Onyedi, onsekiz yaşlarındayım. Günaydın gazetesi teknik servisinde pikajcıyım. (Şimdinin sayfa düzenlemecisi). Gece çalışıyoruz. Abim Sedai de zamanın Güneş gazetesi teknik servisinde aynı işi yapıyor. İşimiz ortalama sabah 3 gibi bitiyor. Sonrasında servis herkesi evine bırakıyor. Fakat beni çoğunlukla Güneş gazetesine bırakırdı. Çünkü orada iş bitiminde, gazetenin dışındaki çay ocağının sulu buzdolabının üzerine şahane bir çilingir sofrası kurulurdu. Montaj servisinin kıdemlilerinden Konyalı, namı diğer bit Mustafa’nın izniyle ben de katılırdım aralarına. Bazı sabahlar Güneş gazetesi bölge temsilcisi rahmetli Nahit Duru abim de gelir, gece çalışan arkadaşlarıyla, ekibiyle bi tek atardı. Güzel, dolu dolu, şahane günlerdi anlayacağınız.
Para çekmemişiz
Çarşamba günü sevgili abim Turgay Kılınç’la söğüş yiyeceğiz diye yollara düştük. Hedefimiz Kapılar’da, seyyar bir söğüşçüydü. Fakat Kapılar trafik olarak yoğun olduğundan aracımızı eski Güneş gazetesinin önüne park ettik. Şimdilerde ne çay ocağı ne Güneş gazetesi kaldı ama ben arabayı park ederken tıpkı anlattığım gibi zamanda hızlı bi yolculuk yaptım.
Sonrasında oradan çıkıp Kapılar’a giderken de sürdü zaman yolculuğu.
Tantanlar, yeni üst geçitten Kapılar’a vardığımızda, caddenin tam karşısında gördük aradığımız söğüşçü tezgahını. Oğlanı bırak, Turgay’ı evden al, arabayı park et, derken saat 10.00 olmuştu bile. Kahvaltı da etmemiştik. Söğüş İzmirli için en güzel kahvaltıdır çünkü. Caddenin karşısına geçip İbrahim Usta’nın yanına geldik. Usta tezgahının başına geldiğinde usulca “Usta biz söğüş istiyoruz iki tane ama para çekmemişiz, yesek, parayı sonra versek” diyecek oldum, usta, “Ne demek kardeşim, buyrun, oturun, yiyin söğüşünüzü, hiç önemli değil” deyiverdi.