Kimse var mı?

14 Şubat 2004

<#comment>
<#comment>
Hani göçeklerde ve depremlerde "orada kimse var mı?" diye bağırıyorlar ya, kurtarmak için... Geçen seferki kar afetinde de "orada kimse var mı?" diye bağrılmıştı. Varmış demek. Baksanıza elektrik ve su var. Yollar açık. Hatta kamu görevlileri bile işlerine gidiyorlar. Ağlamayan çocuğa meme vermezlermiş ya, öyle işte.
Bizim çocukluğumuzda nasıl okula giderdik diye düşündüm. Bakırköy'den trene biner, Yenikapı'da iner ve okula yürürdüm. Hem de ne ayakkabılarla. Demek zaman değişti. Arabaları çevirip soruyorlarmış, zincirin var mı diye. Mecburiymiş, ceza yazıyorlarmış. Merak bu ya, acaba polis arkadaşlar resmi arabaları çevirseler acaba yüzde kaçında resmi zincir vardır. Şimdi spor sayfasında "bu yazı da niye" diye sorabilirsiniz. Çünkü biz olimpik stad yapıp yollarını unutan yönetimlere sahibiz. "Orada kimse var mı?" diye bağırmadan iş yapmayız da.. Neden stad yapılırken "Orada kimse var mı?" diye soran çıkmadı acaba?


<#comment>

Yazının Devamı

Menfi ve müsbet

7 Şubat 2004

<#comment>
<#comment>
Haberler çok. Acaba bugün hangisini yazalım? Müsbet olanını mı, menfi olanını mı? Yoksa popülizm mi yapalım? Mesela çok sevindirici bir haber. Şampiyonlar Ligi'nin finali Olimpiyat Stadı'nda yapılacak. Peki hani bu stat seyirciye uzaktı? Seyretmek zevk vermiyordu, rüzgarlıydı, yolsuzdu. Ne oldu? Değişen ne? Sessiz ve başarılı bir adam bütün bu söylenenleri bir anda kenara attı ve stadı onure etti. Şimdi bakalım tenkitçi şom ağızlılar ve herşeye kulp bulanlar ne yapacaklar? Ah şu başarılı olanı çekememek ve kendi yapamadığımızı yapana olan kompleksimiz.
Gelelim başka bir habere. Almanya'nın şöhretli, rekortmen şampiyon takımı Bayern Münih son günlerde ikinci lig takımlarına bile yeniliyor. Almanya'nın Terim'i diyebileceğimiz teknik direktör Hitzfeld bunun sebebini şöhretli futbolcuların futboldan başka herşeyle uğraşmalarında buluyor. Defileler, reklamlar ve yeni yeni sevgililer. Alman medyası bugünlerde ne reform haberleri ile, ne ekonomi ile, ne de politika ile ilgileniyor. Hitzfeld gitsin mi, kalsın mı? İşte futbol. Güneşli havaları var, yağmurlu günleri var. Yıldırımın ise ne zaman düşeceği belli olmuyor. Hani biz de sorabiliriz; sokaktaki adam için

Yazının Devamı

Yuvarlak laflar

24 Ocak 2004

<#comment>
<#comment>
Nedense toplumsal hayatta yuvarlak sözleri seviyor ve kullanıyoruz. Bu ya meselelerin derinine inememekten veya çok defa söylediklerimizin yanlış anlaşılması korkusundan kaynaklanmaktadır.
Geçen haftaki yazımızda büyük lokma yememiş ama büyük bir laf etmiştik. Sporu bütünü ile her yönüyle kavramak lazım. Bu da aydın kafa ile olur demiştik. Ne demekti bu aydın kafa. Tecrübelerin hatıraların hislerinz teknik bilgilerin ve daha birçok sonradan kazanılmış özelliklerin beyindeki deposudur bu aydın kafa. Bu değerleri bu ara beyin köprüsünde depolayabilmek bir yaşam idealidir. Bu renkli kompleksi sonradan bir bütün ile kullanabilmek her alanda başarı için her kapıyı açabilen bir anahtar olmaktadır. Sporda da, siyasette de, ekonomide de... Yoksa kondisyon, moral motivasyon, emosyon gibi psikolojik laflar tek başlarına bir anlam ifade etmemektedirler. Bütün mesele bu sözleri bir arada beyin köprüsünden geçirebilmektir. Bunu yapabilene aydın kafalı, politikada yapabilene lider, sporda yapabilene şampiyon denmektedir. Anlatabildik mi acaba?


<#comment>

Yazının Devamı

İyi sabahlar

18 Ocak 2004

<#comment>
<#comment>
Günaydın beyler demek lazım. Çünkü spordan sorumlu devlet yöneticilerimiz uykudan uyanmışlar. Son yenilgilerimiz karşısında psikologların hazırlayacağı konferanslar düzenleyeceklermiş. Aman ne iyi, ne iyi. Bu satırların yazarı yıllardan beri durmadan, bıkmadan, "Yapmayın, etmeyin beyler, sporumuzda psikolojiye tıpkı sultanın istimi gibi sonradan geliyoruz" deyip durdu. Kimse oralı olmadı. Kısmet bugüneymiş.
Bir zamanlar meşhur bir teknik direktör bu durumu açtığımızda, "Psikolog angaje ediyoruz ama netice alamadık. O yüzden vazgeçtik" demişti. Belki de haklıydı. Sporculara psikolojiyi kitaplardaki gibi ders şeklinde verirseniz, tabii netice sıfır olur. Hele sporcunun eğitim kapasitesi de yeterli değilse. Yenildiğimiz voleybol maçını anlatan Alman spiker, "Türk sporcularının kondisyonu bitti" diyordu. Yani "Dizlerinin bağı çözüldü" demek istiyordu. Acaba sadece bunu mu kastediyordu? Finalin sırrını çözemedik sözcüğü doğru. Almanlar'dan daha zayıf değildik. Psikolojik nedenlerden yenildik demek de yanlış. Çünkü çözüm yalnız psikolojide değil. Sporun bütününü kavramada. Bu kavrama da ancak sporun çok yönlü eğitimle yapılması ile olur. Adale kuvveti ile değil. O

Yazının Devamı

Çakmak

10 Ocak 2004

<#comment>
<#comment>
Eskilerde bir zehir hafiye vardı. Karışık olayları çözdüğü zaman "çaktım" derdi. Almanlar da şimdilerde ekonomide, endüstride ve spordaki başarısızlıklarının sebebini çaktılar. Üniversitelerindeki eğitim yetersizdi. Siyasiler çıkar yolun elit seçilmiş üniversiteler olduğuna karar verdiler. Ve tartışma hâlâ bütün şiddetiyle devam ediyor.
Çok üniversite olması bir ülkenin eğitim seviyesini yükseltmiyor. Bilhassa lise seviyesine indiriyor. Bu da ekonominin, endüstrinin ve sporun başarısızlığına yol açıyor. Hani şu küçük gördüğümüz ve yenilmeyi bir türlü hazmedemediğimiz ufak Baltık devleti var ya. Bu alanda Avrupa'nın en ileri ülkelerinden biri. Hele teknolojide. Demek mesele küçüklükte ve büyüklükte değil, kalitede. Anlaşılıyor ki enternasyonal sahada belli bir yere gelebilmek üniversitelerin kalitesi ile paralel gidiyor. Bu anlamda konumuz spor olduğuna göre spor akademilerini de aynı açıdan tartışmalıyız. Onları da birer okul gibi görmeyip hakiki elit akademiler olarak ele almalıyız. Enternasyonal sporda başarılı olabilmek ve küçüklere mahçup olmamak için.


<#comment>

Yazının Devamı

Spora ışınlama

3 Ocak 2004

<#comment>
<#comment>
Uzun uzun yazanlar ellerinde olmadan konuları tekrarlamak zorunda kalabilirler. 2003 giderken de uzun uzun bilinenleri yazmadık mı? Anlaşılan sporda devamlı başarılar olmadı mı, konu bulmak da zor oluyor. Şimdi biz de oturup eskiye mi bakalım, yoksa geleceğe mi uzanalım? Bu yüzden yılın bu ilk yazısında kafa karıştıracak eskileri karalamak yerine ortaya atılan yeni bir teoriyi aktarmaktan kendimizi alamadık. Bir araştırmanın sonucu bu.
Ortaya atılan görüşü, spora ışınlamadan kendimizi alamadık. Saçma veya doğru. Bu beyin araştırıcıları insanların hareketlerini ve davranışlarını fonksiyona geçirirken, yani yaparlarken kendilerini tam hür ve serbest sanmalarının bir ilüzyon olduğunu iddia ediyorlar. Yani bir davranış ve hareket esnasında şuuru olmadan evvel iradenin dışında şuur altında organize oluyor. Ve siz yanlış olarak sonradan "Ben bunu isteyerek yaptım" diyorsunuz. Bu araştırıcılara göre hiç de öyle değil. Mesela diyelim ki, Sergen frikik atıyor, şuuraltı bu atışın en iyi şekilde nasıl yapılması gerektiğini kendi başına organize ediyor ve Sergen'e yalnızca topa vurmak kalıyor. Tıpkı bir robot gibi. Ve gol oluyor. Burada demek oluyor ki, Sergen'in

Yazının Devamı

İmparatorlar da ölür

28 Aralık 2003

<#comment>
<#comment>
İmparatorlar ve krallar kendi kendilerini seçmezler. Onları halk seçer. Aristokrasilerde bu unvanlar babadan oğula geçer. Ama son sözü söyleyen yine de halklardır. Diktatörlük de olsa. Son yıllarda demokrasilerde imparatorlar ve krallar azalıyor. Ama ne var ki, halk sanki iyi bir şeymiş gibi bu unvanları biraz da futbolda oyunculara ve teknik direktörlere vermeye başladı. İnsanoğlunun psikolojisinin içinde anlaşılıyor ki, hep bir lidere ihtiyaç duyma içgüdüsü var ki, bu unvanları bedava vermeye çok meraklı.
Aristokrasilerde sevilmeyen imparatorların ve kralların akibeti belli. Demokrasilerde ise bu icat edilmiş unvanlar sözde kalıyorlar. Hele hele futbolda. Kimse onların bu unvanlarını silah zoru ile ellerinden alamıyor. Ama ne var ki, isyan çıkınca hakiki imparatorun da sahte imparatorun da kaderi topun ağzında. Fark birinde top demirden, diğerinde ise deriden. Ama her ikisinde de değişmeyen bir şey var. Halklarının sevgisi. Bunu kaybedince vay hallerine. İsyan birinde sarayın önünde, öbüründe tribünde. Birinde taç, ikincisinde de unvan elden gidiyor. Buna rağmen tribündeki halkın bilmesi gereken bir şey var ki, o da imparatoru yaratanın kendilerinin

Yazının Devamı

Haber var mı?

20 Aralık 2003

<#comment>
<#comment>
"Kıbrıs Türk'tür, Türk kalacaktır" demedik mi? "Ya Taksim, ya ölüm" demedik mi? Yollara dökülmedik mi? Ya sonrası. Söylemeye lüzum yok. Bilen biliyor.
Şimdi bunları yazmanın sırası mı diyebilirsiniz. Ama hiç de öyle değil. Zira ciddi bir aksiyona, harekete başlamadan evvel enine boyuna tartışıp, düşüneceksin. Bu büyük lokmanın ne kadarını yerim deyip, hesabını ona göre yapacaksın. Yapamazsan, lokma boğazına takılabilir. Tatsız ve onursuz bir geri adım atmak zorunda kalabilirsin. Bu politikada, ekonomide, sporda da böyledir.
Çok dertliyiz. Ve düşündük ki, şu aşağı yukarı dalgalanan emosyonlarımızı, heyecanlarımızı niçin bir türlü kontrol altına alamıyoruz diye. Avrupa Şampiyonası'nda şampiyon olmamıza az kalmamış mıydı? Neler yazmış, ne hayaller kurmuş, ne şiirler düzmüştük. Ya sonrası. Yine o eski unutkanlık huyumuz. Şimdi hayatımız başka baharlara yönelik. Federasyon gidecek, teknik direktör gitmeli diye patırdılar, gürültüler çıkarmadık mı? Ne oldu. Eski hamam, eski tas. Haa sahi, Kıbrıs'tan yeni bir haber var mı?


Yazının Devamı