Fedai Ünal

Fedai Ünal

fedonunal@gmail.com

Tüm Yazıları

Şunu bir kez daha anladım ki, zaman su gibi akıp gidiyor. Karantinadan sonra, yeni normal hayatımızın ilk gezmesini Güzel İzmir’in, güzel ilçelerinden Bayındır’a yaptık. Gerçi çok hızlı bir gezi oldu ama olsun, yeni normal hayatımıza çok iyi geldi.

En son bi Çiçek Festivali için sevgili kayınvalidem Serpil, kayınpederim Aydın babamla birlikte gitmişiz Bayındır’a. Kocca bi parkın çevresine doğru dağılan çiçekçiler, katmercilerin olduğu, rengârenk, mis kokulu bi gündü. Öyle aklımda kalmış. Önceki ziyaretlerimiz ise hep çiçek, ağaç fidanı almak içindi. Elbette şehrin içini de geziyorduk. Ama nedense bu son gidişimiz kadar gözüme güzel görünmedi hiçbi şey.

Haberin Devamı

Pırıl pırıl sokaklar

Yine her zamanki gibi koca bir ‘hoş geldiniz’ takının altından girdik Bayındır’a. Şu meşhur Komiser Kolombo’nun San Francisco Sokakları dizisinde görünen, ama ardı olmayan, tatlı bir yokuştan, yeşillikler içinde çıkıyorsunuz Bayındır’ın merkezine... Hemen solda restore edilmiş belediye binası, sağda parklar, kaymakamlık ve yokuşun sonunda da, yeni restore edilmiş, şahane bir çarşı karşılıyor sizi. Yazımın başında da dediğim gibi, restore edilmiş çarşıyı gezerken, taş döşeli sokaklarından öylece yürürken “Zaman su gibi akıp gitmiş” diye mırıldanıyorum. Hatta sevgili eşim Ebru, “Fedo, biz daha önce neden görmedik buraları” deyince, “Yeni yaptılar herhalde” deyiveriyorum. Halbuki yeni değil bu güzel çarşı. Belki Bayındır’la yaşıttır. Ama bakımsızlıktan, çarpık yapılaşmadan kaybolup gitmiş geçmişte. Şimdi harika olmuş. Pırıl pırıl sokaklar, beyaza boyanmış evler, rengârenk çiçekleriyle, geçmiş ile bugün arasında bir köprü olmuş sanki.

Dedim ya, hızlı bir tur atıyoruz. Eski dükkânların arasında yürüyoruz. Yorgancılar, züccaciyeciler ve daha neler neler... Hepsi de ayrı birer fotoğraf karesi. Bu görsel şölenden payımızı ala ala arşınlıyoruz taş döşeli sokaklarını çarşının.

Çınardan Bayındır başka güzel

Odun fırınında pişiyor

Hava sıcak, Bayındır’a gelirken kahvaltı da etmediğimizden gezerken acıkıyoruz. Aslında niyetimiz katmer yemek, ama yürüdüğümüz sokağın sonunda bir lokanta gözümüze çarpıyor. Hadi diyoruz, katmeri bi dahakine yeriz, şimdi burada ne varsa onu yiyelim.

Haberin Devamı

Lokantanın adı Onar. Kapısında 1965 yazıyor. Daha içeriye adım atar atmaz burcu burcu, burnumuzun direğini sızlatan, şahane yemek kokuları karşılıyor bizi. Eşim Ebru, “Ben kızartma yemek istiyorum” diyor. Tezgâhın başında İsmail ile İrfan Onar kardeşler karşılıyor bizi. Biri ertesi günkü yemek hazırlıklarını yaparken, diğer kardeş hem yemeklerimizi koyuyor hem de servis yapıyor. Hemen her gün farklı yemekler bulmak mümkün lokantada. Ama yaz boyunca kızartma hep var. Yemekler çarşıdaki odun fırınında pişiyormuş. İrfan-İsmail Onar kardeşler alaylı aşçı. Lokantayı 55 yıl önce şu an hizmet verdikleri dükkânda, babaları Mustafa Onar kurmuş. İkisi de ondan el almış. Toprak tencerede pişmiş güveci pek beğendim. Bu lezzet nerden, tenceresinden mi, fırınından mı diye sorunca, iki kardeş söz birliği etmişçesine, “Etlerimiz hep civar köylerden, lezzetin çoğu ondandır” diye ekliyor. Onar Lokantası’na girerken bitişikteki helvacı gözüme çarpıyor. Sohbet sırasında öğreniyorum ki, helvacı amca çarşının en eskilerindenmiş. Lokantadan çıkar çıkmaz, az önce sohbetini yaptığımız helvacı amcayı ziyaret edeyim diye dükkânına girmek için hamle yapıyorum ama nafile, usta bir yere kadar gitmiş. Başka bir tarihe kalıyor bizim muhabbet.

Haberin Devamı

Kireç boyalı sokaklar

Zamanımız çok kalmadığından, biraz da arabayla eski mahallelere doğru gidelim diyoruz. Bi şey diyeyim mi, iyi ki de gidiyoruz. Eski Bayındır diyebileceğim, sokaklarına bal döksen yalanacak, duvarları bembeyaz kireçle boyanmış, bahçeleri yemyeşil, pencereleri rengârenk çiçeklerle bezeli, şahane bir mahallede buluyoruz kendimizi. Nereye gideceğimizi, neye bakacağımızı bilemez halde, dar sokaklarında kaybolduğumuz bu güzel mahallede, kapısında çocukların oynadığı şirin bir bakkal çıkıyor önümüze.

Efe, “Susadım baba” diyor. Arabayı olduğu yere bırakıp iki merdivenli, kireç boyalı, tıpkı çocukluğumda benim mahallemde, rahmetli “Dede Bakkal” kokulu dükkândan giriyorum içeri. Yaşlı bir amca “Hoş geldin evlat” diyor. Su istiyorum, veriyor... Sonra iki satır sohbet ediyoruz. “Bu suyu için, ama buralara kadar gelmişken, hemen şurda, mahallenin üst kısmında koca çınarımızı bi görün, çeşmemizin buz gibi suyundan kana kana için, serinleyin” diyor. İtiraz edemiyorum.

Muhteşem manzara

Biraz önce zar zor döndürdüğüm arabamı, tekrar geri çevirip koca çınara gitmeye karar veriyoruz. Bu arada bakkal amca, mahallelerinin temizliğinden söz ederken, bana bahçesini de gösteriyor. Hani bi on dakika daha kalsak eminim bizi yemeğe de davet edecek. Güzel memleketimin güzel insanları böyledir benim. Neyse yine dar sokaklardan, 200-300 metre yukarı tırmanıyoruz. Aman Allahım! Bu ne güzellik... Bütün Bayındır, Bayındır Ovası ayaklarınızın altında. Adı gibi koca bir çınar. Hemen yanında gürül gürül, buz gibi akan bir çeşme! Muhteşem bir manzara... Yarım saat oturup manzarayı izliyoruz kuş sesleri eşliğinde. Aklımız fikrimiz Bayındır’da, dönüşe geçiyoruz yeniden, şehrin gürültülü sokaklarına doğru...

Bu arada, dönüş yoluna çıkarken bir iki yakın köy adı ve kaplıca tabelası dikkatimizi çekiyor. Çok uzun bir ara vermeden, Bayındır çevresini gezmek için sözleşiyoruz sevgili eşim Ebru’yla.

Bayındır bir fidan, çiçek cenneti kabul! Ama inanın dahası var, çok dahası, benden söylemesi. Yakında onları da anlatacağım sizlere.

Şimdi kalın sağlıcakla...

Amman sosyal mesafeye dikkat!