Türkiye’nin BM Güvenlik Konseyi’nde İran’a uygulanacak yaptırımlara “hayır” demekten başka seçeneği yoktu. Eğer, “evet” oyu verse veya “çekimser” kalsaydı, Tahran’da attığı imzayla çelişkiye düşerdi. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın son dönemde çizdiği imaj da yara alırdı.
İkincisi, İsrail’in Mavi Marmara saldırısından sonra Türkiye’nin Tel Aviv’le aynı tarafta yer alması çok zor olurdu. Türkiye’nin “hayır” demesinde Tahran’da attığı imza kadar İsrail’in saldırısının ve Washington’un beklenen tepkiyi vermemesinin de etkili olduğunu düşünmek gerekir.
Üzüm yemek
Ankara’nın, Tahran’ı uranyum takasına ikna etmesi, Batı dünyasının amaçlarına ters düşen bir sonuç değildi. Ankara da Batı dünyası gibi İran’ın nükleer silah üretmesine karşı. Hatta komşu ülke olarak İran’ın nükleer silaha sahip olmasından diğer ülkelere göre en fazla etkilenecek ülkelerin başında geliyor. Tahran’ın elinde nükleer silah olması Türkiye başta olmak üzere bölgedeki dengeleri altüst edecek bir gelişme olur.
Bu bakımdan Ankara’nın, İran sorununu diplomatik yollardan çözmeye çalışması, Tahran’ın nükleer silah edinmesine destek vermek anlamına gelmez.
O halde, eğer amaç bağcı dövmek değil de üzüm yemekse, başta Washington olmak üzere Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesinin Türkiye ve Brezilya’nın başlattığı süreci olumlu karşılamaları ve en azından bir süre izlemeleri gerekirdi.
Madem Washington, Tahran’a ağır yaptırımlar talep edecekti, Türkiye ve Brezilya, takas anlaşması için niye teşvik edildi?
Bu koşullarda Türkiye, BM Güvenlik Konseyi’nde “hayır” demeseydi, Tahran’da attığı imzayı da geri çekmiş sayılacaktı.
Eksen kayması
Türkiye’nin verdiği oy, “ABD’ye rağmen hayır deme cesaretini gösterdik” diye yansıtıldı. Buna ayrıca, “eksen kayıyor, Türkiye Doğu’ya döndü” gibi kaygı içeren ifadeler de eklendi.
Başbakan Erdoğan’ın Hamas ve İran politikalarıyla, ABD-İsrail cephesinin karşısında yer aldığı ve bu nedenle Türkiye’nin dış politikada eksenini kaydırdığı; bundan Türkiye’nin çok zararlı çıkacağı yorumları yapılıyor.
Türkiye’nin, İran sorununda, İsrail-Suriye görüşmelerinde arabulucuk işlevi görmesine bir süre önceye kadar ABD’nin de İsrail’in de bir itirazı yoktu. Bu süreci çıkmaza sokan İsrail’in Gazze saldırısı oldu. Yoksa Ankara, İsrail-Suriye dolaylı görüşmelerinde azımsanmayacak bir mesafe kat etmişti.
Türkiye’nin İran sorununda devreye girmesi de ABD tarafından teşvik görmüştü. Bu şartlar altında Türkiye’nin eksen kaymasına yöneldiğini söylemek kolay değil. Bu sonuçlarda ABD’nin ve İsrail’in tutumunu da sorgulamak gerekir.
Bu konjonktürel politikaların Türkiye’yi ekseninden çıkaracağını; Batı blokundan koparıp İran-Hamas çizgisine katacağını söylemek gerçekçi değildir.
Hükümetler farklı politikalar izleseler de, Türkiye’nin ekseni kaymaz. Türkiye Avrupa Konseyi’nin kurucu, NATO’nun ise kıdemli ülkelerinden biridir. Avrupa Birliği’ne tam üyelik için müzakere yürüten bir ülkedir. 60 yıldır net biçimde rotasını Batı’ya çevirmiş ve kurumlarında yer almış bir ülke olarak Türkiye’nin blok değiştireceğini; Avrupa Konseyi, NATO, ABD ve AB ile ilişkilerini kesip, başka bir hatta yer alacağını düşünmek yanlıştır.
Kıyamet kopmaz
ABD’den gelen tepki, Türkiye’nin “hayır” oyu kullanmasının şaşkınlık ve yıkım yaratmadığını gösterdi. ABD Başkanı Barack Obama ve Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, Türkiye ve Brezilya’nın İran’la ilgili çabalarını sürdürmeleri gerektiğini söylediler. Clinton, bu iki hayır oyunun diplomatik kanalları açık tutmaya yarayacağını dahi söyledi.
Demek ki Ankara’nın “hayır” oyuyla kıyamet kopmadı, kopacak gibi de görünmüyor.
Özay Şendir
F-35 meselesinde kitabın orta yeri...
29 Kasım 2024
Didem Özel Tümer
Ankara’da ‘değerlendirme’ kulisi: Öcalan ile kim görüşecek?
29 Kasım 2024
Abbas Güçlü
Diploma mı, meslek mi?
29 Kasım 2024
Abdullah Karakuş
Bölgede satranç ve terörle mücadele
29 Kasım 2024
Mehmet Tez
Suudi Arabistan başarabilecek mi?
29 Kasım 2024