Öğrendik be! Bu illet virüsle yaşamayı da öğrendik!
Sevdiklerimizden uzak durmayı, öpüşmemeyi, el sıkmamayı, ellerimizi sık sık yıkamayı, bol bol C vitamini almayı ve daha bi sürü şeyi öğrendik. Tüm bunları öğrenirken çok zorlandık. Hâlâ öğrenmeye devam ediyoruz, bu gidişle uzunca bir süre de devam edeceğiz. Eyvallah! Ama çok sıkılmadık mı yahu! Hele şu yılbaşında içeride kaldığımız dört gün var ya, hepten bunalttı beni. Pazartesi ne yapsam, ne etsem diye düşünürken bi telefon keyfimi yerine getirmeye yetti. Eee ne demişler, kul sıkışmayınca Hızır yetişmezmiş.
Kıymetli ve de kafa dengi bi abim aradı, “Ya Fedo, Pazartesi bi Ayvalık’a gitsek mi? Bir iki işim var, hem onları hallederiz hem de kafamız değişir.”
Cümlesini bitirmesine fırsat bile vermeden “Evvet, olur abi” dedim.
3 ekmek ve su
Pazartesi sabah erkenden düştük yollara. Eskiden olsa aheste gider, aheste gelirdik. Lakin şimdi erken gidip erken dönmek gerek. Malum, akşam 9’da sokağa çıkma yasağı var.
Öğleye doğru Ayvalık’a vardık. İvedi işimizi hallettik, daldık çarşıya. Her şeyi o kadar programlı ve çabuk yapmamıza biz bile şaştık. Neyse çarşıda eski binaların arasında epeyce bi gezdik. Her zamanki gibi Darbuka Kardeşler’den peynirimizi, zeytinimizi aldık. Ayaküstü iki lafın belini kırdık, arabamıza doğru yürümeye başladık ki, karnımızın gurultusu öğlen bi şey yemediğimizi hatırlattı bize. Her yer kapalı ya da paket servisi yapıyor, ne yer ne içeriz diye düşünürken eski dostum Melih Kaan Kuşüzümü aklıma geldi. Melih, eski futbolcu; Ayvalık’ta Olay Tost’un da sahibi... Aradım hemen, hiç uzatmadan bodoslama daldım söze, “Melih, Ayvalık’tayız ve bi şeyler yemek istiyoruz, ama her yer kapalı” dedim.
Melih, “Abi o kolay be ya. Siz şimdi 3 ekmek alın, 2 litre de soğuk su kapın, atacağım konuma gelin” dedi, kapattı telefonu. Öylece bakakaldık abimle birbirimize. Ama dediklerini de yaptık. Aldık ekmekle suyu, takıldık navigasyondaki ablanın peşine! 20 dakika sonra Melih’in yanındaydık. Denize sıfır, sosyal mesafesi kendinden şahane bir avcı sofrası karşıladı bizi. Mantar uzmanı ve otelci iki arkadaşıyla mantar toplamışlar, biraz da et sotelemişler bol soğanlı ve çökmüşler kara tavanın başına.
Bizi de gelir gelmez çektiler masanın başına. Bol soğanla sotelenmiş mantar ve etin ekmekle bir araya gelince verdiği hazzı anlatamam. Hele közde bi çimen mantarı yapıp ikram ettiler kiii, of diyorum.
Tabii bu güzel sofrada bi kadeh bi şey parlatmadan olmazdı. Onu da yaptık! Gerçi sadece ben parlattım, abim araba kullanacağından sadece yutkundu, ama olsun, yapacak bi şey yok.
Biz, ne bulsak onu yeriz derken, son zamanlarda oturduğumuz en güzel sofrada bulmuştuk kendimizi. Dedim ya, program disiplinimiz çok gelişti bu ara. Zamanı geldi, hadi artık kalkalım derken Melih’in yaptığı bir telefon görüşmesinde ahtapot lafı geçince işin rengi değişti. Sonuç, İzmir’e dönerken 5 kilo ahtapot aldık. Bi ara ahtapotu nasıl yapıp sakladığımı da anlatırım size.
Ahtapotları aldık ve sonra taktık maskeleri, atladık arabaya, ver elini İzmir.
Yalnız bu sefer her zamanki yoldan değil dağ yolundan, Kozak Yaylası’ndan dönmeye karar verdik.
Ormanda Atatürk anıtı
Zeytin ağaçlarının arasından kıvrıla kıvrıla fıstık çamlarına vardık. Yol üzerinde bi iki köye de uğradık. Bu köylerden birinden çıkışta, kahverengi bi tabela çekti dikkatimizi: Atatürk Anıtı. Bizdeki kedi merakı depreşti tabii hemen. Çevirdik direksiyonu anıt tabelası istikametine. Yaklaşık 9 kilometre sonra, devasa bir kayanın üzerine yapılmış Atatürk Anıtı karşıladı bizi. Hemen yolun kenarında, ormanın içinde muhteşem bir anıt...
Anıtın üzerinde bazı bilgiler var, ancak ben yaptığım küçük araştırmada şu bilgiye ulaştım ve çok etkilendim.
İşte ulaştığım hikâye, aynen paylaşıyorum...
“Türkiye’deki Atatürk anıtlarının en farklısı Bergama Kozak Yaylası Bağyüzü köyündeki anıttır. Bu anıtta Atatürk, golf pantolonlu spor takım giysisi, başındaki kasketiyle bir kayanın üzerine oturmuş, elini üst üste dizilmiş beş kitaba dayanmış olarak dinlenirken görülüyor. (Milli Mücadele), (Cumhuriyet), (Devrimler), (Bilim ve Sanat) ve (Nutuk) olan bu kitapların adları, uzaktan okunabilecek büyüklükte harflerle, kitap sırtlarında yer alıyor. Yaşamını Almanya’da sürdüren 30 yıllık eğitimci, doğasever Süha Şen, Kozak Yaylası’nda fıstık çamları arasında yürüyüş yaparken bir heykel kaidesi görünümündeki iri bir kayayı görmüş ve köye giderek muhtara bu kayanın bulunduğu araziyi almak istediğini bildirmiş. Arazi sahibi, Bağyüzü köyünden Yücel Koray, Süha Bey’e bu araziyi ne amaçla istediğini sormuş. Süha Şen’den, ‘Bu kayanın üzerine bir Atatürk anıtı yaptırmak istiyorum’ yanıtını alınca, ‘Bu amaçla almak istediğin araziyi parayla satmam! Çamlığımdan sınırını sen çiz, istediğin kadar araziyi, bu amaç için benim armağanım olarak kabul et!’ demiş. Daha sonra Süha Bey, Türkiye’de 18 ilde Atatürk ve Cumhuriyet konulu heykelleri ile 90 şehitlikte bu çeşit heykelleri bulunan Prof. Dr. Tankut Öktem’i bulmuş. “Bu güzel girişime benim de katkım olsun” diyen ve anıtı hiçbir ücret almadan yapan Prof. Dr. Öktem, bu eseri tamamladıktan çok kısa bir zaman sonra trafik kazasında yaşamını yitirmiş.” (Yukarıdaki bilgi, www.erolsasmaz.com sitesinden alınmıştır.)
Atatürkümüzün bu şahane anıtını yapanları, emeği geçenleri minnetle anıyorum. Ve diyorum ki, bir Ayvalık seyahatini Kozak Yaylası üzerinden yapın ve bu harika eseri görün.
İnşallah bu günler geçecek. Ayvalık’ta acıkırsanız tostçular çarşısında Olay Tost’a gidin, Melih’e benden selam götürün. Kim bilir, belki bir avcı sofrası size de kısmet olur...
Kim bilir?