Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun altı gün süren Avustralya ve Filipinler gezisinde edindiğim izlenimleri paylaşayım.
Davutoğlu’nun iç politika gündeminin ilk sıralarında çözüm süreci ve Alevilerin talepleri var. Dış politika gündeminde ise Suriye, Irak, IŞİD sorunu ilk sırayı alıyor. Birleşmiş Milletler düzenini değişikliğe zorlama, en azından Türkiye’nin bastığı alanı genişleterek, Güvenlik Konseyi 5’lisinin dışında kalan, çoğunluğu yoksul ülkelerinin sözcüsü, savunucusu olmak da temel hedeflerinden biri.
Özerklik düşüncesi yok
Başbakan, çözüm sürecini mutlaka bir sonuca bağlamak istiyor. Bu düşüncesini, Filipinler hükümeti ile Moro İslami Kurtuluş Cephesi’nin (MİLF) vardığı anlaşma konu edildiğinde doğal bir biçimde yansıttı. “Dünyada iyi giden iki örnek var” dedi, “İnşallah üçüncüsü de biz oluruz.”
Bu sözleri üzerine Başbakan’a “Filipinlerle MİLF’in vardığı ve özerlik öngören anlaşma”yı hatırlatarak, “PKK ile benzeri bir sonuç mu kastediliyor” sorusunu yönelttiğimizde, hemen “Hayır, hayır, aman yanlış anlaşılmasın, özerklik kabul edildi falan diye algılanır, ilgisi yok; zaten Moro sorunu ile PKK çok farklı şeyler” diye yanıt verdi.
Bu soruya verdiği yanıtla birlikte, Kürt sorunuyla ilgili sözleri bir arada değerlendirildiğinde, Davutoğlu’nun kafasında, PKK-HDP cephesinin dile getirdiği bir “özerklik modeli”nin olmadığı anlaşılıyor.
Davutoğlu’nun, Kürt sorununa yaklaşırken, taleplerin büyük ölçüde karşılandığına vurgu yapmasından da aynı sonuca varmak mümkün.
Başbakan, OHAL’in kaldırılmasından başlayarak, Kürtçe TV yayını, seçmeli ders, kurs, müzik gibi anadilin serbestçe kullanımı, cezaevlerinde anadilde görüşme, Kürtçe isim, Kürtçe propaganda serbestliğinden örnekler verdikten sonra, “10 yıl önce sorsaydınız herhalde bunları talep ederlerdi” diyerek, bundan sonrasını da demokratikleşme, eşit vatandaşlık, insan hakları, hukukun üstünlüğü “bir arada yaşama” olarak özetledi.
Bundan sonrası için Davutoğlu’nun beklentisi, PKK’nın silah bırakması, kamu düzeninin sağlanması ve HDP’nin şiddeti reddetmesi...
Başbakan’ın, “İmralı-HDP-Kandil” üçgeniyle yürütülen çözüm sürecinin varmasını istediği sonuç bu, yoksa, Türkiye’nin üniter yapısının değiştirilmesi, Güneydoğu’ya özerklik verilmesi gibi bir yaklaşım içinde değil...
BM’de düzen değişikliği
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın “Dünya 5’ten büyüktür” diyerek, Güvenlik Konseyi’nin daimi üyelerine bağlı “BM düzeni”ne itirazı ve değişmesi gerektiği düşüncesini Başbakan Davutoğlu güçlü biçimde sürdürüyor.
Avustralya’daki G-20 zirvesindeki söylemi ve sonrasında yaptığı değerlendirmelerde BM düzenine itiraz bariz şekilde öne çıktı.
Davutoğlu’nun Türkiye’nin dünyada bastığı alanı genişleterek, BM’de çoğunluğu oluşturan yoksul ve mazlum ülkeleri arkasına alma, onların sözcüsü ve savunucusu olma politikasını başbakanlığı süresince de izleyeceği anlaşılıyor.
Osmanlı mirası olarak kalan coğrafi, tarihi ve kültürel ilişkilerini yeniden canlandırarak, ilki İslam ülkeleri olmak üzere etrafındaki destek halkalarını genişletmek, buna Afrika, Uzakdoğu, Orta Asya ülkelerini de katarak geniş bir ülkeler grubuna öncülük etmek, böylece “BM’yi düzen değişikliğine zorlamak, en azından karar mekanizmalarında yer almak” dış politikanın eksenini oluşturuyor.
Başbakan’ın, Filipinler Dışişleri Bakanlığı’nda verdiği konferansta, pergelin ucunu Türkiye’ye koyarak çizdiği daire; Balkanlar’ı, Kafkasya’yı, Orta Asya’yı, Afrika’yı, Akdeniz’i, Ege’yi, Karadeniz’i, Hazar’ı, Hint Okyanusu’nu kapsıyor, Malezya, Endonezya ve Filipinler’e değiyordu.
Hiç kuşku yok ki Davutoğlu’nun çizdiği ufuk birçok tartışmaya konu olan “Stratejik Derinlik” kitabındaki tezleriyle örtüşüyor.
Davutoğlu, tezlerini uygulamada test etme olanağı bulan bir akademisyen olarak Dışişleri Bakanlığı’ndan sonra Başbakan sıfatıyla da siyasi hayatta büyük bir sınava girmiş durumda.