Yunus Emre’miz ne güzel hecelemiş: ‘..Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı; söz ola ağulu aşı bal ile yağ ede bir söz…’
Günlerdir toplumca havanda su dövüyoruz. Hoca veya hoca kılıklı mahut kişiler, toplumun huzuruna çıkıp abuk sabuk laflar edip, mide bulandırıyor ve huzur kaçırıyorlar. Bu hal, bugünün meselesi de değildir. Nedense bir kısım densizler, din adına ahkam kesmeyi, üzerlerine vazife görüp çam üstüne çam devirmeyi, eskiden beri maharet biliyorlar.
Öküzün altında buzağı aramakla maruf medyamız da mal bulmuş Mağribi gibi konuyu ağızlarına sakız edip sürekli çiğniyorlar. Niyetler bozuk olduğundan, kimsenin sadra şifa bir laf ettiği, edeceği de yok! Ama gelin görün ki, tenkidin ve hakaretin bini bir para!
Söz konusu din olunca; eğri-doğru, yalan-yanlış sarf edilen her beyan yankı buluyor ve eleştiri konusu oluyor. Halbuki işin sahipleri ve sorumluları var. Diyanet Teşkilatı, Din İşleri Yüksek Kurulu, İlahiyat fakülteleri, salahiyetli din adamları gibi sorumlu şahıs ve kurum temsilcileri susunca, meydan yeri medya hokkabazlarına kalıyor.
Onların susması ve karşı gelmemesi yüzünden değil midir ki, FETÖ ve benzeri zararlı cereyanlar kök salıp her yanı kapladı? Susanlar,
Bunca kaosun içine sürüklenen ve daha da sürüklenecek olan âlemde, yeni bir dünya düzeni kurulmak zorunda.
İşte Afrika, kurulacak bu yeni dünya düzeninin parlayan yıldızı olacaktır.
Bundan dolayadır ki başta ABD, Çin ve AB olmak üzere, dünya güçlerinin gözü Afrika kıtasındadır. Onların emelleri malum: Zira perşembenin gelişi çarşambadan bellidir.
İçlerinde ehvenişer olan Çin bile, manalarına ilişmeden, maddesini yüklenip ülkesine götürüyor.
Yalnız Türkiye’dir ki kendilerine muhabbetle yaklaşıyor ve birlikte kalkınmanın yolunu yordamını gösteriyor. Balık verirken, balığın nasıl tutulacağını da kendilerine gösteriyor.
2005 yılında başlatılan Afrika açılım süreci, Türkiye’nin küresel bir güç olmasının yanı sıra, tarihi misyonunun da gereğidir.
Evet, bütün devletler almak, yalnızca almak için giderlerken, yalnızca Türkiye vermek için gidiyor Afrika’ya.
Her kap, içindekini sızdırdı, sızdırıyor: İngiltere, Fransa, İtalya, Portekiz, İspanya, Hollanda, Almanya, Belçika ve tabii ABD (FETÖ) yalnızca sömürmek, maddi ve manevi talan için Afrika’dalar.
Kırmızı ve siyah, edebi metinlerde sevginin nişanesi olarak hayallerimizi süslerdi. Oysa Afrika’da gördük ki bu renkler siyahi bir çehrenin göz pınarlarından çıkıp, yüzde derin izler bırakarak süzülen kandan gözyaşını simgeliyor.
Tarihin garip tecellisine bakın ki kara Afrika’nın bahtı da kara oldu.
Geçen asrın başlarında talih bizim de yüzümüze gülmedi; yüz yıldır kendi dertlerimizle boğuşuyoruz. Değil Afrika’ya bakmak, burnumuzun dibindeki komşularımızla bile tüm münasebetlerimiz kestirildi.
Er ya da geç; günü geldi ve devran değişti. ‘Afrika olmazsa olmazımızdır!’ deyip, siyahi kıtanın yollarını arşınlayan ve hepsinden önemlisi, Batı’nın vampir gibi saldırdıklarına muhabbetle yaklaşan bir lider geldi. Zira bu lider, yeni dünya düzeninde Afrika ile birlikte yürümekte kararlı!
Bundan dolayı da tüm mazlumların umudu oldu.
60-70 yıl önce bağımsızlıklarını kazanan birçok Afrika ülkesine Cumhurbaşkanlığı seviyesinde ziyaretler ilk kez gerçekleştiriliyor.
Emperyalist Batı, onları iliklerine kadar sömürerek sefaletin kucağına itti. Öyle ki Afrikalı birçok ülkede halk sokakta doğup, sokakta yaşıyor.
Günlük yaşayan bu insanların yarına, yarınlara dair en ufak bir beklentileri yok.
Kalabalık bir iş adamları gurubu ve yine kalabalık bir gazeteci ekibiyle, Cumhur-başkanımızın Afrika seyahatine refakat ettik.
Cezayir, Moritanya, Senegal ve Mali’yi kapsayan ziyaretler, geçen hafta boyunca sürdü.
Gördüklerimize şaşırmadık ama doğrusu bu kadarını da beklemiyorduk.
Asırlar boyu ezilen, horlanan, enva-i çeşit işkencelere tabi tutulan, madde ve manasıyla bütünüyle sömürülen Afrikalı, hala aynı boyunduruk altında inim inim inletiliyor.
60’lı yıllarda sözde bağımsızlıklarını kazanmışlar ama bu, yalnızca kağıt üzerinde…
Müstevlilerin engizisyonu elan devam etmekte ve Afrikalının sahip olduğu başta altın olmak üzere tüm yer altı zenginlikleri Batıya akmakta…
Bu kirli alışverişin adı tek kelime ile ‘kurt taksimi’; zira taraflardan birisi devamlı alıyor diğeri ise, devamlı veriyor. Buna rağmen veren, alana asla yaranamadı ve asla insan yerine konulmadı, konulmuyor.
Siyah adamın dökülen kanında ve dinmeyen gözyaşında, Batının yüzsüzlüğünü ve sözde inşa etmiş olduğu medeniyetin soysuzluğunu görürsünüz. Zira o kan ve gözyaşı aralıksız akmakta, bununla beraber caniler, emdikleri kandan bir türlü doyamamaktadırlar.
Malum, kör topal işleyen demokrasimiz darbelerle malul.
Sağlıklı bir beyin, sebebi ne olursa olsun, hiçbir şeyi darbeye gerekçe gösteremez. Demokratik idarelerde darbe en büyük suçtur ve hiçbir şekilde izahı mümkün değildir.
Ama gelin görün ki ülkemizde yapılan her darbenin bir gerekçesi(!) olmuştur.
Dolayısıyla, sağlıklı beyin taşımayıp darbeye tevessül edenlerin ve darbe sevenlerin sığındıkları gerekçelerin başında ‘Laiklik tehlikede!’ yavesi gelmektedir.
Dumura uğramış mahut beyinlere göre, kamuda çalışan kadının başörtüsü takması veya üniversitede okuyacak kızların başörtü takmaları laikliği ortadan kaldırır ve rejimi sarsar.
En tabii insan hakkı olan kişinin inancı doğrultusunda giyinmesinin önünü açtı diye tek başına iktidarda bulunan AK Parti’ye ‘laikliğin karşıtı eylemlerin odağı haline gelmesi’nden ötürü kapatma davası açılmıştı.
Başörtüsünün alanı daha da genişletilerek hemen her yerde serbest oldu. Hani laiklik tehlikeye girecekti? Laiklik olduğu yerde duruyor; hem bu laiklik ipin üzerinde yürüyen sirk cambazı mı ki yürürken tehlike arz etsin ve ha düştü düşecek diye bakılabilsin?!
Batı’ya körü körüne bağlı, yerli ve milli olmayan köksüz tipler de Batı’ya darbenin gerekçesini(!
ABD Başkanı Trump’la birlikte dünyanın gidişatına bakıp, yeni dünya düzensizliği demek daha doğru olacağından, başlıktaki ünlemi bilerek koyduk.
Aslında tüm dünyanın hayal kırıklığı, ABD’nin zenci başkanı Obama ile başlamıştı. Halbuki ne büyük umutlarla gelmişti! Meğerse, beklenti o yönde olduğu için, Obama’nın kişiliğinde, aranan prototip bulundu ve onun şahsında gaz alınarak, beklenti boşa çıkartıldı.
Dünya âlem cambaza baktırıldı.
İçimizdeki ve dışımızdaki Amerikalıların araştırmalarına göre, Türkiye’de de yükselen değer dindi ve milenyumla birlikte Türkiye’de (onlara göre) din(ci) (!) bir partinin iktidarı kaçınılmazdı.
Bu hesabı elli yıl öncesinden yapmışlar ve ona göre de kendilerince önlemini almışlardı.
CIA yönlendirmesindeki MİT (Fuat Doğu), Diyanet (Yaşar Tunagür), CHP (Kasım Gülek) başlangıçta, daha sonraları ise başta DSP-Bülent Ecevit olmak üzere tüm siyasi partiler ve bunların genel başkanları-başbakanlar, asker ve sivil cumhurbaşkanları (RP-Necmettin Erbakan hariç) bilerek ve bilmeyerek FETÖ’nün Türkiye Devleti’nin kılcallarına değin, derinine yerleşmesine, yerleştirilmesine göz yumdular, yumduruldular.
Bu uğurda öylesine sınırsız mesafeler alınmıştır ki Türkiye’de irili
Askerlerimizin, polislerimizin, korucularımızın cepheye sevkini gururla ve övünçle takip ediyoruz.
Düğüne gider gibi savaşa ve elbette gerektiğinde şehadete koşarak ve güle oynaya gidiyorlar.
Dünya üzerinde böyle bir millete rastlayamazsınız. Üstelik bu milletin üzerinde oynanan oyunlar, diğer herhangi bir millete uygulansaydı, o milletin esamisi bile okunmazdı.
Bu milletin üzeri, şu veya bu şekilde küllenmiş olabilir ama tarihin derinliklerinden gelen köklerinden taze hayat fışkırmaktadır.
Batı medeniyetinin eriştiği son nokta; benimki benim, seninki senin anlayışıdır ki, bununla adaleti temin ettiler. Zira çağlar boyu Avrupa’nın anlayışı ve yaşam tarzı; benimki benim, seninki de benim şeklindeydi.
Oysa Türklerin medeniyetinde diğergamlık esastır. Kişi, kendi nefsi için istediği şeyi başkaları için de istemek zorundadır. Aksi halde bencillik yapmış olur.
Bizim medeniyetimizde birlik bilinci, paylaşma ve yardımlaşmayı esas alan birbiri için yaşama kültürü, aileden başlayarak toplumun tüm katmanlarına dağılır.
Yine bizim kültürümüzde vatan sevgisi imandan sayılmış ve bu yüzden vatan uğruna ölüme, ölümsüzlüğe yani şehadete gülerek ve koşarak gidilir.
İttifakın işaretini Sayın Bahçeli; ‘MHP’nin Cumhurbaşkanı adayı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’dır’ diyerek vermişti.
Türk siyasetinde daha önceleri görülmeyen bu durum, kimi çevrelerde çok yanlış değerlendirildi ve böyle yapmakla MHP kendi ayağına sıkıyor, kendi ipini çekiyor dendi.
Oysaki Sayın Bahçeli doğru olanı yapmıştı. Zaten Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin getirilmesine de Sayın Bahçeli öncülük etmişti. Dolayısıyla, yeni sistemin ne getirip ne götüreceğini en iyi o biliyordu.
Bu hale koalisyon diyenler, son derece yanılıyorlar. Zira bu sistemin ana gayesi koalisyonları engellemektir. İşin ruhunu kavrayamayan veya anladığı halde yanlış algı oluşturmak isteyenler böylesine yersiz ve tutarsız bir tavır içindeler.
Bir kere koalisyon, hükümet kurmada, hükümetin güvenoyu almasını teminde oluşturulur. Bu yeni sistemde Cumhurbaşkanı, hükümeti parlamentonun dışından belirleyip kuruyor. Ayrıca güvenoyuna da ihtiyaç yok.
Bu sistemde yürütme (hükümet) yetkisi doğrudan halktan alınıyor; bunun için de yüzde 50 artı 1 gerekiyor.
26 madde halinde Meclis Başkanlığı’na sunulan ‘İttifak yasası’ önemli hükümler içeriyor.
Bunlardan en önemlisi: Partiler tüzel kişiliklerini koruyarak ittifaka dâhil olu