Gatsby ve Ashliegh, New Jersey’de Yardley College’da okuyan, 20’lerinin başında iki sevgili. Ashliegh, Arizonalı, bankaları olan bir babanın kızı. Gatsby, New York’ta doğmuş büyümüş. Erkek çocuklarının anneleriyle olan netameli ilişkilerinden birinden geçmiş. Bütün kararlarını son derece baskın bir karakter olan annesi vermiş, hal böyle olunca ‘kayıp’ bir hali var, yönünü bir türlü bulamadığı. Ashleigh, okul gazetesinde çalışıyor. Şans bu ya, ünlü bir yönetmenle söyleşi yapma şansını yakalıyor. İki sevgili bu bahaneyle New York’ta bir hafta sonu geçirmeye karar veriyorlar. Ashleigh entelektüel olmasına entelektüel ama saflıkla alıklık arasında bocalayan bir portre çiziyor. Serde gençlik de var tabii. Filmin yönetmeniyle, ardından eşiyle problemleri olan senaristiyle tanışıyor. Senaristin eşi tarafından aldatılması sahnesinin içinde buluyor kendini. Derken yakışıklı ünlü bir oyuncuyla tanışıyor. Bu defa da onun evine, yatak odasına uzanıyor. Bu karmaşık süreç ilerlerken, sevgilisinin işinin uzadığını öğrenen Gatsby eski kız arkadaşının kız kardeşiyle bir film çekimine katılıyor. Daha sonra birlikte MoMA’yı geziyorlar. Central Park’ta dolaşıyorlar. O gün de Gatsby’nin annesinin evinde bir parti var. Gatsby ne kadar gitmek istemese de anne New York’ta olduğunu öğreniyor. Ashleigh ile birlikte partiye katılmasını ‘buyuruyor’. Ashleigh ortalarda olmadığından Gatsby barda tanıştığı bir seks işçisini annesine götürüyor. Anne gelenin beklenen kişi olmadığını anlıyor ve oğluyla sinema tarihinin en çarpıcı anne oğul hesaplaşmalarından birine giriyor.
Bu kafası karışık iki Y kuşağı gencinin hikâyesini anlatıyor Woody Allen’ın geçen hafta gösterime giren son filmi “New York’ta Yağmurlu Bir Gün”. X kuşağını anlamaya ve anlatmaya çalışıyor esasen. Onların ilişkilere bakışını. Ve bunu bildiğimiz tipik Woody Allen sineması tadında yapıyor. New York yağmurlu bir masal gibi eşlik ediyor filme. “Anything Else”de “Hayat dururken psikanalizi mi seçtin? Öğrenme özürlü müsün sen?” diyen Woody Allen, tüm filmlerinde yaptığı gibi hayatın bir katmanını daha ustalıkla açıp önümüze koyuyor.
Velhasıl iyi bir film izlediğim. Ama film çıkışı mutsuzum, gerginim hatta suç işlemiş gibiyim. Evlatlık kızı Dylan Farrow’un CBS televizyonuna verdiği ve Woody Allen’ın 7 yaşındayken kendisine tacizde bulunduğunu gözyaşları içinde anlattığı video aklımdan çıkmıyor. Kimilerine göre bu 1992’de yapılan suçlamanın yeniden gündeme getirilmesi Farrow ve annesinin #metoo hareketinin rüzgârından faydalanarak Allen’a zarar verme çabası. Zira zamanında mahkeme psikologlarının Farrow’un tacize uğramadığına dair hazırladıkları bir rapor var. Kimilerine göreyse tartışmasız bir gerçek. O kadar ki “New York’ta Yağmurlu Bir Gün”de oynayan oyuncuların bir kısmı, aldıkları parayı taciz mağdurlarına bağışladı. 84 yaşındaki Allen ise suçlamaları hiçbir zaman kabul etmedi hâlâ etmiyor.
Kafam karışık. Ruh halim yazdığım gibi; sanki suç işlemişim ben bu filmi seyrederek ve hatta severek. Görünen o ki tarafım. Farrow’a inanıyorum. Ama bütün o çok sevdiğim Woody Allen filmlerini ki çok şey öğrenmişimdir ben onlardan, nereye koyacağımı da bilmiyorum. Derken aklıma Mina Urgan geliyor. Yıl 1998. “Bir Dinozorun Anıları” yeni çıkmış. Herkes kitabı ve yazarını konuşuyor. Gazeteciliğimin ilk yılları. Ölüyorum Urgan ile söyleşi yapmak için. Defalarca arıyorum, kabul etmiyor söyleşi vermeyi. Dördüncü ya da beşinci aramamda: “Bak!” diyor, “Sana bir tavsiye... Yazarları tanımak, onlarla tanışmak için bu kadar hevesli olma. Benim bütün hayatım onların arasında geçti. Hepsi değil ama içlerinde ‘BAZILARI’ vardı ki ‘keşke sadece kitaplarını okumakla kalsaymışım’ dedirtti bana. O yüzden sen de kitabımı okumakla kal. Kim bilir belki beni tanırsan sen de aynı hayal kırıklığına uğrarsın”. Gencim, kitaba bayılmışım, Urgan’a çok hayranım, iyi kitaplar yazan herkesin iyi olacağını sanıyorum.
Meslekte yıl ve yol aldıkça anladım Mina Urgan’ın ne demek istediğini. Sanatçıyla yapıtını ayrı tutmak gerektiğini. Her zaman birbirlerine referans olamayacaklarını. Bu bilgiye sığınıp rahatlatıyorum kendimi. Woody Allen filmlerini seviyorum. “New York’ta Yağmurlu Bir Gün”ü de sevdim. Ama hepsi bu kadar.
Özay Şendir
F-35 meselesinde kitabın orta yeri...
29 Kasım 2024
Didem Özel Tümer
Ankara’da ‘değerlendirme’ kulisi: Öcalan ile kim görüşecek?
29 Kasım 2024
Abbas Güçlü
Diploma mı, meslek mi?
29 Kasım 2024
Abdullah Karakuş
Bölgede satranç ve terörle mücadele
29 Kasım 2024
Mehmet Tez
Suudi Arabistan başarabilecek mi?
29 Kasım 2024