TBMM Başkanı Cemil Çiçek’le makam odasında seçim sonuçlarını konuştuk. Siyaset ve Meclis’in en deneyimli isimlerinin başında gelen Çiçek, söze, “O kadar seçim gördüm ama böyle bir seçim görmedim” diyerek başladı. Siyasetin hep içinde olduğunu anımsatan Meclis Başkanı, bu seçimin diğerlerine göre birçok özelliği bulunduğuna vurgu yaptı. 2014 yerel seçimlerinin ayırt edici özelliklerinin başında, “kayıtdışı siyasetle kayıt içi siyasetin de yarışmasının” geldiğini söyledi.
Meclis Başkanı Çiçek, yerel seçim öncesinde Türkiye’de “koyu bir sis” olduğunu ancak seçim sonrasında bu sisin dağıldığını belirtti. Çiçek, seçim sonuçlarını değerlendirirken, hem kayıt içi hem kayıt dışı siyasete çağrılarda bulundu. Türkiye’nin yıpranan insani ve kurumsal değerleri için bir onarım dönemine ihtiyaç duyulduğunu vurguladı. Çiçek’in seçim sonuçları ve bundan sonraki döneme ilişkin görüşleri özetle şöyle:
SEÇİMİN GALİBİ MİLLETTİR: Bu seçimin galibi millettir ve Türk demokrasisi kazanmıştır. Yakın çevremizde ve bölgemizde yaşanan kanlı çatışmalara, insanlık dramına baktığımızda demokrasinin Türkiye için ne kadar önemli bir kazanım olduğunu bir defa daha hepimizin kabul etmesi ve önemsemesi gerekiyor. Her defasında söyledim son yüzyılda Türkiye’nin en önemli üç kazanımı, bağımsızlık, cumhuriyet, demokrasidir. Zaten şu anda dünyadaki toplumsal hareketlere baktığımızda, bir kısmı bağımsızlık için bir kısmı demokrasi için bir kısmı diktatörlüklere karşı halk iradesini egemen kılmak için mücadele veriyor.
KAYITDIŞILIK SIKINTISI: Türkiye zaten 3 tane kayıtdışılığın getirdiği sıkıntıyı yaşıyor. Ekonomideki kayıtdışılık, siyasetteki kayıtdışılık, dindeki kayıtdışılık. Bu seçimlerde kayıtdışı siyaset en az kayıt içindeki siyaset kadar rol aldı. Seçimlere asıldı, var gücü ile bir gayretin içerisine girdi. Bunun ayrıca incelenmesi, irdelenmesi lazım. Türkiye’deki siyaset bilimciler, üniversiteler ve araştırmacı gazetecilik yapanların derinlemesine bir analiz etmesi lazım gelir diye düşünüyorum. Kayıtdışı siyaseti geçmişte de bugün de bir kısım anayasal kuruluşlar, bir kısım sermaye yapar. Bazı sosyolojik gruplar dahil bu seçimlere girdiler. Bazıları partilerden daha fazla çalıştılar.
KAVRAMLAR, KURUMLAR VE İNSANİ DEĞERLER: Şimdi bu seçimlerde ilk defa geçmişe nazaran sosyal medya devrede oldu. Özellikle son Gezi olaylarından bu tarafa Türkiye’deki siyasi hareketliliğin merkezinde sosyal medya vardı. Sosyal medya tümü ile sınırlamalardan uzak, elinde ne imkan varsa bu dönem siyasetin içerisinde bir şekli ile yer aldı. Ve seçmeni yönlendirmenin çabası ve gayreti içerisinde oldu. Bu seçimlerde dikkat çeken bir başka husus şudur; bu seçimlerde esas itibarıyla demokratik ülkede hassasiyet göstermemiz, dikkat etmemiz gereken bir kısım kavramlar da kurumlar da ciddi bir aşınma içerisine girdi. Çünkü sadece partiler arasında bir seçim değil adeta bir varlık mücadelesi gibi siyasetin içerisinde olmaması gereken, konumu itibari ile siyasetle ilişkisi olmaması gereken kurumlar da özellikle 17 Aralık sürecinden sonra bizatihi tartışmanın merkezine oturdu. Bu kurumların temsil ettiği değerlerde de ciddi bir aşınma meydana geldi. Emniyet, yargı, güvenlik bürokrasisi, HSYK mesela. En çok aşınan kavramlardan bir tanesi de adalettir, güvendir, ahde vefadır, sadakattir. Bu ve benzeri birçok insani değerler de bu seçim sürecinde büyük ölçüde aşındı.
ONARIM ZAMANI: Bu seçimlerde kimin heybesinde ne taş varsa hepsi meydanlarda attı. Kim kime ne söyleyecekse sert bir üslupla söyledi. Benim gördüğüm şu. Vatandaş olayları değerlendirmede siyasetçiden önde. Türkiye’de demokrasinin de en önemli teminatı bu. Artık kasettir, belden aşağı vurmalardır bu tür yol ve yöntemlerin ortamı germenin dışında vatandaş nezdinde bir getirisi olmadığı görülüyor. Önümüzde iki seçim var, bu tür iptidai yöntemlerden vazgeçmek gerekiyor. Vatandaş bir defa ekonomik istikrarın bozulmasını istemiyor. İkincisi istikrarı önemsiyor. Üçüncü olarak da Türkiye’nin belirsizliğe sürüklenmesini vatandaş arzu etmedi. Bu çok önemli. Aslında belirsizlik olsun diye dışarıdan da epey gayretler oldu. Vatandaş bu tuzaklara düşmedi ve Türkiye’nin yönetilebilmesini önemsedi. Ekonomik istikrar, demokrasi, güvenlik ve refahın artmasını istiyor. Yapılması gereken iş bu. Tartışmalar geride kaldı. Seçilen herkes milletin tümünü temsil ettiğine göre işe bakmak lazım. Ekonomik çevrelerin kalkınmayı artıracak çabalara girmesi lazım. Koyu bir sis vardı, bu büyük ölçüde dağıldı. Kim ne karar verecekse bir an önce yola koyulması gerekiyor. Millet demokrasi istiyorsa demokratik reformlara ara vermeden devam etmek gerekiyor. Siyaset kurumunun altyapısında ciddi zaaflar var. Türkiye’de reformların yapılmasında AB’nin yönlendirici, teşvik edici bazen tahrik edici, önemli bir rolü var. Çok uzun zamandır, çoğu bizden kaynaklanmasa da durağanlık var. AB sürecinin canlanması gerekiyor. Bu da yeni reformların yapılmasına bağlıdır.
HUKUKU UNUTTUK: Türkiye uzunca bir zamandan beri hukuku unuttu. Hukuk ikinci plana itildi. Hukukun işletilmesi gerekiyor. Hukuk göz ardı edilerek siyaset yapılamaz. Hukukla temellendirilmeyen siyaset istenen faydayı da vermez. Hukuk bu süreçte epey yara aldı. Sadece yargı anlaşılıyor ama kanunsuz dinlemeler, kişisel hakların göz ardı edilmesi, insan onurunun dışlanması dahil birçok konuda hukuku yeni baştan işletmek gerekiyor. Bu süreçte bir iki şey daha var. Türkiye maalesef kavramlar ve değerler arasındaki dengeyi iyi kuramadı. Bu yaşadıklarımızdan sonra bu dengeyi yeni baştan kurmak gerekiyor.
GÜVENLİK-ÖZGÜRLÜK: Bunlardan biri güvenlik, özgürlük dengesidir. Mevzuatımızda halen güvenliği önemseyen, özgürlük söz konusu olduğunda verilenle yetinilmesi ya da güvenlik zaafının özgürlükten kaynaklandığı gibi bir bakış var. Bu çok doğru değil. Bir taraftan güvenlikle ilgili zafiyetlerin giderilmesi lazım diğer taraftan özgürlük alanının genişletilmesi lazım.
ÖZGÜRLÜK-SORUMSUZLUK: İkinci denge özgürlük-sorumsuzluk dengesizliktir. Biz maalesef bazen özgürlüğü sorumsuzluk olarak algılıyoruz. Halbuki özgürlüğün sınırları var, bunun sınırı da AİHM içtihatları ve uluslararası anlaşmalardır. Özel hayatın gizliliği ihlal ediliyor ama öbür taraftan da özgürlük var deniliyor. Yasak getirince de tartışma çıkıyor. Bu dengenin kurulması lazım. Yasaklardan yana mısın özgürlükten yana mısın gibi kırk satır, kırk katır arasında kalınıyor. Elbette özgürlükten yanayız ama özgürlüklerin kötüye kullanılmasını da kimse kabul etmez. Kanun konusu olması da gerekmiyor. Yargıya, sivil topluma, denetim mekanizmalarına sorumluluk düşüyor. Yoksa bu bir savaşa dönüşüyor. Bu denge sağlanmazsa aynı usulle seçim kampanyaları yürüteceksek yeni sıkıntılar yaşanır. Bu kanunsuz dinlemeler hayatımızı zehir etti. Kiminle konuşacağız, kiminle oturacağız şaşırır hale geldik. Ben şimdi bir yere telefon etsem dinleniyor mu konusu beynimizi kemirir hale geldi. Varsa hukuk kısmını, başka şeyler varsa onları yapmalıyız. Bu partilerüstü bir meseledir. Bu sadece sizin değil ailenizin de geleceğini karartabiliyor. Dava açarak da çözemiyorsunuz.
Kanunu çıkartan kanuna uymalı
REFORM RESTORASYONDUR: Reform dediğimiz husus, restorasyondur, onarım. Hukukun işletilmesi önemlidir. Artık bu tartışmaların da geride kalması lazım. Önümüzde yapmamız gereken işler var. İş odaklı siyaseti yürütmemiz gerekiyor.
TÜRKİYE İÇİN: Sadece bir bölgeye yönelik özel taleplere de gerek yok. Ne yapacaksak Türkiye’nin geneli için yapmak lazım. Talepleri lokalize ederseniz, kolay işi zorlaştırırsınız. Mahalli idarelere daha fazla yetki verecekseniz Bitlis için de Yozgat için de geçerlidir. Hak ve özgürlükler de bütün vatandaşlar içindir. Bence daha huzurlu bir gelecek inşa edeceksek her partinin taleplerini genelleştirmesi ve Türkiye partisi olduğunu kabul etmesi lazım. Yoksa diğer türlü şeyler kafamızda acabalara, tereddütlere sebebiyet verir. AB süreci zaten bu reformların çerçevesini bir ölçüde ortaya koyuyor. Türkiye’nin, ulusal programında zaten ne yapacağı belli. En son program 880 sayfaydı. Önemli olan bunu çalıştırmaktır.
KANUN KONUSUNDA İKİ SORUN: Türkiye pek çok konuda kanun çıkartıyor, zorluğumuz yok. İki sorunumuz var bu konuda, biri çıkarttığımız kanunların çıkış maksadına uygun uygulayıcılar tarafından, kamuoyu tarafından benimsenmesi, ikincisi kanunu çıkartanların kanuna uyması. Normalleşeceksek bunu yapmamız gerekiyor. Bir taraftan masumiyet karinesi diyeceksin, sonra meydanlarda insanları mahkum edeceksin. İnsan onurunu korumak için çıkarttığımız yasalara biz uymayacağız. En açık misali Anayasa 138 ve TCK 157’dir yani soruşturmanın gizliliği. Soruşturmanın gizliliği kalmıyor, insanları perişan ediyoruz beraat etse de darmaduman etmiş oluyoruz.
ÖZELEŞTİRİ ZORUNLULUĞU: Bu seçimler bu manada bir özeleştiri yapmak için de fırsattır. Eleştiri haksa özeleştiri görevdir. Eleştiriyi en ağır biçimde yapıyoruz özeleştiriye gelince bütün kabahat başkasının. Hepimizin, medyanın, siyasetin, sosyolojik grupların, sermaye gruplarının, mesela gırtlaklarına kadar siyasete girmeleri gerekiyor muydu diye özeleştiri yapması lazım. Yoksa sadece benim özeleştiri yapmam yetmiyor. Ben yapayım ama bana düşeni yapmam da yetmiyor.
ERKEN SEÇİME İHTİYAÇ YOK: Ben şu an ufukta erken seçim görmüyorum. 30 Mart öncesi iş çevreleri söylediler ama o zaman koyu bir sis vardı. Şimdi sis dağıldı. Ama erken seçim acil ihtiyaç değil. Bir hükümet sıkıntısı yok. Cumhurbaşkanlığı seçimi için de iki sandık hep söylenir ama partili cumhurbaşkanı olsa bir araya getirmek manalı olabilirdi. Ama iki seçimi bir araya getirmek için bir gereklilik görmüyorum şu anda. Erken seçim yapılınca da erken seçim kararı alanlar hep suçlandı. Bu dolmuşa da gelmemek lazım. Bu seçim lafı namludan çıkan mermi gibidir. İki kavram tehlikelidir. Biri af, biri seçim. Zaten devlet bürokrasisi ağır çalışır. Türkiye’yi bir erken seçim lafıyla çok fazla meşgul etmemek gerekir. Kimin aday olacağı ise bundan sonra tartışılır. Bundan sonraki her konuşmada şu veya bu değerlendirme yapılabilir. Adaylık süreçleri başladıktan sonra o konuyu yeni baştan değerlendirmek gerekecektir.
İDDİALAR GÖZ ARDI EDİLMEDİ: 17 Aralık’la ilgili de hukukun işletilmesi gerekir. Türkiye’de hukuk bellidir, kurallar bellidir. Vatandaş bu konuyu göz ardı etmedi. Bu konuda kamuoyu araştırmaları var. Ama bununla ötekini birbirine karıştırmadı. Hiçbir şey yapmayın demedi. Savcılığın yapacağı soruşturma var, Meclis’in de gündemindedir. Meclis’e eski bakanlarla ilgili 5 tane önerge verildi. 1 ay içerisinde görüşülecek. 3 Mayıs’a kadar soruşturma açalım mı açmayalım mı diye görüşülmesi gerekiyor. Soruşturma açılacaksa 15 kişilik komisyon kurulacak ve savcı yetkisini kullanacak bu komisyon. Savcılık, bunu yapamaz. Bakanlarla ilgili kurulursa bu komisyon 2 ay süreyle soruşturma yapacak. Yargılanma kararı verirse, raporu iddianame yerine geçecek. Kabul edilirse rapor, Anayasa Mahkemesi’nde yargılama yapılacak.