Kozmik odayı inceleyen hâkimin takip edildiği şüphesiyle iki aracın sarılması ve içindekilerin sorgulanması olayıyla ilgili olarak Genelkurmay Başkanlığı’ndan önceki gün yapılan açıklamada çok dikkat çekici bir cümle var:
“Olayın, şüphe üzerine yapılan bir ihbar ve bu ihbara yönelik olarak icra edilen bir uygulama olduğu anlaşılmış ise de, son günlerde yaşananların, kişileri ve toplumu ne hale getirdiğini göstermesi bakımından önemli olduğu düşünülmektedir.”
Bu ifadenin Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un düşüncesini yansıttığına şüphe yok. Org. Başbuğ, son günlerde yaşananlara bakarak, “Ne hale geldik” serzenişinde bulunuyor. “Ne hale getirildik” daha doğru bir ifade belki de...
Bu ifadenin, sarılan araçlardan çıkanların şoför, marangoz ve aşçı olarak görev yapan erler olduğunun savcı tarafından tespit edildiği vurgulandıktan sonra yer alması anlamlı.
TSK’yı ve mensuplarını basmak, bastırmak için fırsat kollanıldığı bir dönemden geçiyoruz. TSK’yı “bütün kötülüklerin kaynağı” gibi gösterme gayretleri artık açıktan yapılıyor. Yoğun bir propaganda, ciddi bir kampanya yürütülüyor. Başbuğ’un dikkat çekmeye çalıştığı nokta bu. Her fırsatta, “TSK’ya karşı asimetrik bir
Geride bıraktığımız 2009 “kuşku” yılıydı. Türkiye Cumhuriyeti’nin temel kurumları, kuşkuya dayalı bir yönetim sergilediler. Hükümet anayasal kurumlardan, anayasal kurumlar hükümetten kuşku duydular. 2009’u bitirip 2010’a girdiğimizde de bu devam ediyordu.
Hükümetten kuşku
2002’de siyasi iktidarın değişmesinden başlayarak bugüne kadar hükümetlerle ilgili kuşku her zaman varlığını hissettirdi. Bu kuşku, yeni siyasi iktidarın Türkiye Cumhuriyeti’nin laik yapısını değiştirip, dine dayalı bir yönetim biçimine geçeceği kuşkusuydu. Kuşku, zaman zaman çok sertleşen çekişmelere hatta çatışmalara neden oldu.
Bölünme kuşkusu
Rejimin laik niteliğinin ortadan kaldırılacağı kuşkusuna son yıllarda bir de bölünme kuşkusu eklendi. PKK ve siyasi alandaki temsilcileri, kuşkuyu artıracak eylemler yaptılar, söylemlerini bu yolda güçlendirdiler. Bu yetmiyormuş gibi hükümetin geçen yıl uygulamaya soktuğu açılım süreci, bölünme kuşkusunu daha da artırdı. Özellikle muhalefetin geliştirdiği eleştiri söylemi, hükümetten duyulan kuşkuya bir yenisini ekledi.
Genellikle bir yılı devirip yenisine girerken zamana takılır insanlar. Ne çabuk geçti, bu yıl çok kötüydü, iyi ki geçti veya keşke hiç geçmeseydi; ne kadar ömrüm kaldı ki, ömrüm didişip uğraşmakla geçti, ne zaman yaşayacağız gibi düşünceler üşüşür insan aklına.
Bunlar insan aklının zamana yüklediği anlamlardır. Bir andan yıllara kadar zamana anlam yükleyen insanlardır.
Zaman sorunu
Günümüz insanının zaman sorunu vardır. Saatlerle böldüğü belli zamanlarda belli işleri yapmak için uğraşır durur. Neredeyse otomatiğe bağlanmış gibi. İşe başlama saati, öğle arası, işten çıkış saati gibi. Bunlara bağlı olarak otobüs, vapur, tren, uçak, metro saati gibi. Bu saatler arasında koşturur durur. Zamanın soruna dönüşmesi de bu koşuşturma zorunluluğundan gelir. Bu koşuşturma arasında bir bakar ki, yıl bitmiş, rakam değişmiş. İşte o anlarda oturup bir “zaman” düşünür.
Zamanın mülkiyeti
Tatlı bir tartışma konusudur zaman. Felsefenin keyifle dolaşıp durduğu konudur. Zaman nedir ve sorun olmaktan nasıl çıkar, sorusu çağdaş düşünürlerin kafa yordukları alanlardan biridir.
Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri bu yıl hat ve ebru sanatçısı Uğur Derman, yönetmen Nuri Bilge Ceylan ve Sakıp Sabancı Müzesi’ne verildi.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Köşk’teki ödül töreninde, yönetmen Nuri Bilge Ceylan’ın Cannes Film Festivali’nde en iyi yönetmen ödülünü alırken söylediği, “Ödülü, tutkuyla sevdiğim, yalnız ve güzel ülkeme adıyorum” sözlerini anımsattı. Ceylan’ın bu sözlerinin Türk halkı üzerinde çok büyük etki yaptığını vurgulayan Gül, bu sözlerin çok güzel duyguları ifade ettiğini belirterek, Ceylan’ı kutladı. Ancak Gül, “yalnız Türkiye”ye devlet adamı olarak şöyle bir şerh koydu:
“Sanatçı kişiliğinizle duygularınızı böyle ifade ettiniz. Ama ben bir devlet adamı olarak şunu söyleyeyim; ülkemiz artık yalnız değil. Dışarıda ülkemizin destekçileri çok. Uluslararası kurumlarda en yüksek oyu alarak seçiliyoruz.”
Gazetecilere takıldı
Cumhurbaşkanı Gül, tören sonrası verilen resepsiyonda, sürekli kültür ve sanatın önemine dikkat çekmeye çalıştı. Sanatçılarla sohbet etmeyi yeğledi. Gazetecilerin güncel siyasi sorularına muhatap olmamak için, “Her zaman söylüyorum, kültür hayatı, sanat hayatı zengin olan ülkeler aynı zamanda güçlü oluyor” diye bir
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, yasama, yürütme, sivil ve askeri yargı başkanlarını 5 Ocak 2010 günü Çankaya’ya davet etti. Cumhurbaşkanı, anayasal kurumlarla bir zirve gerçekleştirecek.
Son dönemde yaşadığımız gerginlikler dikkate alındığında Cumhurbaşkanı Gül’ün zirve kararı ve zamanlaması isabetli olmuştur. Kamuoyunda anayasal kurumlar arasında güvensizlik bulunduğuna ilişkin izlenim giderek güçleniyordu. Bu kurumlar arası çalışmayı daha da zorlaştıracak bir ortam yaratıyordu. Bu gözlemi Cumhurbaşkanı Gül de yapmış olacak ki bu zirveye karar verdi.
Diyaloğun yararları
Türkiye’de kurumlar arası gerginliklerin, sürtüşmelerin, yanlış anlaşılmaların çoğunluğu diyalog eksikliğinden kaynaklanıyor. Doğrudan temas yerine kamuoyu üzerinden dolaylı iletişim sorunların aşılmasına yetmiyor, aksine, konuların soruna dönüşmesini körüklüyor.
Doğrudan diyalog geliştirmenin yararları Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ’un ilişkilerinde görüldü. Haftalık görüşme yöntemini uygulamaları ve ihtiyaç duyduklarında haftalık görüşme gününü beklemeden bir araya gelmeleri olumlu etkiler yaratıyor. Hem konuların soruna, sorunların krize dönüşmesini önlüyor hem de
Özel Kuvvetler’e bağlı Seferberlik Ankara Bölge Başkanlığı’nda, Ankara 11. Ağır Ceza Hâkimi Kadir Kayan’ın yürüttüğü çalışma günlerdir gündemin ilk sırasında yer alıyor.
Bu çalışma nedeniyle çok çeşitli iddialar gündeme getirildi. TSK’nın kalbine girildiği, kozmik bilgi ve belgelere ulaşıldığı, bilgi ve belgelerden örnekler alındığı, tüm belgelerin tutanağa geçirildiği, Seferberlik Bölge Başkanlığı’na giren hâkim, savcı ve terörle mücadele uzmanı polislerin kozmik odalar dahil her yeri aradıkları, Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Arslan Güner’in Bölge Başkanlığı’na gittiği, hâkim ve savcılarla görüştüğü gibi...
Kamuoyuna yansıtılan bu bilgilerin büyük çoğunluğunun abartılı olduğunu söyleyebiliriz. Kamuoyuna yansıyanla Seferberlik Bölge Başkanlığı’nda yürütülen çalışmanın gerçek boyutları arasında çok büyük farklar var.
Hâkim var, savcı yok
Seferberlik Bölge Başkanlığı’ndaki çalışmayı tek bir hâkimin yürüttüğünü söylemekle başlayalım. Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi Hâkimi Kadir Kayan, Seferberlik Bölge Başkanlığı’nda tek başına çalışıyor. Kayan’ın yürüttüğü çalışmaya savcı veya polisler katılmıyor.
“Çok gizli” gizlilik derecesine sahip veya kamuoyunun “devlet sırrı” diye
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’a yönelik suikast hazırlığı iddiası Ankara’da tansiyonu yükseltmişti. Seferberlik Tetkik Kurulu’nda görevli bir albay ve bir binbaşının Arınç’ın evine yakın bir yerde gözaltına alınması sonrasında bu iddia gündeme gelmişti. Subayların savcılık aşamasında serbest bırakılmaları ve Genelkurmay Başkanlığı’nın bu iki subayın bilgi sızdırdığından şüphe edilen bir başka askeri personeli izlemekle görevli olduklarını açıklamaları ortamı biraz yumuşatmıştı.
Tansiyon yeniden yükseldi
Ancak, subayları gözaltına alıp bırakan savcının, bu kez görev yaptıkları Seferberlik Bölge Başkanlığı’nda sabaha kadar arama yapmaları tansiyonu yeniden yükseltti.
Savcı, mahkemeden arama kararı almıştı. Bugüne kadar üst araması, araç ve konut araması yapan savcıların, ilk kez bir karargâhta arama yapmaları dikkat çekiciydi.
Yetki ve kapsam tartışması
İsmet İnönü’nün ölümünün 36. yıldönümü nedeniyle Genelkurmay Başkanlığı’nda düzenlenen anma töreninden sonra Org. İlker Başbuğ sorularımızı yanıtladı. Başbuğ’un sorularımızı yanıtlamadan önce kapanış konuşmasında İnönü’den yaptığı alıntılar da dikkat çekiciydi.
İsyanlara gönderme
Org. Başbuğ, İnönü’nün Kurtuluş Savaşı’nı değerlendirirken, “İç isyanlar var. Kuvvet ayırmak gerekiyor. İsyan için kuvvet gönderildiğinde düşman harekete geçiyor. Yunan taarruzu başlıyor. İsyanlar duruyor, Yunan taarruzu duruyor” sözlerini anımsattı.
Başbuğ, bu göndermeyle ilgili soruyu yanıtlarken şöyle dedi:
“Bir taraftan Yunanlılar taarruz ediyor, oraya kuvvet gönderiyorsunuz, bir taraftan iç isyanlar oluyor, oraya kuvvet gönderiyorsunuz. İnönü buna dikkat çekiyor. İlginç yani değil mi?”
- Bu anımsatmanızın bugünle bir ilgisi var mı?