Toplumsal yaşamda ıslıklamak veya yuhalamak terbiye hudutlarını aşan davranışlardır. Bir adam, olur olmaz bir olayda küfretmez, yuhalamaz. Ama kütle psikolojisi açısından ise bu davranışlara aklı başında olanların bile çevreye uyarak katıldıkları bilinmektedir. Spor sahalarında ve toplumsal olaylarda ekonomik olsun, politik olsun bu tip davranışların adeta bir toplumsal subap rolü oynayacak şekilde ortaya çıktıkları görülür.
Kütle psikolojisi açısından çevrede saldırganlığa, taşkınlığa yol açmadığı sürece bu davranışların önemi yoktur. Gözardı edilebilirler. Eğer ıslıklar, yuhalamalar kırıcı oluşumlara dönüşüyorsa olayların orjinini araştırmak gerekir. O zaman işe kültürel yapı, eğitim seviyesi gibi sosyal kriterler karışır. Polisiye ve adli tedbirler yerine öğretim açısından çalışmalar ön plana çıkarılmalıdır. Okullarda dayak nasıl bir terbiye aracı olamamışsa, idam nasıl ki ileri ülkelerde bir caydırma yöntemi değilse, sporda da hapis cezalarının bir anlamı yoktur.
Ülkemizde meseleleri derinliğine düşünmenin filozofik yönden bir anlamı olup olmadığı tartışılabilir. Bu yüzden atalarımız ‘Düşün düşün, zordur işin’ demişlerdir. O zaman biraz cesaret edip düşünelim.
Bizim çocukluğumuzda ve gençliğimizde sporda bilhassa futbolda geri oluşumuz altyapı eksikliğine bağlanırdı. Yeterli maç yapacak statlar yoktu. Var ise de çamur tarlası gibiydiler. Yeterli tesisler ve ekipman yoktu. Böyle olunca başarısızlıktan kaçınılamazdı. Şimdi ise tesislerimiz var. Pırıl pırıl, yemyeşil, çimen kaplı statlarımız yurdun her tarafında boy gösteriyor. Bakın bugünkü Galatasaray’ın futbol tesisine. Gel de iftihar etme. Ne günlere gelmişiz.
Peki altyapı tesislerimiz tamamsa, şimdi neden futbolda bir İtalya, bir Almanya, bir İspanya gibi değiliz. İşte burada işe yine düşünmek yani filozofi karışıyor. Altyapı varsa o zaman başarısızlıkta üstyapı yok demektir. Nedir bu üstyapı. Aklımıza hemen yöneticiler, başkanlar gelmez mi. Demek koca koca tesisler, statlar yapabiliyorsunuz. Ama maalesef üstyapı için beyin fonksiyonlarına ihtiyacınız var. Onu belirli bir seviyeye çıkarmak, eğitmek bir kültür işidir. İşte bu yüzden ‘düşün düşün zordur işin’ demiş atalarımız. Bu altyapı
Köşe yazarlarının çok defa okurları ve dostları tarafından şunu niye yazmıyorsun, bunu niye yazmıyorsun gibi tacizlere maruz kaldıkları görülür. Yazmazsanız darılanlar bile olur. Çünkü taraftarı oldukları takıma haksızlık yapılmıştır veya bir futbol olayına kafayı takmışlardır.
Futbol oynamış ve futbol meraklısı bir profesör dostum, kafayı milyonlar verilip alınan oyunculara takmış. Zaman zaman enteresan fikirleri de vardır. Yazarsan zaten basmazlar diye tutturur. Diyor ki; “İddia ediyorum, hani şu yeni alınan meşhur Portekiz Milli Takımı’nda oynayanlar var ya, onlar bir yıl sonra artık kendi milli takımlarına çağrılmazlar.”
Niye diye sorunca başlıyor sıralamaya; “Bize uyarlar. Gece hayatı başlar. Antrenmanları öylesine yaparlar. Kondisyonları bozulur. İstanbul’un lüks hayatı gözlerini kamaştırır. Taraftarlarca şımartılırlar. Gelsin kokteyller, gelsin lüks arabalar ve güzel hanımlar.”
Ben ona bunlar profesyonel deyince, kızıp “yaz, yaz” diyor. “İşte böyle yaşayıp gelecek yıl göreceğiz. Zaten bunlar bir zaman sonra kendilerini bir şey görüp, spor sayfalarında boy gösterip, tartışmalara yol açıp yıpranacaklar. Kim kime gol attı göreceksin” diyor arkadaşım. Bizden yazması.
Kulüp başkanları politikacılar gibi oldular. Yılbaşı tebrikleri ve bildirileri Aziz Nicolaos gibi hediyelerle dolu. “Gelecek yıl ligde şampiyon olacağız” diyor biri. Ciddi ciddi. Takım dökülüyormuş, o da sorun değil. Bir diğeri “gelecek yıl Şampiyonlar Ligi’nde kupayı alma hedefimiz var” demez mi. Hem de şu sıralarda milyon dolarlık takımda takım ruhu yok dedikoduları çıkmışken.
Bir üçüncü başkan diğerlerinden aşağı kalır mı? “Bu oyuncuyu alacağız, şu oyuncuyu alacağız” gibi kaf dağının arkasında el yakan yabancı yıldızlara göz kırpıyor. Gel de inan. Politikacı, vaadlerde bulunan politikacıya soruyor. Peki kaynak nerede diye. Ama kulüp başkanlarına bunu soran yok. Ne de olsa onlar da vatandaş. Kredi kartları var. Yaparsın borcu, ödersin haftaya.
Taraftara ise her yıl olduğu gibi vaadlere amin demekten başka yol yok. Yeni yıla hiç olmazsa bir vaat ve ümitlerle giriyorlar. Yeni yılları kutlu ve başarılı olsun demekten başka çaremiz yok.
Olgunluk, kültürel gelişim ile toplum içindeki kişilerin birbirlerine karşılıklı saygı ve sevgisinde artışı sağlar. Ve bu gelişim sayesinde toplum huzur içinde yaşar. Aksi halde insanların birbirlerine tahammülsüzlüğü her alanda, politikada hatta sporda ortaya çıkar.
Maalesef son zamanlarda toplumumuzda bu tahammülsüzlük sahaya ve sokağa inmiştir. Politikada zirvede olanlar, kullandıkları kelimeleri tartmazlarsa, kulüp başkanları kendi renklerinden olmayanları aşağılarlarsa, gerginlik tırmanır. Bir kulüp başkanı, ‘Lan’ kelimesini tuhafınıza gidecek ama, bir sempati içinde kullanmış olabilir. Ancak ne derseniz deyin, kendi ortamlarımızda da bu kelimeyi iyi niyetle ve adeta bir sevgi anlamında da kullandığımız görülür.
Ama birbirimize tahammülsüzlük yukarıda da belirttiğimiz gibi maalesef barajı aşmışsa hiç ummadığımız bir zamanda kullandığımız zararsız bir kelime, küfür gibi algılanabilir. Olayın abartılması da tahammülsüzlüğün bir işaretidir. Ve sosyal açıdan böyle abartmaların futbolumuza gittikçe zarar verdiğini unutmamak gerekir.
Böyle tahammülsüzlüklerin sporda dopingden daha tehlikeli olduğu bilinmelidir. Doping sporcunun kendisine zarar verir. Ama tahammülsüzlük bütün
Zor, çok zor bir iş. Ne zaman Alman, ne zaman Türk bu çocuklar. Başarı çizgisi yükselip yabancıyı tercih ederlerse onlara hemen küsüyoruz. Adeta vatan haini sesleri yükseliyor.
Dünya ticarette, siyasette, sosyalleşmede ve sporda büyük bir globalleşme gösteriyor. Ama bu globalleşmenin biz neresindeyiz diye sormak gerekir. Sen eloğlunu alıp vatandaş olarak milli yapıyorsun. Ama aynı işi başkaları yaparsa tukaka. Garip bir davranış. Dışarıdaki çocuklarımız artık bir iki nesildir büyüyor ve normal olarak yaşadıkları ülkeye uyum sağlamak için oranın vatandaşı oluyorlar. Bu çok normal bir olay.
O ülkenin milli formasını giyerlerse onlara kızıp sırt çevirmek yanlış. ‘Türk asıllıyım’ dedikleri zaman artık pasaportlarının anlamı olmadığını bilmeli ve onlarla iftihar etmeliyiz. Ve bu yüzden onları seçim kararlarında baskı altında tutmanın anlamı yok. Şimdi esasında hakikati söylemek gerekirse biz onlar gibi olacakları niye yetiştiremiyoruz diye kendimizi yargılamalıyız.
Futbol esasında komplike bir spor oyunu değildir. Bir topu alıp karşı kaleye götürerek iki direk arasından ağlara sokmak zor bir iş sayılmaz. Öyle ama karşınızda topu ayağınızdan alacak rakipleriniz varsa bu işi nasıl yapacaksınız. İşte bütün mesele bunu bilmekte...
Napolyon başarmak için ‘para, para, para’ demiş ya futbolda da başarmanın yolu ‘Disiplin, disiplin, disiplin’dir. Bu yoksa, topu karşı kaleye sokmak zor bir iştir. Bir teknik direktör kimseyle, oyun taktiği için futbolcularla, hele hele idareciler ve taraftarlarla tartışamaz. O sahada bir diktatördür. Oyun içinde büyük veya küçük oyuncu yoktur. Topu karşı kaleye getirecek güç disiplinden geçer.
Ülkemizde bilhassa büyük kulüplerde disiplinin tabana vurduğu görülmektedir. Takım taraftarı, başkanı ve teknik direktörü ile birlikte değilse orada disiplinden bahsedilemez. Ancak spor kültürü bu birlikteliği başarır, yaratır. Bu böyle biline.
Evet ayıp oldu. Kime mi? Tribünleri on binlerce Türk bayrakları ile donatan gurbetçilere. Evet ayıp oldu. Bizi günlerce umutlandıran, beklentilere boğan spor yazarlarına. Evet ayıp oldu. Sahada top koşturan, ama nedense ne yapmak istediğini bilmeyen şöhretli millilerimize.
Hatırlarsanız birkaç hafta evvel bir yazımızda, ‘Ya elimizdeki güller bir gün solarsa’ dememiş miydik. İşte o gün geldi herhalde. Şimdi biz utandık diye karşı tarafı küçümseyip hakkını yemeyelim. Biri çıkıp onlarda da iş yok demesin. Matematiksel futbol bu. Göze hoş görünmeyebilir. Ama neticeye götürüyor. Alışmamız lazım, modern futbol işte bu.
Namık Sevik ağabey yıllarca evvel İngiltere Milli Takımı’na 8-0 yenilince sayfayı siyah çıkarmıştı. Şimdi de bakın ne çanaklar, ne çömlekler çıkarılacak. Halbuki o tarihten bu yana iyi futbol oynadığımız günler de oldu. Birbirimizin boynuna sarılıp kucaklaştığımız günleri unutmayalım. İlahlaştırdığımız federasyon başkanlarını da. O yüzden başımızı öne eğip depresyon içinde suçlular aramayalım.
Gördük ki takımda hiç motivasyon yok. Bu futbol anlayışını terk edip, reform yapacak, modern futbol anlayışını bize enjekte edecek kişileri bulmamız gerek. Bu yalnızca bir