Transfer zamanı

19 Nisan 2008

Hep merak edip dururduk, yabancı futbolcular nasıl seçilir, alınır veya satılır diye. Sanırdık ki, başkan ve idareciler gider bir oyuncuyu beğenir ve getirirler. Ama haftalık Stern dergisinin 21.2.2008 tarihli sayısında okuduk ki, bu işler öyle kolay olmuyor. Meğer şöhretli futbolcuların tıpkı paralı askerler gibi alınıp satıldığı bir pazar ve o pazarın emlakçıları varmış. Bu emlakçılar resmi bir lisans çıkarıp oyuncuları emirlerine alıp, piyasaya sürerlermiş.
Mesela Almanya’da bu işten alınan provizyonlar yılda 50 ila 100 milyon euro arasında değişirmiş. Vay canına dememek elde değil. Merak ettik, mal çürük çıkarsa bu adamların sigortaları var mı veya kullanılma zamanı geçmiş malda indirim yaparlar mı diye? “Şimdi tam transfer zamanı. Ortalığı karıştırmanın zamanı mı?” demeyin. Biz yeni öğrendik. Stern dergisi de belki yeni öğrenmiş herhalde.
Hani adamın biri bir yahudiyi dövüyormuş. Zavallı yahudi “ben sana ne yaptım?” deyince “Siz İsa’yı öldürmüşsünüz” demez mi... Yahudi “O, 2000 yıl evveldi”

Yazının Devamı

Koş kardeşim koş

11 Nisan 2008

Gelecek sefere kadar. Bu şu demektir. Gelecek dış karşılaşmaları unutup artık içeride didişip, çekişip duracağız. Ve uluslararası terazideki yerimizi hiç ama hiç tartışmayacağız.
İlk Fenerbahçe - Chelsea maçında ilk dakikalarda bir gol yenince bizler eyvah derken oyunu anlatan spikerimiz şaşırıp “bu yabancılar bizden iki üç gömlek üstünler” deyiverdi. Hakikaten Avrupalılar, daha doğrusu yabancılar bizden kaç gömlek üstünler? Var mı böyle bir şey?
Tartışmayı, tenkiti hiç sevmeyiz. Acaba uğraşıp uğraşıp belli bir noktadan sonra hep niye ümitsizliğe düşeriz diye tartışanımız var mı? Nedense çarşaf çarşaf yazılarla yenilsek de övünür, mazeretler ararız. Ümitler hep gelecek bahara kalır. Son maçlarda içimizdeki yabancı oyuncuların fazla koşamadıklarını, çabuk yorulduklarını gözlediniz mi? Neden mi? Çünkü adamlar Türkiye’de dünyada hiçbir yerde göremedikleri itibarı görünce yumuşuyorlar, profesyonelliği unutuyorlar.
Hele hele kondisyonlarına bakın.

Yazının Devamı

Ukalalık

18 Mart 2008

Kim ne derse desin... İsterse dünyanın en iyi takımı olsun neticede o da futbol oynayacak, sen de... Poker değil ki bu blöf yapan kazansın. Aman Allahım; neler söylenmiyor ki... Ne büyük çarşaflı tahminler yapılmıyor ki... Ne korkular üretilmiyor ki... Ne hamasi sözler yazılmıyor ki...
Sanki moral peygamberleri. Ben olsam sözü yok mu, o ne büyük komplekstir bilir misiniz? Ben olsam vallahi billahi de büyük maça kadar oyunculara maç tenkitlerini okumalarını yasaklarım. Zira konuşan da, yazan da asap bozmaktan başka bir şey yapmıyor.
Esasında ne tarih yazılacak, ne de bikini giydirilecek. Ötesi yuvarlak bir topu iyi kullanmak. Oyun günü kanaryalar stat tribünlerine konacaklar, çık çık oyna şarkısını söyleyecekler. Hepsi bu kadar. Gerisi boş. Sahaya çıkarken mavi boncuk takan da, haç çıkaran da, dua eden de hepsi tanrının çocukları. Aklını kullanmayana, sinirine hakim olmayana, topa vururken nereye gideceğini bilmeyene tanrı niye ayrımcılık yapsın ki...
Gördünüz mü bakın şimdi biz de akıl vermeye başladık.

Yazının Devamı

İnsancıl olmak

29 Mart 2004

<#comment>
<#comment>
Şu Avrupalılar tuhaf insanlar doğrusu. Her şeyi farklı gözlük camları arkasından görmeye alışmışlar. Mesela hatırlarsınız, bir zamanlar Şampiyonlar Ligi maçlarını İstanbul'u tehlikeli bulduklarından zorla tarafsız sahada oynatmışlardı. Acaba şimdi ne diyecekler? Roma'da stadlarda, tribünlerde, sokaklarda olanların arkasından...
Bu çirkin görüntüleri biz de onaylamıyoruz. Sayısız yaralı ve maddi zararlar hoş değil. Ama şimdi İtalyanlar böyle olunca maçların tarafsız sahada oynanmasını ısrarla isteyecekler mi? Şimdi bırakalım sporu. Bir başka gözlükle politakaya bakalım. İspanya'da terör maalesef bir sürü cana kıydı. Acı görüntüler bunlar. Yine El Kaide teröristleri. Tıpkı İstanbul'daki gibi.. İstanbul'da da çok insan öldü. Suçsuz bir sürü insan. Tıpkı İspanya'daki gibi. İstanbul'a başsağlığı için gelen yabancı cumhurbaşkanlarını, başbakanları, dışişleri bakanlarını hele hele Amerika dışişleri bakanını hiç gördünüz mü? Ama İspanya'da taziye için merasimlerde aynı politikacılar gövde gösterisi yaptılar. Bizimkilerin canı can değil miydi? Dedik ya şu Avrupalılar tuhaf ölçülere sahipler. İster politikada olsun, ister sporda, gözlüklerinin dioptirileri farklı

Yazının Devamı

Yorgunluk

20 Mart 2004

<#comment>
<#comment>
Yorgunluğun bir çok sebepleri vardır. Ruhsal yorgunluktan tutun, çeşitli fiziksel yorgunluklara kadar.
Mesela, metabolizmayı yüklerseniz, yani çok fazla yer içerseniz, vücudunuz birkaç gün bu lüzumsuz beslenmeden dolayı kendini toparlayamaz. Siz, bunun farkına varamazsınız. Bu hal profesyonel futbolcuda daha belirgin kendini gösterir.
Gıda yalnız enerji vermez, anlamsız ve fazla olursa yorgunluk da getirir.
Bir yönetici, yenilmelerini arka arkaya maç yapmalarına bağlıyor. Ve işi kadrosuzluğa getiriyor. Allah, allah...
Real Madrid ve diğerleri aynı kadro ile arka arkaya maç yapmıyorlar mı? Olay bir kondisyon meselesidir. Disiplin işidir. Figo ve Zidane arka arkaya üç maç oynamıyor ama sahada birer tazı gibi koşuyorlar.

Yazının Devamı

Cehennem azabı!

6 Mart 2004

<#comment>
<#comment>
Bugün sporun felsefesinden, psikolojisinden ve fizyolojisinden bahsetmek istemiyoruz.
Son derbide taraftarların çektiği sıkıntıyı ve heyecanı gözönüne alarak bir fıkra üretebilir miyiz diye düşündük. Fıkra bu ya...
Bir gün cehennemin müfettişleri zebanileri basmışlar. Bakmışlar cehennemin dışında iki büyük salon var. Birinin kapısında büyük bir Galatasaray bayrağı, diğerinin önünde ise bir Fenerbahçe bayrağı asılı. Ve her salonda büyük birer dev ekran. Her iki ekranda da Fenerbahçe - Galatasaray karşılaşması yapılıyor. Müfettişler şaşırıp kalmışlar. Hiddetle "Bu rezalet. Burası cehennem mi, yoksa cenette mi?" diye bağırmışlar.
Zebani başı "Burası cehennem efendim" demiş. Müfettişler "Nasıl olur" demişler. Zebani başı cevaplamış: "Bir salonda yalnız Fenerbahçeliler'i topluyoruz. Diğerinde ise Galatasaraylılar var. Kimse dışarı çıkamıyor. Kapılarda zebaniler nöbet tutuyorlar. Biz her gün sanal olarak Fenerliler'e Galatasaray'ın attığı golleri ve karşı tarafa edilen küfürleri, diğer salonda Galatasaraylılar'a Fenerbahçe'nin attığı golleri ve küfürleri durmadan seyrettiyoruz. Ve bu golleri seyretmek onlara cehennem azabından daha beter geliyor. O kadar

Yazının Devamı

30 yaş sınırı

28 Şubat 2004

<#comment>
<#comment>
Bayern Münih ve Alman Milli Takımı'nın dünyaca ünlü kalecisi Oliver Kahn, Real Madrid maçında eski tabirle pis bir gol yedi. Yumurtladı da diyebilirsiniz. Tabii bütün Almanya ayağa kalktı. Böyle de gol yenirmiymiş. Yenir. Hem Türk, hem de Alman televizyonlarında bu golü defalarca izledik. Kahn'ın topu yerde tam uzanarak tutamadığı görülüyor. Yani yerle kendi arasında bir yay meydana geliyor. Ve top bu yaydan geçerek, kaleye giriyor. Acaba diye düşünüyorum. Kalecilerin yaşı 30'u geçince bel kemiklerinin elastikiyetleri kayboluyor mu? Kahn'ın bu ilk kazası değil. Ne kadar tecrübeli olursanız olun, bedeniniz size uymuyorsa bu hataların tekrar edeceği muhakkaktır. Bu yüzden belki de buna hata dememek gerekir. Doğrusu bu yönde kaleci antrenörlerinin fikirlerini almak gerekir. Ben yine de diyorum ki, kaleci yaşı ne olursa olsun 30'u geçmemelidir.
Meslektaşım Ahmet Çakar'a da geçmiş olsun diliyorum. Şimdi belki bir çok kimse, olayı belli açılardan tartışacaktır. Toplumsal yaşamda herkes fikrini doğru veya yanlış, hukuki kurallar içinde söyleme hakkına sahiptir. Kişisel olarak kendi fikrine ve anlayışına uymayanı cezalandırmaya kalkmak, aklı başındaki toplumu

Yazının Devamı

Şöhret

21 Şubat 2004

<#comment>
<#comment>
İtalyanlar'ın meşhur şampiyon bisikletçisi Marco Pantani uyuşturucu komasında öldü. Bu olay İtalya ve Avrupa'da büyük yankılar uyandırdı. Bu noktada şöhretin öldürücülüğü tartışılabilir. Genç sporcuların, daha çok genç yaşta tahsili ve gençliği tam yaşamadan şöhrete ve çok paraya sahip olmaları kişilik yapılarını zedeleyebilir. Mesela tahsil seviyesi düşük sporcu kendisine tapan toplumu küçümseyebilir ve onun etik kurallarına uymak zorunluluğunu duymaz. Gittiği barlarda eğlence yerlerinde el üstünde olmak ister. Alkol ve uyuşturucu alışkanlığı başlayabilir. Maradona gibi. Etrafında pervane olan kadınlara kapılabilir.
Avrupa liglerinde eşlerini ve çocuklarını terkeden şöhretleri hep okuyoruz ve görüyoruz. En kötü gelişim şöhretin basamaklarından aşağıya düşmektir. Pantani'nin annesi, oğlunu öldürenin toplum olduğunu iddia etmektedir. Haklıdır da... Çünkü toplum nankördür. Yıldızı sönünce şöhreti çabuk unutur ve terkeder. Buna tahammül edebilmek için kuvvetli bir karakter ister. Gözden düşenin dostu olmaz. Spor ve sanat tarihinde pek çok şöhret düşkününün acıları vardır. Onun için şöhretli sporcular ne oldum değil, ne olacağım felsefesi ile yaşamalıdırlar.

Yazının Devamı