Düğün, Diyet" üçlemesinin "Kızılırmak Karakoyun" gibi unutulmaz filmlerin yaratıcısı Hocam, onur ödülüne layık görülmüştü, Marmara Üniversitesi öğrencileri tarafından.
Ödevini yetiştirememiş öğrenci gibi panikledim bir an.
Hayatta üç insandan çok korktuğumu ama öğrendiğim her şeyi de onlardan öğrendiğimi hatırladım.
Birincisi öz babam; diğerleri Oğuz Aral ve Lütfi Akad'dı.
***
Henüz 18 yaşındaydım Konyalı'nın kahvesinin önünde oturup bira içiyor ve rüzgarda havalanan her eteğin sahibine aşık oluyordum.
Ve aşık olduğum bütün kızların boyları benden uzundu...
Çizdiğim karikatürleri ayağımın altına koyarak onlarla aynı hizada olabileceğimi düşündüm ve Cağaloğlu'nun kağıt bobini ve boya kokan sokaklarından yürüyerek Oğuz Aral'ın Gırgır'daki odasına girdim.
Asık suratlı, nemrut biri olduğunu duymuştum ama gördüğüm daha da korkuncuydu.
Oğuz Abi, "Ağzınızla kuş tutsanız bana beğendiremezsiniz" ifadesi ile eline aldığı karikatürleri kıyasıya eleştiriyor, sinirleniyor, kızıyor, arada bir bizi sıkıştırarak zekamızı sınıyordu.
Oradaki kalabalık ondan o kadar korkuyordu ki zaman zaman "küt" diye bir ses duyuyorduk arkamızda. Dönüp bakıyorduk, biri bayılmış...
Ama bunca fırçanın ardından yayınlamasa bile bir iki karikatürümüzü alıyor ve parasını elimize tutuşturup salıyordu bizi hayata.
Bir iki ay sonra devamlı olarak gelip gitmem için bir teklif yaptı bana.
Hayatımın ilk iş teklifiydi.
İlk maaşım, babamdan ilk harçlık istemeyişim, ilk adam oluşumdu bu...
Artık hem MSÜ Resim bölümünde okuyor, hem de Gırgır'a gidip geliyor, akşamları da Konyalı'nın kahvesinin önünde bira içip kızlara asılıyordum.
***
Sonra birden, sinema okumak istediğimi söyledim Oğuz Aral'a...
Beni MSÜ Sinema Televizyon Bölümü’ne yönlendirdi.
Yeniden üniversite sınavlarına girdim ve bütün yetenek sınavlarını aşarak sinema okuluna girdim.
Artık bir sinema okulu öğrencisiydim ama etrafımdaki tartışmaların ve kurulan cümlelerin çoğunu anlamakta Tozkoparanlı bir lümpen olarak güçlük çekiyordum...
İnsanlar etik, izlenimcilik, içsellik, görsel efektler gibi anlayamadığım bir dili konuşuyorlardı... Bunu fark etti Lütfi Akad. Beni bir kenara çekip ev ödevi verdi. Her hafta iki kitap okuyacak ve gelip kendisine anlatacaktım.
Konyalı'nın önündeki bira günlerim sona ermişti.
Artık fırsat buldukça bir kenara çekiliyor ve yazılmış her nesneyi sular seller gibi okuyordum.
Yıllarca sürdü bu alışkanlığım ve aynı dönem öğrencileri arasında okulu ilk bitiren öğrenci oldum. Hem de iyi bir film çekerek ve iyi bir derece yaparak.
Bugün mizahçıysam, sinemacıysam ve eh birazcık da adamsam eğer, çorbada sadece tuzu yok bu iki insanın.
Kendileri var...
Bu yüzden aldığım ödülü, senaryoyu birlikte yazdığım Kemal Kenan Ergen'e ve Tükenmezkalem'deki arkadaşlarıma değil, bu iki çınara adadım...
Salonda bir alkış koptu.
Salona baktım, pırıl pırıl insanları vardı Türkiye'nin...
Can Dündar, Zeki Demirkubuz, Ünsal Oskay, Cem Ceminay, Ali Kırca, Ayşenur Aslan, Doğan Hızlan, Hasan Ali Toptaş, Güngör Uras, Sevinç Erbulak, Tamer Çıray, Türkan Şoray, Ali Poyrazoğlu, Nuri Çolakoğlu, Cem Erciyes, Saynur Varışlı, Marmara Üniversitesi'nin Rektörü ve öğrencileri...
Fırtınada kıyılara kaçmayan bir avuç insan...
Yazara E-Posta: g.mujde@milliyet.com.tr