Fedai Ünal

Fedai Ünal

fedonunal@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Sürüklenmeyi seviyorum ben. Hele son 3 senedir kafa nereye, ben oraya modu pek uydu bana. Hatta bazen, çok kıskandırıcı durumlar yaratıyor olmalıyım ki; kıymetli büyüğüm, abim, Genel Yayın Yönetmenim Mete Belovacıklı arayıp “Ooo Fedai Bey, hayat size güzel” diye takılıyor. İnşallah bi gün kendisi Güzel İzmir’e kaçıp gelirse “Hayat bize güzel” diyebileceğimiz yerleri gezeriz.

Mesela Kemalpaşa’da Umudum Cağ Kebap’a gideriz.

Geçen hafta Kemalpaşa’da bir işim vardı. Maalesef her randevuya geç gitme sorunum yüzünden, yapacağım görüşme 1 saat ileriye kaydı. Saat tam öğle saati olduğundan arkadaşımla birlikte bu zamanı yemekle değerlendirelim dedik.

Lezzette zaman yolculuğu...



Kılıç kalkan

Acaba ne yesek diye düşünürken, yıllar önce cağ kebap yediğim dükkân geldi aklıma. Arkadaşıma, “Abi ne dersin, duruyor mudur hâlâ dükkân?” dedim. Cevap, “Aklımıza geldiyse gidip bakacağız” oldu. Kemalpaşa çok değişmiş. Aradan geçen 20 yılda bina sayısı da, insan sayısı da iki katına çıkmıştır herhalde. Eh bi de restoranlar açıldıktan sonra, ortalama yüzde 80-85’inin ilk altı ayda kapanma verisi düşünüldüğünde, benim cağ kebapçının olmama olasılığını göz önüne alarak başladık aramaya.

Galiba şanslı günümüzdeydik, çok fazla dolanmadan bulduk dükkânı. O zamanlar hiç dikkat etmemiştim, Umudum Cağ Kebap’mış adı. Oyuncağını bulmuş çocuk ruhuyla daldık içeri. Kılıç kalkan ekibinden fırlamış gibi, döner bıçağını bileyen Sebahattin (Çabuk) Abi karşıladı bizi. İçeri girişimizden burayı aradığımızı anlamış olacak, tatlı bir Erzurum şivesiyle, “Aradığınız kebapçı burası” dedi. Eh bizim de aradığımız bi tatlı dil değil miydi zaten... Hemen başladık muhabbete.

Önce ben anlattım. 20 yıl önce bu dükkâna geldiğimden, o zamanlar cağ kebabının bu kadar popüler almadığından söz ettim.

Onun çırağıyız

Sonra Sebahattin Abi aldı sözü. Keyifli keyifli anlatırken bi yandan da cağ kebabını kesiyordu. Uzun yıllar olmuş Erzurum’dan göçeli. Burayı açmadan önce Ankara Yolu’nda 11 yıl lokantacılık yapmışlar. Sonra bu dükkâna gelip cağ kebabı yapmaya başlamışlar. Bunları anlatırken biri geliyor yanımıza. Sebahattin abi, “Abim Yusuf Çabuk. Asıl ustamız odur. Biz onun çırağıyız” deyince acayip şaşırıyorum. Çünkü Yusuf Abi, dükkânda her şeye, her yere koşturuyor. Pek fazla da konuşmuyor.

“Sebahattin Abi, sen maşallah halkla ilişkilerci gibisin, ama Yusuf Abi pek sessiz” derken, hemen yanı başımda kesilen döneri servis eden Yusuf Abi, “Bende icraat var, çene yok” diye giriyor söze.

Kırk yılı aşkın süredir aşçıymış Yusuf Abi. Kemalpaşa’da, hatta İzmir’de cağ kebabı yapan ilk benimdir diye anlatıyor usta. Ki muhtemelen öyledir. Çünkü, benim ilk gittiğim zamanlar İzmir’de bir cağ kebapçı bilmiyorum ben.

Ağzınla sıyıracaksın

Bizim sohbetimizi gören Sebahattin Abi bile şaşırıyor. Yusuf Abi sağ olsun, pek uzun sürmese de genel sessizliğini bizim için bozuyor.
Sebahattin Abi’ye, “Cağ kebabı sadece Erzurum’a mı özgü?” diye soruyorum. Boynundaki havlusuyla terini silerken, “Artvinliler de bizim der cağ’a, ama asıl Erzurum’undur. Tamam onlar da yapar, ama cağ Erzurum’undur” diyerek gevrek gevrek gülüyor. Tam masamıza geçecekken de elime bi şiş tutuşturuyor. Şişin ucundan bi parça eti ağzıma atarken, “Öyle olmaz, ağzınla sıyıracaksın” diyerek, elimdeki telefonu alıp arkadaşıma veriyor: “Hep bizi çekti, şimdi o yerken sen de onu çek.”

Bi taraftan şiş ağzıma batmasın, diğer taraftan yanmayayım diyerek Sebahattin Usta’nın dediği gibi yiyorum. Tamam güzel bi yeme biçimi, fakat benim için biraz tehlikeli.

Eski bir fotoğraf

Masamıza oturduğumuzda gözüme ilk çarpan, eski bir fotoğraf oluyor. Cağlarımızı getiren Yusuf Usta’ya “Sebahattin Abi mi bu?” diye soruyorum.
Gülümseyerek “Benim o” deyip, cağlarımızı tabaklara bırakıp ayrılıyor yanımızdan.
Bir kez daha anlıyorum. Zaman hepimizi değiştiriyor. Anları anıya döndürüyor. Ama tatları değiştiremiyor. İlk günkü gibi aklımızda kalıyor. Lezzet silinmiyor beynimizden. Öyle ki, zamanda yolculuk yaptırıyor bize.

Hiç aklımızda yokken gittiğimiz bu güzel mekânda, değişmeyen lezzetleriyle beni zaman yolculuğuna çıkaran Yusuf ve Sebahattin ustalara çok teşekkür ediyorum.

Ve diyorum ki; Mete Abi, hadi bi gel şu Güzel İzmir’e, zaman yolculuğuna birlikte çıkalım...