Enteresan, güzel insanlar bulur beni. Onlar beni bulmazsa ben onları bulurum.
Hava sıcak, nem yüksek, yanıyo ortalık. Sevgili eşim Ebru ile oğlanı bir spor okuluna kaydettirdik. Beyimiz nereden görüp öğrendiyse paten diye tutturdu. Öyle dedik, böyle dedik olmadı. Son çare Girne’de bir etkinlik merkezine kaydını yaptırdık. Karı-koca onu spor salonuna bıraktıktan sonra şöyle bi çevreyi dolanalım dedik. E biliyorsunuz, çabuk acıkıyorum ben. Bi de ne görsem canım çekiyor. Ebru, hadi Fedo şurda küçük bi pideci var, oraya gidelim, dedi. Hevesle geldiğimiz dükkânın önünde hüsrana uğradık. Dükkân kapanmış. Hiç bozmadık moralimizi, bu kez amaçsız bakınmaya başladık etrafa, ama benim gözüm hep pidecide. Öneri, yine eşimden geldi. “Aa Fedo, şurda dönerci Vahap Usta var, gittin mi sen oraya, hadi benim de canım döner istiyor, oraya gidelim” dedi. Zaten cümle bittiğinde dükkânın önündeydik.
İştah açıcı
Öğlenin ilk müşterileri olarak daldık içeriye. Sokaktan geçerken gözüme ilişen koca döner, iştah açıcı görünüyordu. Yakından görünce iştahım hepten arttı. Yalnız dükkândan içeri adım attığımda hemen yan masadan verilen bir sipariş, inanın tüylerimi diken diken etti. Neymiş efendim, eti iyi pişmiş, yağsız olsunmuş, muş, muş da, muş, muş!
Yahu arkadaş döner bu, antrikot değil ki sana özel pişsin. Dönüp, “Baba bi de sana özel, sadece senin için de dönsün mü döner” diyesim vardı, diyemedim. İçimde kaldı...
Eşim hemen oturdu masaya. Bense ifşacı olmanın verdiği heyecanla hemen fotoğraf, video çekmeye başladım. Aynı anda da döner kesen genç ustayla muhabbete tabii... Benim kızdığımı anlamış olacak genç usta, “Abi, böyle müşterilere Vahap Usta veriyor gereken cevabı” deyip bıyık altından güldü: “Bizim yaptığımız gibi iki porsiyon kesiyorum size.”
Aslında dükkâna girerken eşim Vahap Usta’yı göstermişti, ama ben bilmiyormuş gibi yapıp sipariş verirken sataştım, tatlı tatlı ustaya. Buyur ettik masamıza. Hiç tanışmadan, tamamen usta-müşteri ilişkisi çerçevesinde sohbete başladık. Malatyalıymış Vahap (Devecel) Usta, 40 yıldır dönercilik yapıyormuş. Aslında Karşıyaka Bostanlı’nın eski esnafından usta. Ama ne hikmetse benim yolum bir türlü kesişmemiş kendisiyle. Olsun varsın, geç olsun da güç olmasın değil mi?
Vahap Usta’yı pek sevdik. Tatlı sert bi tavrı var kendisinin. “Elbette müşterinin başımızın üzerinde yeri var, ama döner bizim işimiz, en güzelini, en lezzetlisini sunarız kendilerine” diye giriyor sohbete. Bize döner kesen genç ustayla aramızda konuştuklarımızı duymuş, ki duymaması da mümkün değil. Çünkü maşallah gelen, giden, servis yapanlar, herkesle ayrı ayrı ilgileniyor usta. Gözü hep kapıda, gelen her müşteriye “Hoş geldiniz” demeyi ihmal etmiyor.
Ee usta ne diyorsun bu işe, bize de yağsız, orta pişmiş bi döner, diyecek oluyorum şaka yollu, “Aman ne olur deme öyle, insanlar inan yanlış anlıyor. Döner, döner gibi pişer, suyunda, kıvamında misafire servis edilir bizde. Doğrusu budur. Yaptığımızın da 40 yıldır arkasındayız” diyor. Arada başka şeyler de söylüyor, o tatlı sertliğiyle, ama onlar bende kalsın. Ki söyledikleri de çok katıldığım şeyler.
İşte tabaklarımız geldi. Sohbet sürerken usulca tabaktan soğanlı, domatesli bi dürüm yapıp atıyorum ağzıma. “Nasıl olmuş?” der gibi bakıyor usta. Lokma ağzımdayken, “Ellerine sağlık, güzelmiş usta” deyip soğumadan dalıyoruz dönere.
Yemeğin üzerine birer de çay içip hızlıca kalkıyoruz. Israr ediyor oturun diye Vahap Usta, ama tam müşterinin yoğun olduğu zaman, başka sefere deyip hesabı hızlıca ödeyip yine cayır cayır yanan sokağa atıyoruz kendimizi.
Güne, Efe’nin paten sevdasıyla başladık, Vahap Usta’nın döneriyle bitirdik anlayacağınız.
Demem o ki, seviyorum böyle esnafı, işinin hakkını verip yaptığının arkasında duran insanlara büyük saygı duyuyorum.
Ellerine sağlık genç usta, hiç değişme böyle tatlı sert kal Vahap Usta...