PKK’nın ortaya çıkışından bu yana yaşanan sürecin, Türkiye içinde bir “Kürt ulusal kimliği” inşa süreci olduğu yadsınamaz bir gerçektir.
PKK uyguladığı terör yöntemiyle ve gördüğü dış destekle bu yolda önemli mesafe kaydetmiş; Atatürk’ün ulus birliğini sağlamak üzere başlattığı “Türk uluslaşma” süreci, karşı uluslaşma süreciyle karşılaşmış durdumdadır.
“Türk” ve “Türk milleti” kavramı üzerinden başlatılan tartışma, bu kavramların geriye itilmesi, horlanması ve anayasadan çıkarılması girişimlerinin nedeni de bu süreçtir.
Türkiye Cumhuriyeti hükümetlerini, “ırkçı” olmakla suçlayanların da hedefinin aynı olduğu tartışılmaz.
Dikkat çeken yön ise Türkiye’ye ve hükümetlerine bu eleştiriyi yönetenlerin, aynı zamanda bir “Kürt ulus bilinci” yaratmaya ve bir “Kürt ulus devleti” kurmaya yönelmiş olmalarıdır. Bu süreçte “Türk ulus birliği” gevşetilip, dağılmaya zorlanırken, “Kürt ulus birliği” kurulmaya çalışıldığı da gerçektir. Öcalan’ın talebi üzerine, Ankara, Diyarbakır, Avrupa’da da planlanan ve ikisi gerçekleştirilen konferanslardan sonra, şimdi de Erbil’de Barzani’nin çağrısıyla Ağustos ayı içinde “Kürt Ulusal Konferansı” toplanacak. Bu konferansa, “dört parça tezi”ne uygun olarak Türkiye, Suriye, İran ve Irak’tan temsilciler katılacak.
Terör ögrütü PKK’nın lideri Abdullah Öcalan, Kandil’deki PKK yöneticileri, Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi Başkanı Mesut Barzani ve sözcüleri, amaçlarının Kürtlerin bir ulus olarak birliğini sağlamak, nihayet birleşik bağımsız Küdistan’ı dört parçayı birliştirerek kurmak olduğunu açıklamış olmalarına karşın, Türkiye’de konjonktürel olarak zaman zaman değiştirilen söylemlere bakarak, “böyle hedefleri yok” sonucuna varmaları, doğrusu biraz garip kaçıyor.
Güneydoğu hariç
Kürt uluslaşma sürecini destekleyen, bu beklentiyle çözüm sürecine inananlar arasında bu garipliği farkedenler, biraz daha dikkatli bir yaklaşım gösteriyorlar.
Öcalan ve Barzani’nin (ve bu isimlere Suriye’de PYD lideri Salih Müslim’i de artık katmak gerekiyor) Kürt ulus birliği ve Kürt ulus devleti amacını yok saymıyorlar, ama “böyle bir gelişmenin Türkiye’nin aleyhine değil lehine” olacağı tezini savunuyorlar.
Bu tezi işlerken, Türkiye’nin Güneydoğusu’nu “dört parça” iddasından ayırıyorlar. PKK’nın (ve Brazani’nin) bu devletleşme sürecinde Kuzey Irak, Kuzey Suriye ve Kuzeybatı İran’da bu yapıyı kurabileceklerini belirtirken, Güneydoğu’yu hariç tutup “iki veya üç ayaklı Kürdistan’ın Türkiye’ye zararı ne olur” düşüncesine yaslanıyorlar. Tıpkı Kuzey Irak’ta olduğu gibi Kuzey Suriye Kürt yönetimi ile de iyi geçiniriz, ekonomik ilişkileri geliştiririz öngörüsüne dayalı bu yaklaşım bazen “Türkiye Kürtlerle büyür” diye de ifade ediliyor. Bu formülün dayandığı görüş, “Güneydoğu hariç (neden hariç o da belli değil) kurulacak Kürdistan’ın fiilen Türkiye’ye bağlı ve bağımlı olacağını, dolayısıyla Türkiye’nin, Atütürk’ün bile başaramadığı bir fiili genişliğe ulaşacağı; Türkiye’nin bölgenin petrol kaynaklarından zenginliği bulacağı” savına dayanıyor.
Oysa Öcalan ve Barzani, Güneydoğu’yla ilgili tezlerinden ve taleplerinden vazgeçmiş görünmmüyor. Kuzey Irak ve Kuzey Suriye gibi Güneydoğu’da üçüncü ayak olarak özerklik istiyorlar. Konjonktürel koşullar ve taktik hedefler bakımından zaman zaman söylem değiştirseler de gidiş “dört parça tezi”ne uygun gelişiyor.
Dolayısıyla, Türkiye büyür mü, küçülür mü? sorusuna şimdiden yanıt vermek çok zor.
ABD ve Avrupa’da dolaşıma sokulan haritalar, Türkiye’yi büyümüş değil, küçülmüş gösteriyorlar.