Matematik

18 Ekim 2003

<#comment>
<#comment>
Bize neler oluyor bilinmez. Politikada, sporda, hatta kültürde. Bir türlü bölündüğünde aynı değerlerin ortaya çıktığı bir mantığa ve matematiğe sahip değiliz. Sonuçta birden bire ortaya çıkan rakamlar hep çarpık.
Evet bize bir şeyler oluyor. Tribünlerle az mı uğraştık? Aman yapmayın, etmeyin, üzmeyin demedik mi? Elinize, dilinize hakim olun demedik mi? Ve başarılı da olmadık mı? Olduk. Sonra... Sonrası yine kırık negatif rakamlar. Çünkü bu sefer saha içine hakim olamadık. Ve maalesef yine dış dünyada bir çuval incir berbat oldu. Daha doğrusu heba oldu. Dedik ya, bizim sosyopsikolojik matematiğimiz anlaşılan biraz zayıf. Görülüyor ki, önümüzdeki imtihanlara biraz daha fazla çalışmamız gerekecek. Sınıfta kalmış öğretmenlere duyurulur.

<#comment>

Yazının Devamı

İşte o gün, bugün

11 Ekim 2003

<#comment>
<#comment>
Hakikaten o gün, işte bugün. Yani futbol tarihimizde beklediğimiz reşit olma günü. Çocukluktan çıkıp sorumluluk almamız gereken gün.
Ne demek sorumluluk?
Diline, eline ve kendine hakim olmanın günü. Spor arenalarında bizim de artık yalnızca seyircilik dışında başka bir fonksiyonumuz olmadığının şuurluluğuna ulaşmak. Alkışlamak ve tezahürat yapmaktan başka.
Yenilince de Bektaşi sabrı da denebilecek, ruhsal sakin bir yapıya sahip olmak.
Doksan dakikanın her anında coşkumuzla neticeyi lehimize çevirebiliriz. Ama yanlış bir davranış, çirkin bir hareket galibiyeti de, mağlubiyeti de gölgeleyebilir. Ve oyunun neticesi ne olursa olsun spor seyircisi olarak hesabımıza yazılacak negatif puanların telafisi ileride mümkün olmayacaktır. Bugüne kadar bizi haksız olarak karalayanlara, aydınlık yüzümüzü göstermenin günü.

Yazının Devamı

Ya yarın!

4 Ekim 2003

<#comment>
<#comment>
Bugünkü kısa satırlarımız unutkanlıklarımızın anısına olacak. Hani diyorduk ya, sonuç iyi ise her şey iyidir diye. Öyleyse olumsuzlukları unut gitsin.
Mesela milli oyuncumuz Nihat'ı niye ıslıkladık. Bu saçmalığı açıklayabilir misiniz? Unut gitsin. Hasan niye kafa atar? Oyunun en önemli anında, bu saçmalık niye? Unut gitsin. İlhan hakemin düdüğünü niye duymak istemez? Bu saçmalığın anlamı var mı? Sağır mı ne? Unut gitsin. Gümrükte çantalarımızı beş saat didiklediler, bekledik. Ne reaksiyon gösterdik? Bu ne saçmalık böyle. Unut gitsin.
Olimpiyat Stadı'nda kazansaydık acaba Nihat'ı ıslıklar mıydık? Acaba İngiltere'de kaybetseydik İlhan'a ne yapardık? Gümrük olayının boyutu ne olurdu? Unut gitsin. Bütün hesaplar ve günahlar Terim'e çıkmasaydı, Hasan bu arada unutulur muydu? Unut gitsin. Beşiktaş kazandı ya, unutkanlık dünyamız yine yeşerdi. Unut gitsin.
Heyecanlarımızı frenleyemememizin, ruhsal yapımızın iniş ve çıkışlar göstermesinin bir gün başımıza iş açabileceğini neden hep unuturuz acaba ? Dün dündür, bugün bugün. Ya yarın !

Yazının Devamı

İlgi alanları

29 Eylül 2003

<#comment>
<#comment>
İki saat boyunca Alman kanallarında spor haberlerini takip ettik. Her saat başı UEFA Kupası maçları, Berlin maratonu, buz hokeyi müsabakaları, bisiklet yarışları ve diğer branşlar uzun uzun ele alınmıştı. Ama voleybol maçlarından, Alman takımının başarılarından hiç mi hiç bahsedilmiyordu.
Neden diye düşündüm? Alman Eurosport televizyonu bu maçları geniş veriyordu da, ondan mı acaba? Halbuki bizde bir hafta önce oynanan Galatasaray - Fenerbahçe maçının yankıları her televizyon yayınında hala uzayıp devam ediyor. Ve biteceğe de benzemiyor. Ya voleybol maçları. Eğer başarılı olmasak ondan da mı bahsetmeyeceğiz? Ve unutacağız. Tıpkı milli sporumuz güreş gibi.
Kültürel yapımızda sadece başarı sporu mu rol oynuyor? Veya sportif sansasyonlar mı? Tıpkı AIDS'li küçük çocuk gibi. Yıllarca AIDS ile hangi televizyon yayını bugünkü kadar geniş ilgileniyordu? Veya devlet. Hani fizikte hep veya hiç kanunu var ya, sanki onun gibi sosyopsikolojik yapımızda bu özellik var. Tartışılmaya değer doğrusu.


Yazının Devamı

Benzerleri var mı?

20 Eylül 2003

<#comment>
<#comment>
Alman Futbol Milli Takımı Teknik Direktörü Völler, son günlerde yapılan tenkitler karşısında çileden çıktı. Ve Avrupa için alışılmamış kelimelerle veryansın etti. Hem kamuoyu, hem medya kendisini haklı buldu. Basın bu tenkitçilerin kişiliklerini enteresan bir şekilde karikatürize etti. İkisini aşağıya almak istedik.
Vaka 1: Şöhretli eski bir futbolcu ve teknik direktör. Futbol bilirkişisi olarak televizyondan bir milyon Euro alıyor. Her şeyi en iyi bildiğini sanan kişi. Ayrıca bir gazete de kendisini angaje etmiş. Küçük fikirlerini, büyük gösterebilen adam. Mesela ben olsaydım filancayı oynatırdım demesi gibi. Dediklerine göre aptal bir geveze. Bazen kızgın, bazen kafayı yemiş. Bazen eğlenceli.
Vaka 2. Bir eski futbol şöhreti. Büyük maçlarda televizyonda futbol bilirkişiliğine soyunmuş. Karşısında lüzumsuz ön sualler soran biri var. Eski evli çiftler gibi. Kendisini moralist ve filozof sanan bu şöhret, bilinenleri ve zaten herkesin gördüğünü tekrarlamaktan başka bir şey yapmazmış. Dalga geçilecek ve adeta alay edilecek bir kişilik.
İşte böyle. Eh şimdi merak edip sorabilirsiniz. Bu tiplere uyabilecek bilgiçler bizde de var mı diye... Canım biraz

Yazının Devamı

Açlık

13 Eylül 2003

<#comment>
<#comment>
Yıllarca sporda başarıya aç kalmışız. Hatta bu açlık bir kompleks şekline dönüşmüştür de diyebiliriz. En ufak bir başarı ışığı toplumda ve medyada adeta bir deprem etkisi yaratmaktadır.
Esasında bir toplumun spordaki başarı açlığı güzel bir duygudur. Ama ne yazık ki, başarı - başarısızlık ikilisi, ülkemizde anlaşılmaz bir şekilde daha sonra bir sevinç - keder ikilisine dönüşüyor. Adeta bir tahtaravalli oyunu. Bir yukarıda, bir aşağıda. Bir başarı, korkunç bir sevinç. Bir başarısızlık, korkunç bir keder. Pozitif de olsa, negatif de olsa havadaki elektrik gücü günlerce şimşeklere dönüşüyor. Ne yazık ki sorumlu sorumsuzlar yaptıkları konuşmalar ve davranışlarla adeta bu elektrik gücüne yeni bir güç katmak istemektedirler. Ve sigortaları çok defa attırmaktadırlar. Kimse de bu yüzden ortaya çıkan faturalara sahip çıkmamaktadır.
Başarı - başarısızlık tahtaravallisi sporda normal bir gelişimdir. Zira sporda kazanmak da var yenilmek de. Evet, ayrıca üstüne basıla basıla söylenmelidir ki, spordaki iniş ve çıkışları yalnızca teknik adamlar değerlendirebilir. Ne yapalım ki, ağızı olan koşuyor sözü var ya, işte sporda da ekonomide de politikada da başamızın belası.

Yazının Devamı

Koş koş

6 Eylül 2003

<#comment>
<#comment>
İnsanları bir makina gibi düşünemezsiniz. Aynı ortamda, aynı şartlarda, aynı uyaranlara beklenen ani reaksiyonları vermesini bekleyemezsiniz. Çünkü onun ruhsal yapısı çok komplekstir. Hele hele sporda. Sen bunu muhakkak yapabilirsin diyemezsiniz.
Çok çalışan dediğiniz ve her yaptığınız imtihan öncesinde yüzde yüz başarılı cevap veren çocuğunuz, resmi imtihanda beklediğiniz sonucu veremeyebilir. Kafası, adalesi, siniri irade dışı kalabilir.
Nitekim, bütün antrenmanlarda üstün sonuçlar veren dünya çapındaki atletlerin, Paris'teki dünya atletizm şampiyonasında başarısızlıkları buna misal gösterilebilir.
Atletler ve sporcular da insandırlar. Sırtlarındaki sorumluluk, toplumun heyecanları ile paralel gider. Bazı toplumlar heyecanlarını kontrol edemedikleri için, muhakkak başarı ve altın madalya bekledikleri sporcularının motivasyon açısından sinir sistemlerini dengesizliğe sürükleyebilirler. Tıpkı, okul çocuğunun imtihan korkusunda olduğu gibi. Son söz olarak diyebiliriz ki, toplum ve onun bir parçası ve uzantısı olan medya maçlardan ve kupalardan evvel sporcularını psikolojik baskı altında tutmamalıdırlar.

Yazının Devamı

Suç ve ceza

31 Ağustos 2003

<#comment>
<#comment>
Fenerbahçe Teknik Direktörü Daum hukukçu ve sosyal bilimci değil. Ama ne demiş; Ceza vermekle bir yere varılmaz. Oturun, tartışın bakalım. Doğru mu, değil mi diye. İdam cezası, medeni dünyada kaldırılmış, neden? Çünkü bu yolla suç işlemeye mani olunamadığı anlaşılmış da ondan. Siz istediğiniz kadar yok biz asarız, biz ceza veririz deseniz de adam haklı bir yere varamazsınız.
Altında son model araba, üstünde son model giysi ama adam yine de kırmızıda geçiyor. Neden? Kültür eksikliği mi, eğitim eksikliği mi? Hiçbiri değil. Terbiyesizlik, arsızlık. Her ikisinin de önlenmesi aileden, okuldan geçiyor. Oysa biz onları son yıllarda Allah'a emanet etmişiz. Bize ceza vermekten başka çare kalmamış. Gölün mayalanması anlamında. Ya tutarsa diye.

<#comment>

Yazının Devamı