<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Futbol seyircisini esasında futbol dostları ve futbol düşmanları diye ikiye ayırmak gerekmektedir. Futbol dostları stadyuma sporun güzelliğini ve heyecanını tatmaya gelenlerdir. Futbol düşmanlarının ise sporla yakından uzaktan hiçbir ilgileri yoktur. Stadyuma taraftarı olduğunu sandığı kulübün amblemi altında itişip kakışmaya gelmişlerdir. Sahadaki skor lehlerine dönmediği sürece karşı tarafa duydukları nefreti dengeleyemedikleri için spora yapamayacakları kötülük yoktur. İşte bunlar tribünlerin hakiki sokak çocuklarıdır.
Kulüplerin çoğu bu sokak çocuklarını tanırlar. Ama eğitmesini ve cezalandırmasını bilmezler. Saldırganlığın ne olduğunu bilmeyen kişilerle yapılan birkaç toplantı ile bu fanatiklere tavsiyelerde bulunurlar. Gelecek tatsızlıklara kadar...
Maalesef kitle psikolojisi altında futbolu sevenler de çok defa futbol düşmanlarının etkisi ile yanlış davranabilmektedirler. Ve bu tatsız olaylar büyümektedir. Kulüpler, futbol düşmanlarını "sahada bizi destekliyorlar" diyerek pofhpohlayacaklarına, tek tek ayıklayarak sahalara sokmama yasağı getirmelidirler. Böyle olmazsa adımız kötüye çıkacağından uluslararası sahalardan da uzaklaştırılmamız içten
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Hani hep söyleriz ya "Sonuç iyiyse herşey iyidir" diye... "Ama herşey hiç de iyi değildi" derseniz, iyi sonuca rağmen, bazıları size kızabilirler. Bilhassa uzun tevsirci ve açıklamacı yazarlar...
Siz hiç iyi sonuçlu galibiyetli bir oyun içinde, motivasyon zedelenmesi vardı diyebilir misiniz? Adama vallahi de billahi de gülerler.
Ama vardı... Yok top direkten döndü, topa iyi vuramadılar, şanssızlık gibi... Kaçırılan gollere göz yumamazsınız. Bu yüzden "Açık farklı kazanırdık" lafı da saçma.
Evet bize göre erken gelen üç gol bir motivasyon zedelenmesi yarattı. Herşey elde keklik havasında bir laubaliliktir gitti. Allah vermesin ya bu sırada bir gol yeseydik... Allah'tan adamlar şoktan bir türlü çıkamadılar.
Arkadaş sen sen ol, futbolun 90 dakika olduğunu unutma. Son dakikaya kadar sanki oyuna yeni başlamış gibi heyecanını kaybetme. Profesyonelliğin altın anahtarı burada. Yoksa bir gün gelir kulağını çekiverirler.
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Fenerbahçe Teknik Direktörü Daum, yöneticilerle beraber yenen yemekte üyelerin masalarını dolaşarak, onlara "iyi akşamlar" dilemiş. Ve bu dikkati çeken davranış gazete haberleri içinde yer alıyor. Acaba kaç kişinin içinden "adam yağcılık yapıyor" demek geçmiştir, bilinemez. Hele tam da başkanlık ve yöneticilik yarışında kılıçlar çekilmişken. Ah içimizdeki bu fesatlık... Adamcağız iyi ki, iyi akşamlar demiş. Ya yanlışlıkla, eksik Türkçesiyle "Hepinize güle güle" deseydi...
Spor yazarları, Daum'dan söz ederken, hep tecrübeli teknik direktör diye bahsetmektedirler. Yakında bunu belki de "Diplomat Daum" diye değiştirebilirler.
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Dikkat ettiniz mi? Yalnız bizde değil, yabancı spor sahalarında da bir şeyler oluyor. Yok yahu demeyin. Daha resmi bir lig maçı, ciddi bir şampiyonlar ligi maçı oynanmıyor, ama şurada bir iki demeyin, sıklıkla hakemler tartaklanıyor ve hatta tokatlanıyor. Çok sık rastlanıyor olmaya başladı bunlar. Hele hele dostluk maçlarında da görülmesi...
Sebeb saldırganlık mı? Yok yok. Bu, sinirlerin kılıflarının inceldiğini, çıplaklaştığını gösteriyor. Ortada daha iyiye, daima başarıya ulaşmak arzusu ve adeta zorunluluğu, dürtüsü var. Teknik direktörlerin en sakini bile sanki diken üstünde. İşte Lucescu.
Seyircinin takımından beklediğini verememek korkusu. Ve başarısızlıkta sorumluluğu başkasında aramak. Ve bilhassa hakemlerde...
Öyle anlaşılıyor ki, artık tanrı kralları, imparatorları değil, futbolu korusun demekten başka elimizden bir şey gelmeyecek.
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Yaşamda, kademeleri hazmederek yükselmek büyük önem taşır. Bu böyle olmuyorsa, kişinin kendisi ve çevresi ile belli psikolojik problemleri ortaya çıkabilir. Bu negatif oluşumlar, günlük hayatta, politikada, sporda ve diğer yaşam ortamlarında görülebilmektedir.
Biz, sporda kalalım. Son günlerde Amerikan basketbolunun şöhretli sporcuları, uygunsuz polisiye ve hatta kriminel birçok davranışlarda bulunmaktadırlar. Hele siyahi olanları...
Bu oyuncular, çok aşağı kademelerden, aşağı sosyal sınıftan, spor sayesinde hayal edemedikleri bir zenginliğe ve prestije ulaşmışlardır. Bu en üst seviyedeki kademede evvelce kendilerini adam yerine koymayan topluma, adeta öç alır ve kafa tutar derecede, uygunsuz davranışlarını dikte ettirmek istemektedirler. Kendilerine zarar verse de...
Bu noktada kaydetmeliyiz ki, sporda olduğu gibi politikada da görülen bu çabuk kademe atlama olayı, maalesef günlük hayatımızı da etkiler hale gelmiştir. Çoğu politikacıların davranış bozukluklarının orijini buradadır. Son yılların bu sosyal ve ekonomik dalgalanma cümbüşü maalesef gelecekte daha da artacaktır. Kendimizi buna şimdiden alıştırmalıyız. Ve sosyopsikolojik açıdan
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Fenerbahçe ile Galatasaray futbol takımları birbirlerinden ayrılamamış siyam ikizleri gibiler. Göbekleri bağlı bu ikizler, Dünya'da sanki futbolcu kalmamış gibi, inadına birbirlerinin oyuncularına talip oluyorlar. Tıpkı "Anne ben de ondan isterim" gibi. Sanki beyinleri yapışık. Tabii ayıp da oluyor. Farkında olmadan piyasa yükseliyor, taraftarlar da birbirlerine kızıyor, bileniyor.
İdarecilerin "yok böyle birşey" demelerine rağmen. Sonradan gelen yabancıları hiç yeri yokken ellerindeki yeni formaları ile tıpkı cola reklamındaki gibi "bendensin, bizdensin" diyerek şişiriyorlar. Halbuki adamlar bukalemun gibiler. Bıyık altından gülerek işi nasıl kızıştıracaklarını düşünüp, gelecek yıl giyecekleri formaların renklerini daha şimdiden düşünüyorlar. Tıpkı lejyonerler gibi. Ne kadar para, o kadar köfte misali.
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
<#comment>#comment> Endüstrilerin çıkış ve inişler göstermesi olağandır. Mesela gün geliyor, arabanızı satamıyorsunuz. Mesela gün geliyor, bakıyorsunuz elinizdeki tekstil mallarına alıcı yok. Niye? Çünkü piyasa doymuş durumda.
Gelelim şimdi futbol endüstrisine. Son yıllarda korkunç bir patlama ile zirveye çıkmış. Malları futbolcular. Milyon dolarlar acaip bir şekilde havalarda uçuşuyorlar.
Peki, bu endüstrinin inişi yok mu? Var tabii. Boş kağıda, ne verirsen ver deyip imza atan şöhretler yok mu? Siz bu imzaların altında takım sevgisi ve renk aşkı mı yatıyor sanıyorsunuz.
Futbol endüstrisinin fabrikaları boş durmuyor. Yeni yeni genç isimler, piyasayı dolduruyor. Ve gün geçtikçe bu mallar artıyor ve artacak. Piyasa gün gelecek, yüklenecek ve doyacak. Öyle olacak ki, birkaç isim dışında, kimse uçuşan dolarları kapamayacak.
Biz söylemiştik, demiyeceğiz. Ama, futbol endüstrisi de enflasyonu yaşayacak. Ve yaşayan görecek.
<#comment>#comment>
<#comment>#comment> Ne günlere kaldık. Ah anam ah. Rahmetli sağ olsa da bugünleri bir görseydi. Eve futbol sahasından döndüğümde ayakkabıları hışımla başıma doğru atmıştı. Oğlunun o zamanki deyişle topçu olması korkusu ve tehlikesi onu bu anlamsız davranışa itmişti. Ah ne olurdu sağ olup, şu Beckham'ın Real Madrid'e X milyon dolarlık transferini televizyonlardan seyredebilseydi. Hele hele Reina, Laila ve benzerleri önündeki futbolcu kardeşlerin Porshe'lerini, dev ciplerini bir izleyebilseydi.
Bugünlerde Göte'nin, Verter'i için artık kimseler intihar etmiyor. Ama Japonya'dan, İspanya'ya kadar kızlar bile topçulara tapıyor, göremedim diye ağlıyor. Ölmeye bile razılar. Çünkü kültüre no, televoleye yes. Günümüzde kafalılardan çok ayaklılar makbul ve rabette. Bizce onları kıskananlar artık ellerine değil ayaklarına kına yaksınlar. Ne yapalım globalleşme böyle emrediyor.
<#comment>#comment>
SPOR