Dilimde tüy bitti, “İzmir’in bi festivali olmalı, anlatacak, görülecek, yaşanacak çok hikayesi” var diye. Ama nerdee. Benim söylediklerim, yazdıklarım, “Kendin pişir, kendin ye, kendin çal, kendin oyna” misali. Boş yani! Uzun zaman önce şehrimizin önde gelenlerine seslenmiştim, “İzmir bi babalık bekliyor” diye. O da fıs...
Neyse biz konumuza dönelim. Güzel bi İzmir Buca masalı anlatalım. Geçen yıl Buca Belediyesi, “Buca’yı keşfet” organizasyonu yapmıştı. Kısa zamanda her yere gidemesek de, birçok köşk, tarihi nokta ve lezzet durağını keşfetmiştik. İlk organizasyondan özellikle esnaf ve Buca dışında yaşayan Bucalılar çok memnun kalmıştı.
Sayın Buca Belediye Başkanı Erhan Kılıç ve ekibi de bu ilgiden ziyadesiyle memnun olmalı ki, bu yıl “Buca’yı Keşfet” organizasyonunun ikincisini düzenlediler. Ama bu seferki daha çok kültür ve tarih ağırlıklıydı. Bi kere şunu söylemeliyim, bugün dünyanın en tanınmış insanlarının bir şekilde Buca ile bağlantıları var.
Sizlere tek tek bunları anlatmayı isterdim ama maalesef fazla yazarsam bölge temsilcim Engin Uğur Ağır suratını ekşitiyor. Olsun varsın ne yapalım bunu göze alıp bu hikayeyi kısaca anlatacağım sizlere. Bucalıların Tıngırtepe diye bildiği ama son dönemin Mevlana Tepesi hikayemizin konusu. Bu güzel hikayeyi bizi üç gün boyunca gezdiren sevgili rehberimiz Kemal Şendikici’nin www.rehbername.com da yazdığı yazıdan alıntılayarak anlatalım. Yazının tamamına bu adresten ulaşabilirsiniz.
“1884 yılında ünlü yazar, edebiyat bilimci Vahé Oshagan, The Review of National Literatures dergisinin bir cildinde özel bir makale yayınlar. Bu ilginç ve kapsamlı çalışma, 18. yüzyıl sonları ve 20. yüzyılın başlarındaki yaşamış olan bazı Batılı Ermeni entelektüellerin marjinal yaşamlarını incelemek üzerinedir. Yazar ve araştırmacı Oshagan, iki entelektüel marjinal edebiyatçının kısa portrelerini çizer. Bu sıra dışı karakterlerden biri 1867’de birlikte çalıştığı editörün saçmalıkları nedeniyle basımı neredeyse bir yıl süren Fransızca yayın yapan Politique Morale, “revue de poesiei de santé et de morale” dergisini kuran Charles Akdjalian’dır.
Vahe Oshagan yazdığı bu makalede, kendi çabasıyla dokuz dil (Ermenice, Yunanca, Latince, Arapça, Farsça, İtalyanca, İngilizce, Fransızca ve Sanskritçe) öğrenmiş olan yalnız, kadın düşmanı ve vejetaryen Bedros Tınkar (Tıngıryan) adlı diğer bir yazardan söz ediyordu ve makalede bu adamda “garip bir durum var” diyerek, Petros Tıngır’ın çok az bilinen hayat hikâyesindeki ilginçlikleri gündeme getirmeye çalışıyordu.
Sahlerai dili!
Petros Tıngıryan, 1865 yılında Smyrna yakınlarındaki Buca köyünün bir tepesinde bulunan kale görünümlü bir evde gözlerden uzak yaşayan ve yeni bir alfabe ile “Sahlerai” olarak adlandırdığı uluslararası bir dil tasarlayan bir entelektüeldi.
Bu inanılmaz çabanın amacı uluslararası barışı ve sevgiyi teşvik etmekti.
Ayrıca evrensel dilinin öğretilmesi için özel bir ders kitabı, bir gramer ve nadir de olsa gelen ziyaretçilere kendisiyle iletişim kurmalarını sağlamak için verdiği özel bir sözlük hazırlamıştı.
Ayrıca kendi alfabesine uygun özel bir müzik nota sistemi geliştirmişti.
Sahlerai hakkında daha çok şey öğrenmek isteyenler oldu ama bulabildikleri tek şey bu dilin yaratıcısı Bedros Tıngıryan’ın Konstantinopolis’li zengin ve saygın bir kişi olan Viyana’daki Katolik Mıkhitarist tarikat üyesi olan Ep’rem Boğosyan’ın soyundan geldiği idi.
Tıngıryan, Smyrna’nın Buca köyünde 40 yıla yakın yaşadı.
Ailesinden aldığı maddi yardımla, ölümünden birkaç yıl önce, Buca yakınlarında güzel bir tepe olan Aspra Khomata’da yani, zirvesinde bulunan bir düzlü ğe kale şeklinde küçük bir ev yaptırdı ve buraya “Beyaz Topraklar” adını verdi.
Beatles şarkısında
Tıngıryan şöyle düşünüyordu: Dinlerin ve dillerin çeşitliliği, tek bir kökene sahip olan insanlığı bölünmeye mecbur etti. Ve karma bir din ile birlikte evrensel tek bir dilin ulusları birbirleriyle bütünleştireceğine ve hatta tüm bireysel çekişmeleri, tüm kavgaları ve tartışmaları durduracağına inanıyordu. Böylece tüm dünyaya barış ve birliktelik gelecekti.”
Hikayenin iki ilginç tarafı daha var.
Birincisi, dünyaca ünlü Beatles Grubu 1967 yapımı The Fool On The Hill adlı bir Beatles şarkısında birebir ilginç hayat hikayesinin anlatıldığı varsayımı ile yazılan İzmir - Buca’da 40 yıl yaşamış bir edebiyat dehasının sıradışı yaşam hikayesi üzerinedir.
Şarkının sözleri şöyle;
“Tepedeki aptal
Gün be gün tek başına bir tepede
Aptalca gülümseyen adam
Hiç hareket etmeden duruyor
Kimse onu gerçekten anlamak istemiyor.
Onun sadece bir aptal olduğunu sanıyorlar ama
O asla kimse ile konuşmuyor...”
(Fool On The Hill - John Lennon ve Paul McCartney, Beatles -1967)
Bilgelik Tapınağı
Kendi yarattığı dilinin özel harfleriyle evinin ana giriş kapısı üzerine, “Ayzeratand” yazan bir tabela koydu.
Batı Ermenicesinde “Bilgelik Tapınağı” anlamına gelen Ayzeratand’ın içinde büyük ölçüde dilbilim üzerine kitaplarla süslenmiş harika bir kütüphane vardı... Hayatının son günlerini bu tepede yaşadıktan sonra aşırı derecede zayıflayan Petros, bir akşamüstü uzun süre önce kazdığı bir mezar alanına gitti. Bilgelik tapınağının tam ortasında kendisi için hazırladığı son dinlenme odasına yatarak bilinçli bir ölüm uykusuna uzandı. Ertesi gün daimi ziyaretçileri onu görmeye geldiğinde mezarında buldular. 1881’de Tıngıryan öldü.
Petros Tıngıryan (Batı Ermenice, Bedros) 40 yılı aşkın bir süredir Smyrna yakınlarındaki Buca köyünde yaşadı. İnsan ırkından uzak yaşasa da hatta insan toplumundan nefret etse de, yalnız yaşadığı bu evde toplumların iyileşmesi üzerine kafa yordu ve insanlık için şafaktan alacakaranlığa kadar çalıştı.
Mevlana
İkincisi ise, eskiden Tıngırtepe adıyla anılan, dünya barışı için ortak bir dil geliştiren Petros Tıngıryan’ın yaşadığı bu tepenin artık üzerindeki Mevlana heykeli ile Mevlana Tepesi olarak adlandırılması.
İnsanlık için hoşgörü ve barışın hakim olmasını isteyen iki insan aynı yerede.
İlginç değil mi?
Kimbilir İzmir’de daha ne hikayeler, ne filmlere konu olabilecek efsaneler, masallar var.
Sözün özü, Buca gerçekten özel bir yer.
Hatta Tıngıryan’ın yarattığı evrensel dil belki de Buca’nın dili.
Şöyle bitirelim.
Neydi aslolan; vardan yok olmaz, yoktan var olmaz...
Masal bu ya!
Kimbilir bi gün öyle bi teknoloji gelir de konuştuğumuz sesleri bulunduğu yerden ayıklayıp kaydedebilir.
İşte o zaman Petros Tıngıryan’ın, Buca’nın barış dilini biz de öğreniriz...
Kim bilir?
(Sevgili rehberimiz Kemal Şendikici’ye, filme konu olabilecek bu hikaye için sonsuz teşekkürler.)