Fedai Ünal

Fedai Ünal

fedonunal@gmail.com

Tüm Yazıları

Aslında bu hafta Söke’de yeni keşfettiğim eski bi köfteciyi yazacaktım. Ancak gündem o kadar çok sağlığa, bağışıklığa döndü ki, enerji kaynağı çorbayı bir kez daha yazma kararı aldım.
Ara ara @neyedikbeabi Evren kardeşimle buluşuyoruz. Özellikle İzmir Ata Sanayi civarındaki lezzet mekânlarını ziyaret ediyoruz.
Hafta başında yine böyle bir turda sevgili Evren, “Hadi abi, enerji depolayalım biraz” deyip beni bi çorbacıya götürdü. Dükkânın önüne geldiğimizde, eskimiş tabelada ‘1973 Çorbacı Ekrem Usta’ yazısı oldu ilk dikkatimi çeken. Dedim ki; iyi bi yere geldik.

Haberin Devamı

‘Tiranlıyım’

Yağmurlu, puslu havalara neşe kattığını düşünürüm çorbanın. Bu duygu ile girdim Ekrem Usta’nın dükkânına. Daha kapıdan girer girmez, çorbasının lezzetine bakmadan yanılmadığımı anladım. Tatlı gülüşü, neşeli tavrıyla karşıladı bizi Ekrem Usta.
“Hoşgeldiniz be ya” derken Arnavut olduğunu, o demese de biz anladık. Sonra ekledi, “Tiranlıyım ben Tiranlı” diye.
“Çorba nasıl, ne çorbası var?” diyecek olduk, “Şifa bu şifa” diyerek kelle paçayı doldurdu bile tabağa.
O, çorbaları doldururken “Ustam, 1970’lerden beri çorbacısın” diye söze başlıyorum; usta düzeltiyor, “Çıraklığımı da sayarsan 1956’dan çorbacıyım ben.”
İşte çorbalarımız hazır. Usta tabakları tezgâha bırakırken “Sirke, sarımsak olsun mu?” diye hem soruyor hem de yanıtlıyor: “Sirkesiz, sarımsaksız çorba mı olur be ya” deyip basıyor sirkeyi, sarımsağı...

Bi tanedir

İşte Ekrem Usta’nın şifası, kelle paça çorbalarımız masada. Her zaman acıyı yakıştırmışımdır çorbaya. Bi iki kaşık serpiştiriyorum üzerine, biraz da limon, oooh miss.
İlk yudumda içimiz ısınıyor, ustanın lezzetli çorbasıyla. Evren’le ikimiz kendimizden geçiyoruz. “Çorba nasıl Evren?” diyorum. “Ekrem Usta bi tanedir” diyor Evren.
Bu cevabın üzerine, yanlış yolda, yanlış yerde olmadığımı anlıyorum. Muhabbetsiz lezzet, lezzet değildir!
Ekrem Amca (Güler), 10 yaşında gelmiş Arnavutluk’tan.
Babası 3 yaşında vefat etmiş. Manisa’ya gelmişler önce. Orada bir köftecinin yanında bulaşıkçı olarak girmiş işe. 2 sene köftecide çalışmış.
Usta-çırak
Sonra İzmir macerası başlamış.
“Karşıyaka’da Aşçı Rıza, Dörtkardeşler Necmi Usta, onların yanında yetiştim ben” diye anlatırken, araya bir de Almanya macerasını sıkıştırmış Ekrem Baba.
“Ben Almanya’daki kadar çalışınca, Türkiye’de de bu kadar para kazanırım dedim, döndüm Almanya’dan memlekete” diyor.
Dönüşünde açmış dükkânını. “Lokantacıyız biz” diye tatlı tatlı anlatırken, artık çorbaları oğlu Yılmaz Güler’in yaptığını ekliyor.
El verdik ona, bundan sonra iş onun. Ben üç dört saat bi gelip, hararetimi gideriyorum burada, iş yaptırmazlar bana, diyor.
Oğlu da büyük bir hürmetle davranıyor babasına. Gözlemlediğim kadarı ile dükkân içerisinde, bir usta-çırak ilişkisi var aralarında. Tezgâhın başına baba geçtiğinde Yılmaz (Güler) Usta, garson oluyor. Ustasının sözünden çıkmıyor.
Yazımın başında da dediğim gibi, bu hafta da gündeme uygun, sağlıklı bir yazı olsun istedim. Sağlık bunun neresinde derseniz, ben de size çorbada, kelle paçada, işkembede, ayak paçada derim.
Ve en önemlisi de, gülen yüzle, sevgiyle, saygıyla ikram edilen bi tas çorbada derim sağlık!
İçenlere şifa olsun.
Elleriniz dert görmesin Ekrem Baba, Yılmaz Usta...