Malum, Suriye’de kimin eli kimin cebinde belli değil!
Süregelen kaotik ortam, her an yeni bir gelişmeye gebe. Türkiye’nin dışında hiçbir ülkenin niyeti düzgün ve akılları berrak değil.
Kendi bozuk niyetlerine göre politika belirleyen bu ülkelerin nereye sürüklenmekte olduklarını kendileri bile bilmiyor!
Bindikleri alamet, onları kıyamete doğru koşturuyor.
Oynanmakta olan büyük oyunun iki temel ayağı var; birincisi ekonomik (enerji kaynakları ve güzergâhları), bir diğeri de siyasidir.
Oyunu, başta ABD olmak üzere büyük güçler kurup dizayn ediyor; küçük ülkeler de kendilerine biçilen rolleri oynuyorlar. Bu yüzden savaşların çoğu, büyük güçlerin kurup yönlendirdiği terör örgütleri vasıtasıyla ‘vesayet savaşları’ şeklinde sürdürülüyor.
Bölgemizde, vaktiyle suni sınırlarla kurulan devletlerin parçalanıp yeni bir harita söz konusudur. Siyasi olarak tasarlanan bu harita, İsrail’in ‘vadedilmiş topraklar’a kavuşmasını öngörüyor.
Bundan dolayı da Fırat ile Nil arasında yer alan ülkelerin ‘lokma lokma’ edilip İsrail’in önüne konulması gerekiyor.
Türkiye’nin ABD ve diğer büyük devletlerle olan ilişkileri, geçen asrın başlarındaki Osmanlı-İngiltere ve diğer düvel-i muazzama ile olan ilişkilerine benziyor.
Yüz yıl aradan sonra, tarihi adeta yeniden yaşıyoruz.
O gün, maddemize ve manamıza musallat olan müstevliler; yerli ve milli duruş sergileyen Sultan Abdülhamid’i hedef tahtasına oturtmuşlar, onu alaşağı edip Cihan İmparatorluğumuzu yıkmak istediler. Onca düşman karşısında dik duran sultanın sahip olduğu siyasi dehasıyla ve böylesi bir dehanın üstün gayretleri sonucunda, söz konusu olan parçalanma süreci 33 sene ertelenebildi.
Sonrası malum.. Yalnız burada bir hususu ifade etmekte yarar var: Osmanlı yedi düvelle savaşmasına rağmen yenilmedi. İçeridekilerin (askeri ve sivil bürokrasi ile devlet ve siyaset adamları) ihanetleri ve meydanda kazanılan zaferlerin masada kaybedilmesi yüzünden yenildi!
İhanetin boyutunu hesap edebilmek açısından şu kadarını söyleyelim ki; şehit kanları ile yoğrulup fethedilen kimi vatan diyarı, tek kurşun atmadan düşmana teslim edilmiştir!
Bundan dolayıdır ki, Osmanlının son iki yüz yıllık tarihinin özeti ‘ ihanetler tarihi’dir.
Bugün de aynı oyun sergileniyor. Bu kez hedefteki ülke Türkiye Cumhuriyeti;
Kendi zamanında ve vefatından sonra hakkında yalan yanlış, iftira ve doğru şeklinde en çok konuşulan ve yazılıp çizilen şahsiyet Sultan 2. Abdülhamid Han’dır.
İlber Ortaylı’nın yerinde tespitiyle, “İmparatorluğun en uzun asrı”nda yaşamış ve bunun üçte birlik kısmının sorumluluğunu fiilen üstlenen “dünyanın son hükümdarı, son evrensel imparator Sultan 2. Abdülhamid Han’dır” (33 sene).
Liderler ne denli ışıltılı beyinlere sahip olurlarsa olsunlar, onların yüzlerini ak edecek ellerinin altındaki kadrolardır. İstediğiniz kadar güzel kanunlar çıkarın; bunları, gerektiği şekilde uygulayıp, halka uygulatacak bürokrasiden yoksunsanız istenen sonuca ulaşamazsınız.
Bu dönem, yetişmiş insan kalitesi yönünden incelendiğinde, “kaht-ı rical-devlet adamı yoksunluğu” göze çarpar. Halbuki Sultan Abdülhamid Han eğitim üzerine titremiş, bugün bile en köklü eğitim ve öğretim kurumlarımızın temeli onun döneminde atılmıştır.
Ama gelin görün ki Attilâ İlhan’ın ifade ittiği gibi, “Türk aydını Batı’nın manevi ajanıdır ve Türkiye’nin yüzde 10’luk bir hain kontenjanı vardır!” Yine Attilâ İlhan’ın “Hangi Batı?” adlı kitabında Atatürk’ün şu sözü yer alır: “Münevverlerimiz belki bütün cihanı tanır, lakin kendimizi
Hemen belirt-meliyiz ki şeytana pabucunu ters giydiren ABD’nin dost ve müttefikliği düşman başına!
Dünyanın taksiminde ABD’nin tarafına düşen Türkiye’nin başına gelenler ve gelmekte olanlar pişmiş tavuğun başına gelmedi.
Bu ne menem dostluk ki ne canımızı almaktan bıktı ne de kanımızı emmeye doydu?
NATO’ya, güvenlik şemsiyesi dediler, girdik. FETÖ ayaklanmasıyla birlikte NATO’daki subaylarımız ülkelerine ihanet ederek, soluğu, dost ve müttefik bildiğimiz ülkelerde aldılar!
NATO üyesi ülkemiz kırk yıldır terör tehdidi altında, dün bu örgütlerle düşük yoğunlukla savaş yaparken, bugün düpedüz savaşıyor.
NATO bize yardım edecekken, NATO’nun ağababası ABD, bizim düşmanlarımızla bir olup bizimle savaşıyor!
Ve üstelik bu durumu dünyadan gizlemeden, herkesin gözünün içine baka baka yapıyor. Belli ki köpeksiz gördüğü dünyada değneksiz dolaşıyor!
Ne hazindir ki emperyalizmin hedefindeki ülkeler birlik olup düşmanlarına cephe alacakları yerde, kendi aralarında aldatılmışlık yarışındalar!
Şair: ‘Nush ile uslanmayanı etmeli tekdir; tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir!’ der.
Emperyalist güçler kendilerine ‘uydu’ olarak konumladıkları ülkelerin uyanmasını asla istemezler. Öncelikle mahut ülkelerin iktidarlarını belirleyip iş başı yaptırırlar ve onları, kendi kötü emelleri için manivela gibi kullanırlar.
Bununla yetinseler bir derece; ülkede gelişmekte olan her türlü kaynağı kurutmak, üretilen enerjiyi toprağa verdirmek, yetişmekte olan genç beyinleri köreltmek ve topyekün ülke insanını ‘meşguliyetle tedaviye!’ tabi tutarak mankurtlaştırmak için enva-i çeşit tuzaklar kurarlar.
Bu tuzakların başında; şu veya bu sebeple kurup geliştirdikleri ve çökertmek istedikleri ülkelerin başına musallat ettikleri terör örgütleri gelir.
Böylece; taş atıp kolları yorulmaz!
Üzülerek ifade edelim ki, bir imparatorluk bakiyesi olan Türkiye’ye de, yıllar boyu bu gözle baktılar. Yüzümüze dost gözüküp, sürekli arkamızdan dolandılar.
Türkiye, kendilerine dostça davranıp, ‘peki’ dedikçe ve çoğu kez de alttan almasına rağmen bunlara yaranamadı.
Türkiye, iplerini ağa-babalarının elinde tuttuğu terör örgütlerince, içeriden ve dışarıdan kuşatıldı ve üst üste darbelere maruz bırakıldı, bırakılıyor.
Özgür Suriye Ordusu, ülkelerini her çeşit terör örgütünden temizlemek için çarpışan ve Suriyelilerden oluşan bir milis gücüdür. Her çeşit terör örgütü derken, bunların başında, kendi halkına savaş açan ve bunun için de kimyasal silah dâhil en aşağılık yöntemlere başvuran Beşar Esed ve onun içerideki ve dışarıdaki avaneleri gelmektedir.
Suriye iç savaşı başladığında, Esed’in yanında olan Rusya ve İran gibi birkaç ülke hariç, hemen hemen her ülke ÖSO’nun destekçisiydi.
Yedi sene sonunda bugün gelinen noktada saflar netleşti ve gizlenen art niyetler
açığa çıktı.
Bütün bu hengâmede Suriye’ye karşı samimi ve içten olup, ülkenin bölünmesine karşı olan tek bir ülke var; o da Türkiye’dir. Ayrıca Suriye topraklarında asker bulundurup da işgal amacı gütmeyen yegâne ülke de Türkiye’dir.
Türkiye’nin ikircikli gibi gözüken politikalarının sebebi, dost ve müttefik bildiği ülkelerin kendisine karşı kalleşçe davranması ve Türkiye’nin bütün oyunlara karşı gardını almasıdır.
Türkiye, güya NATO ülkesi ama kırk yıldır terörle savaşmasına rağmen, NATO ülkelerinden değil yardım görmek, onları düşmanla işbirlikçi görmenin dehşetini yaşadı ve yaşıyor!
Belli ki Türkiye sınırlarını oluşturan Suriye ve Irak topra
Toplumca müthiş bir kültür erozyonuna uğradık!
Yalan yanlış, aslı astarı olmayan algılar bizi bizden kopardı. Birbirimize ve özellikle de dünümüze, tarihimize ve değerlerimize düşman kesildik. Halbuki devlet-millet hayatında asıl olan şey devamlılıktır. İdari sistemler ve hatta rejimler değişebilir; bu demek değildir ki yeni devletin eskisiyle bir irtibatı yoktur.
Devlet denilen nesne ot değildir ki hüdayinabit olarak yerden fışkırsın! Devleti meydana getiren ana unsur millet olup, onun teşkilatlandırmasıyla meydana gelir. O teşkilat şu veya bu şekilde olabilir; asıl olan millettir ve o da tarihin süzgecinden adeta imbiklenerek gelir.
Tıpkı Rus halkı, Rusya İmparatorluğu (Çarlık Rusya’sı), Sovyetler Birliği ve Rusya Federasyonu’nda olduğu gibi... Burada asıl olan, çeşitli rejimleri ihtiva eden Rusya devletinden ziyade, o devletlere vücut veren Rus halkıdır.
Rus halkını millet yapan ise, onun tarihi ve kültürel değerleridir.
Rus halkı, imparatorluk döneminde de milletti, komünizm döneminde de şimdiki federal sistemde de millettir.
Millet olmayı, sahip olduğu devletlerinin rejimleri veya sistemleriyle kazanmamıştır. Bilakis, millet olarak teşkilatlanırken şu veya bu sistem veya rejimi
Beşeri münasebetlerde olduğu gibi, devletlerarası ilişkilerde de ölçüyü kaçırmamak
gerekir.
Ölçü orta yoldur; yani dostlukta da, düşmanlıkta da aşırı gitmemektir. Bizim kültürümüzde ölçü; dosta yarın düşman olabilecek gibi, düşmana da yarın dost olabilecek gibi davranmaktır.
Bırakın aklı başında insanı, kediler bile hırlaşmadan önce; birbirimizin yüzünü tırmıklayıp yaralamayalım, olur ki yarın dost oluruz ve o yaralı yüzlerle birbirine bakıp utanmayalım derler!
Diğer bir ifade ile ölçülü olmak, herkese sahip oldukları değeri vermektir, ne eksik
ne fazla.
Baba Esed zamanında Suriye ile kanlı bıçaklı idik; oğul Esed’le ise, canciğer kuzu sarması olduk. Stratejik ortaklık kurup, ortak bakanlar kurulu toplantıları yaptık.
Vaktiyle bizi birbirimizden koparan güçler derhal harekete geçti; Arap Baharı teranesiyle meydana gelen ayaklanmalarda merkezi yönetimlerle ayrı düştük.