Anayasa Mahkemesi’nin Balyoz davasında tahliyelerin ve yeniden yargılamanın yolunu açan “hak ihlali” yapıldığına ilişkin oybirliğiyle aldığı kararın iki temel gerekçesinden biri dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök ile Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman’ın tanık olarak dinlenmemiş olmalarıydı.
Özkök, karardan sonra yaptığı açıklamada, yeniden yargılama aşamasında seve seve tanıklık yapacağını belirtirken, Yalman, davanın görülmesi sırasında da tanık olmak için birçok kez başvuruda bulunduğunu, bu talebinde ısrarlı olduğunu, buna rağmen mahkemece çağrılmadığını vurguladı. Aytaç Paşa da Hilmi Paşa gibi yeniden yargılama aşamasında tanıklık yapacak.
‘Vicdanım rahat’
Davanın görülmesi aşamasında Yalman’ın tanık olma girişimleri konusunda görüşmeler yapmış, kendisine yöneltilen eleştirilerle ilgili değerlendirmelerini almış ve haberleştirmiştim. Tüm sanıkların tahliyesiyle sonuçlanan son kararın Yalman’ı mutlu ettiğini de yansıtmıştım.
Yalman, yeniden yargılama başlayacağı için bu konuda çok hassas, bu nedenle demeç vermekten, sorularımı yanıtlamaktan özenle kaçındı. Ancak, Aytaç Paşa’nın Anayasa Mahkemesi’nin kararını öğrendikten sonra yakın çevresine “Çok sevindim. Arkadaşlarımız çok sıkıntı çektiler. Ben de çok sıkıntı çektim. Haksızlıklara uğradım. Saygı sınırlarını aşan ifadelere maruz kaldım.Bunları içime attım, kırıldım ama hiç kimseyi kırmamaya özen gösterdim. Vicdanım çok rahat. Ben tarihe karşı görevimi yaptım” diyerek duygu ve düşüncelerini yansıttığını söyleyebilirim.
Kitabını yeni bitirdi
Yalman Paşa uzun süredir üzerinde çalıştığı kitabını bitirmiş durumda, Yalman’ın çalışması askerlik mesleğinin felsefi olarak irdelenmesinden, bu davalara konu olan dönemin aydınlatılmasına, bu davalara hukuki olarak nasıl baktığına kadar çok geniş yelpazeye sahip, 1200 sayfayı bulan iki ciltlik bir kitap. Ergenekon ve Balyoz davalarıyla ilgili çok kritik bölümlerin kitapta yer aldığını da söyleyebilirim.
Kitap yayımlandığında o dönemlere ilişkin birçok konuyu aydınlatacağına ve büyük yankı uyandıracağına hiç kuşku yok.
Tanıklık girişimi
Aytaç Paşa, Balyoz davasında tanıklık yapmadığı için eleştirilere maruz kalmıştı. O zaman yaptığımız ve zaman zaman haberleştirdiğim görüşmelerimizde eleştirilerin haksızlık ve insafsızlık olduğunu vurgulardı. Tanıklık girişimleriyle ilgili hukuki yolları da şöyle anlatırdı: “Ben tanık olmak için birkaç kez avukat Celal Ülgen’i aradım, tanık olmak istediğimi söyledim. Ama Sayın Ülgen bir çağrıda bulunmadı. Sonra, tanık olmak istediğimi, kendisine bunu ilettiğimi de dürüst bir şekilde açıkladı. Mahkeme davet etmiyorsa, bir davada tanık olmanın Ceza Muhakemesi Kanunu’na göre iki yolu var. Birinci, sanıkların veya avukatlarının başvurarak tanığı davet etmeleri, ikinci ise gidip bizzat mahkemede hazır bulunmak. Girişimde bulunduğumu bildikleri halde beni tanıklık yapmamakla suçlayanlar, sanıklar veya avukatlar CMK’daki bu yolu kullanmadılar. Tanıklığım için davet girişiminde bulunmadılar. Mahkeme ise bizzat salonda bulunmalarına rağmen daha tanık olmak isteyenleri dinlemedi. Durum böyle olduğu halde beni eleştirmeleri, saygı sınırını aşan ifadeler kullanmaları çok yanlıştı.”
Balyoz davasına bakışı
Olayların en önemli iki tanığından biri olan dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman, Balyoz davasına nasıl bakıyor? Kitabının en kritik bölümlerinden biri olduğunu tahmin etmenin zor olmadığı bu konuda Yalman’ın dava konusu Mart 2003’te gerçekleştirilen 1. Ordu Semineri’ni “bir darbe girişimi değil, emre itaatsizlikten kaynaklanan bir disiplin olayı” olarak gördüğünü söyleyebiliriz. Yalman’ın kitabında detaylı olarak göreceğimiz yaklaşımını şöyle özetleyebiliriz:
1 - TSK’da tek bölgede darbe olmaz,
2 - Darbe gizli olur, yüzlerce kişiyle paylaşılmaz,
3 - 1960 darbesinin hazırlıkları 1955 yılında başlamıştır,
4 - 12 Eylül 1980 ihtilalini sadece 3 kişi biliyordu.
Bu gerçekler ışığında davaya konu Plan Semineri, darbe değil disiplin suçudur. Sivil mahkeme ayrı bir yapı oluşturulduğu görüşünden hareket ederek davayı yürüttü. Oysa, askeri yaklaşıma göre ortada ayrı bir yapı yok, TSK var ve onun içinde emre itaatsizlik söz konusu. Bu itibarla, TSK’nın iç hukukunu ilgilendiren bir olaydır.”
‘Disiplin hukuku, yargı hukuku’
Yalman’ın Balyoz davasının esasını oluşturan 1. Ordu Semineri’yle ilgili disiplin suçu nitelemesi, -öne sürdüğü dayanaklarını daha önce de haberleştirdiğim- görüşünü şöyle aktarabilirim: “Konu İç Hizmet Kanunu kapsamında değerlendirilecek bir konudur. Askeri mevzuata göre emre itaatsizlik suçu disiplin suçudur. Emre itaatsizlikte ısrar etme suçu ise askeri yargıyı gerektiren bir suçtur. Bu olayda emre itaatsizlik söz konusudur. Böyle olduğu için de disiplin hukukunu ilgilendirir. Disiplin suçunun gereği de komutan olarak tarafımdan yapılmıştır.
Bahse konu faaliyet verilen emrin yapılmaması olmayıp emrin hudutlarının zorlanması suretiyle genişletilmesidir. Olay budur. Üç günlük seminerin iki gününde emre uygun davranılmış, bir gününde sınırlar zorlanmıştır. Bu nedenlerle faaliyetin bir disiplin suçu olduğunu değerlendiriyorum. Üç günde de emre aykırı faaliyet yapılsaydı ‘emre itaatsizlikte ısrar’ suçu işlenirdi, bu da askeri yargı kapsamına girerdi. Tartışmalar asker kişilerin sivil mahkemede yargılanmasının yarattığı paradokstan kaynaklanıyor. Asker kişiler askeri bir kültürde yetişirler. Onların kanunsuz emir anlayışlarıyla sivillerin kanunsuz emir anlayışları arasında farklılıklar olabilir. Hatta askeri hâkim bile emir-komuta zinciri bağlamında bu kültürü tam anlamıyla bilmeyebilir. Bu nedenledir ki askeri mahkemeler de bir de hâkim olmayan komutan üye bulunur. Bunun amacı, askeri emir-komuta zincirini ve kültürünü bilmesidir.”
Özkök’ten yeni atasözü
Dava konusu olayların yaşandığı dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök, Anayasa Mahkemesi kararından sonra mutluluk duyduğunu ve yeniden yargılama aşamasında seve seve tanıklık yapacağını açıklamıştı. Özkök’le dün yaptığımız görüşmede daha önce haberleştirdiğim bir ifadesini konuştuk. Özkök, dava süreçleri başladığında iddialarla ilgili olarak “Var da diyemem, yok da diyemem” ifadesini kullanmış ve bu ifadesi tartışmalara neden olmuştu.
Özkök dünkü görüşmemizde, bu ifadesiyle ilgili olarak, “O zaman soruşturma süreci devam ediyordu. Bu nedenle var da diyemem, yok diyemem ifadesini kullandım. Herhangi bir kişi var veya yok diyebilir, ama bir Genelkurmay Başkanı bunu diyemez, derse soruşturmayı, yargılamayetkileyebilir. Ben bu sorumluluk içinde bu ifadeyi kullandım. “
Özkök, konuşurken sözcükleri özenle seçmenin nedeni olarak da bu sorumluluk anlayışını gösterdi. Özkök, bu süreçte çok yaygınlaşan ve tartışılan “Kasaptaki ete soğan doğramam” özdeyişi gibi yeni bir atasözü de kullandı. Özkök, “Arapların bir atasözü vardır, ‘söylediğin sözün esiri, söylemediğin sözün hakimi olursun’ derler. Bu nedenle, böyle süreçlerde çok dikkatli konuşmak, çok özenli olmak gerekir.”
Özkök, yeniden yargılamada tanıklık yapacağını tekrar anımsatarak, “Bu zaten hukukun gereği, Cumhurbaşkanı hariç herkes mahkemenin tanıklık talebine uymak zorundadır” dedi.
Özkök Balyoz davasıyla ilgili olarak da Ergenekon davasında ifade verirken bir avukatın sorusuna verdiği yanıtı anımsatmakla yetindi. Özkök yanıtında şöyle demişti. “Genelkurmay her yıl 1. Ordu, 2. Ordu, 3. Ordu’ya hangi planları oynayacağını hangi seminerleri icra edeceğini tarihleriyle bildirir. Bu benden önce rutin olarak yayımlanmıştır. Uygulanması gerekir, ben yoğunluğumdan katılamadım bu seminer icra edilmiş fakat en tehlikeli senaryonun amacını biraz aştığı, siyasi kişiler ve siyasi olaylar gerçekmiş gibi oynandığı duyumları kulağıma geldi. Ben de Kara Kuvvetleri Komutanı’na konuyu incelettim.”