14 Haziran’dan bugüne vizyonda Tarkovski rüzgarı esiyor. Sinema tarihinin en önemli yönetmenlerinden Andrei Tarkovski’nin üç yapıtı birden Başka Sinema salonlarında gösterime girdi: “Solaris”, “Stalker” ve “The Mirror”. Şiirsel sinemanın şairi Tarkovski’yi beyazperdede izlemek için büyük fırsat. İnsanın anlam arayışını beyazperdeye en iyi yansıtan yönetmenlerden biri olan Tarkovski’nin sinemasını kavramak ya da hafızamızda temize çekmek için en iyi üç seçim bu filmler.
Felsefi bilimkurgu denince akla gelen ilk filmlerden biri olan “Solaris”te geniş okyanuslarla çevrili bir gezegenin çevresinde bulunan Solaris adlı uzay istasyonunda görevli psikolog Kris Kelvin’e odaklanırız. Kendine ait bilinci olan bir gezegendir Solaris. Ağırladığı ‘dünyalıların’ zihinleriyle oynama, bilinçaltlarını yüzeye çıkarıp ete kemiğe büründürme kudretine sahiptir. Psikolog Kelvin, gizemli yapısını çözmek için gittiği Solaris’te kendisi de açıklayamayacağı birtakım deneyimler yaşar. Ölmüş karısı Hari ile karşılaşmak gibi. Ki bu karşılaşma onu bir vicdan muhasebesine de sürükler. Geçmişiyle yüzleşmek zorunda kalır. Yaşananın ne kadarı gerçek ne kadarı halüsinasyondur, aslında gerçek nedir sorusu dolaşır durur film içinde. Sadece Tarkovski sinemasında değil, varoluşu sorgulayan filmler arasnda da bir başyapıttır “Solaris”. Daha önce televizyonda izlemiştim ama beyazperdede izlemek başka bir keyif. Kaçırmayın derim.
“The Mirror/Ayna”ya gelince… Onun yeri bende ayrı. Uzun ve derin bir rüya “Ayna”. 40 yaşlarında, ölmek üzere olan Alexei’in geçmişinden kesitleri hatırladığı şiirsel bir rüya. Ki bu rüya, Alexei kadar Tarkovski’nin de gördüğü, biyografisinden izler taşıyan bir rüyadır. Alexei’in çocukluğu, annesi, kendi oğlu Ignat, annesine çok benzeyen ve filmde her ikisini de aynı oyuncunun canlandırdığı karısı… Bu özneler ekseninde yaşanan bir pişmanlık öyküsü. Son derece netameli anne oğul ilişkisinin doğasını anlayabilmek adına da önemli bir film “Ayna”: “Annem nasıl yaşamam gerektiğini benden daha iyi biliyordu; beni mutlu edeceğini sanıyordu”. Evrensel anne yanlışı! Öte yandan çocukluğa duyulan özlem. Tekrarlayan rüyasıyla ilgili Alexei’in yaptığı anlamlı itiraf: “Kendimi çocuk gibi gördüğüm o rüyayı hep görmek istiyorum. Göremeyince üzülüyorum. Çünkü o rüyayı gördüğümde her şey önümde, her şey mümkünmüş gibi geliyor”. Öyle değil midir, çocukken gençlik, olgunluk, yaşlılık mutluluklarla dolu birer uzak ülke değil midir? Sonra film boyu bize eşlik eden Bach, Purcell ve Pergolesi notaları… Tarkovsky “Ayna”yı şu sözlerle açıklar: “Kendisi için değerli olan insanların hakkını ödeyemeyeceğini, kendisine gösterilen sevgiyi, verilen onca şeyi hiçbir zaman gereğince karşılayamayacağını düşünen bir insanın çektiği acıları anlatmak istiyordum. Bu insan, onları yeterince sevmediğine inanıyor ve bu, onun için gerçekten acı veren katlanılması zor bir düşünce.” O acıyı iliklerimize kadar hissettiğimiz zaman zaman katarsis yaşadığımız, en sevdiğim Tarkovski filmi.
Tarkovski’nin “Bölge olarak adlandırılan bir alana yapılan yolculuğu” anlattığı bir diğer bilimkurgu filmi olan “Stalker”ı ise bu haftaya bıraktım. Böylelikle Başka Sinema’nın yaz sürprizi üçlemesini tamamlamış olacağım. Bugün İstanbul kadar tüm Türkiye’nin de gözü İstanbul seçiminde. Seçim günleri akşam olmak bilmez. Sinemadan yardım almak isterseniz benim önerim Tarkovski. Bu muhteşem sinema şölenine katılmaya ne dersiniz?