Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, MGK üyesi bakanlarla ve Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’la görüştükten sonra Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e de çıktı. Erdoğan, ABD’ye gidecek. Başbakan’ın ABD ziyaretinden sonra açılım süreciyle ilgili bir “paket” açıklaması beklentisi var. Bu beklentiye ilişkin olarak bazı kararların alındığı veya alınacağı yönünde haberler de kamuoyuna yansıyor.
Hükümet bir paket hazırladı mı? Hazırladıysa bu pakette neler var?
‘Şapkadan tavşan beklemeyin’
Bu soruyu, dün Başbakan Yardımcısı ve Terörle Mücadele Kurulu Başkanı Cemil Çiçek’e yönelttim. Çiçek, önce bir düzeltme yapma gereğini duyduğunu vurgulayarak şöyle dedi:
“Kimse şapkadan bir tavşan çıkaracağımızı beklemesin. Öyle şapkadan bir paket çıkacak ve bugünden yarına bu sorun çözülecek beklentisine girmesin. Çünkü bu doğru değil. Biz başından beri bir paket beklenmesin, diyoruz. Çünkü olaya bir paket olarak yaklaştığınızda hemen istismar ediliyor. Biz bu bir süreçtir dedik. Bu süreç boyunca da bazı kararlar alınır ve devreye girer, demiştik. Nitekim de öyle oldu ve öyle olacak.”
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun, CHP lideri Deniz Baykal’ı ziyaret ederek, Ermenistan konusundaki gelişmeler konusunda bilgilendirmesi doğru bir davranıştı.
Hükümetle muhalefetin diyalog sorunu yaşadığı bugünlerde Davutoğlu’nun izlediği yöntem olumlu bir hava yarattı. Baykal’ın, Davutoğlu’nun gösterdiği bu özenden memnun olduğunu söyleyebiliriz. Tabii bu memnuniyet CHP liderinin Ermenistan’la yapılan protokollerin içeriğini onayladığı anlamına gelmiyor. Nitekim Baykal, Davutoğlu’ndan bilgi aldıktan sonra, itirazlarını da Dışişleri Bakanı’na söyledi.
Keşke daha önce olsaydı
Önce yöntem üzerinde duralım. Hükümetin ulusal nitelik taşıyan sorunlarda, özellikle dış politika alanında muhalefeti bilgilendirmesi hatta ortak politika oluşturmaya gayret göstermesi ülke çıkarınadır.
Baykal, Davutoğlu’nun daha önce kendisini ziyaret ederek bilgilendirdiğini, dünkü görüşmenin bir devam niteliğinde olduğunu söylemişti.
Baykal, ziyaretten memnun olmakla birlikte, protokoller parafe edildikten sonra değil de politika oluşturulurken bu temasın kurulmuş olması daha iyi olurdu mesajı da verdi.
Kürt açılımı adıyla başlatılan süreçte DTP-PKK cephesinden gelen görüntülerle söylem birbirine uymuyor.
Açılımın önündeki engeller olarak CHP ve MHP gösterilse de süreci tıkayan en önemli faktörün DTP-PKK tarafı olduğu rahatlıkla söylenebilir. Süreç boyunca bu cepheden yansıyan çelişkiler artık ihmal edilemeyecek kadar göze batmaya başladı.
‘Çatışmasızlık’ tezi
Hükümetin başlattığı süreci başlangıçta olumlu karşıladığını açıklayan DTP-PKK cenahı, “çatışmasızlık ortamı” için eylemlerin önce 1 Eylül’le, ardından bayram sonrasına kadar ertelendiğini açıkladı.
Ancak özellikle son günlerde yoğunlaştığı gözlenen terör eylemleri hiç kesilmedi. Buna karşın DTP lideri Ahmet Türk başta olmak üzere DTP sözcüleri sürekli “Operasyonlar durdurulsun” çağrısını bir “ön şart” olarak dillendirdiler. Türk, neden sonra “operasyonlar dursun PKK da elini tetikten çeksin” diyebildi. Bu süreçte PKK elini tetikten çekmediği gibi eylem ve tehditlerini sürdürdü.
Güvenlik güçlerinin bir tehdit yokken operasyon yaptıklarının öne sürülmesi üzerine Genelkurmay 2. Başkanı Org. Arslan Güner, 30 Ağustos resepsiyonunda durumun hiç de öyle olmadığını, sorularımız üzerine açıklamıştı.
CHP lideri Deniz Baykal, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun, “Ermenistan dosyası”yla ilgili olarak görüşme talebini kabul etti. Hemen belirtmek gerekir ki, Baykal’ın Davutoğlu’yla görüşmeyi kabul etmesi, kamuoyuna “Ermeni açılımı” olarak yansıtılan hazırlıkları desteklediği, onayladığı anlamına gelmiyor. Baykal, Ermeni açılımına “evet” dedi yorumları gerçeği yansıtmıyor. Baykal’ın “evet” dediği Davutoğlu’nun randevu talebi, yoksa “Ermeni açılımı”nın içeriği değil.
Neden kabul etti?
“Kürt açılımı” konusunda İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın görüşme talebine olumlu yanıt vermeyen ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın gecikmeli de olsa, “Görüşmek isteriz” mesajlarına da koşullu yaklaşan Baykal, Davutoğlu’na neden randevu verdi?
“Kürt açılımına hayır, Ermeni açılımına evet” dediği için mi? Hayır, elbette değil.
Baykal, Davutoğlu’nun görüşme talebini kabul etti, çünkü Dışişleri Bakanı, Ermenistan konusunda hazırlığı olduğunu, birtakım protokollerin paraf edildiğini, somutlaşan bu proje konusunda kendisini bilgilendirmek ve görüşünü almak istediğini iletti de ondan...
Yoksa içeriğini onayladığı için değil. Baykal, Ermenistan’ın Azerbaycan topraklarını işgali sona ermedikçe
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, dün düzenlediği basın toplantısıyla, sel felaketinden CHP’yi sorumlu tuttu. 16 yıldır İstanbul’u yönetmelerine karşın, sel felaketini CHP’ye yüklemesi, askeri sahadaki göleti işaret etmesi, sanki belediye başkanı olarak hiçbir sorumluluğu yokmuş gibi davranması inandırıcı değildi. Olayı polemiğe dönüştürerek sorumluluğu üstünden atması hiç şık olmadı.
‘Pişkinlik’
CHP lideri Deniz Baykal’a, dün Topbaş’ın dile getirdiği eleştirileri ve savunma anlayışını sordum. Baykal’ın verdiği tepki şöyle oldu:
“Topbaş’ın yaptığı, tek kelimeyle, pişkinliktir. Hesap vermesi gereken kişi olduğu halde bir de üste çıkarak hesap sormaya yöneliyor. Hangi gerekçeyle ve hangi yüzle bunu yapıyor? Doğrusu hayretle karşıladım. Böyle acı dolu bir felaket üzerinden siyasi polemiğe girişiyor. Kendini sütten çıkmış ak kaşık gibi gösteriyor. İşte İstanbul’un hali ortada. Felaketin boyutu ortada, can kayıpları ortada. Maddi zarar ortada. Sen bunun hesabını vereceksin. Suçu başkasına atmaya çalışarak bu işten sıyrılamazsın, buna siyasi pişkinlik derler. Ayrıca söyledikleri de doğru değil. İl Başkanımız Gürsel Tekin, hangi dere yataklarına hangi inşaatları,
İstanbul’daki sel felaketinde yakınlarını kaybedenlere başsağlığı, yaralananlara sağlık diliyorum.
Dünya 21. yüzyılı yaşıyor. İstanbul’dan yansıyan manzaralar bir başka yüzyıla ait. Kentin göbeğinden ceset topluyoruz.
Uzmanlar televizyonlarda anlatıyorlar. Dere yataklarına yerleşim izni verildi, çarpık yapılaşmaya müdahale edilmedi, oy uğruna gecekondulaşmaya göz yumuldu, sel bölgelerine apartmanlar, büyük iş merkezleri dikildi, su yatakları tıkanınca sel felaketine davetiye çıkarıldı.
Evet, bütün bunlar yapıldı. Faturasını onlarca insanımız canlarıyla ödediler. Tıpkı Büyük Marmara Depremi’nde kaybettiğimiz on binlerce insanımız gibi.
Felaketi önceden önlemek Türkiye’yi yönetenlerin işine gelmiyor. Onlar önce kendi çıkarlarına bakıyorlar. “Şu anda felaket yok, olacağı da belli değil” deyip, işlerine bakıyorlar. Böyle olmasa o dere yataklarına bina dikilmesine izin verirler mi? İmar işine rant ve ranttan pay alma dışında başka bir gözle bakarlar mı? Bakmazlar. Geçmişte bakmadılar, gelecekte de bakmayacaklar.
İdare etmek
Maliye, Doğan Grubu’na 3 milyar 755 milyon liralık bir vergi cezası daha kesti. Birkaç ay önce de 826 milyon lira vergi cezası daha kesmişti. Vergi denetim elemanlarının kestiği toplam ceza tutarı 4 milyar 581 milyon lirayı buldu.
Maliye’nin yeni rekoru
Daha önce kesilen 826 milyon liralık ceza bir rekordu, ancak son cezayla, Maliye, “kendine ait rekoru” çok gerilerde bırakarak yeni bir rekora imza attı!
Türk Maliye tarihinde örneği görülmemiş bu keyfi cezanın vergilendirme işlemi olarak izah edilmesi mümkün değildir. Yasal dayanağa sahip olmayan bu uygulama dünyanın hiçbir yerinde kabul görmez. Böyle bir keyfi uygulama padişahlık dönemlerinde bile görülmemiştir. Padişahlar bile vergi salma yetkilerini böyle kullanmamışlardır.
Amaç batırmak
‘Kürt açılımı’ adıyla başlayan süreçte hükümetin üzerinde çalıştığı konularla DTP-PKK çizgisinin talepleri ve tutumu netleşmeye başladı.
Bir aylık süre sonunda iktidarın, kültürel alandaki engellerin kaldırılmasına yoğunlaştığını görüyoruz. DTP-PKK cephesinde ise kültürel farklılıkların siyasal olarak kurumsallaşması talebi net biçimde ortaya çıkmış görünüyor.
İktidarın yaklaşımı
Hükümet, CHP ve MHP başta olmak üzere muhalif kesimlerden gelen sert tepkiler karşısında, Anayasa’nın 3. maddesinde ifadesini bulan Türkiye Cumhuriyeti’nin dayandığı zemini parçalayacak gelişmelere yol açma riskinin farkına vardığını gösteren bir tutum ve söylem içine girdi.
Bu bağlamda, İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın gündemlerinde anayasa değişikliği, genel af ve Kürtçe eğitimin bulunmadığını açıklaması bir çerçeve çiziyor.
DTP’nin bu açıklamadan sonra hükümeti sert dille eleştirmeye başlaması da bu çerçeveden memnun olmadığının göstergesi.