Uzun zaman oldu şöyle bi yol yapmayalı. Bi restorana oturmayalı, bi dostla iki lafın belini kırmayalı uzun zaman oldu... Özledim, özledik be!
Tee Hakkâri’de ikinci kulede nöbet tutarken görmüştüm, kulenin kapısına şöyle yazmış bi asker, “Beklenen gün gelecekse eğer, çekilen çile kutsaldır.” Geldi mi beklediğimiz gün? Ne dersiniz?
Tamam, daha o birbirimize sarılacağımız gün, günler gelmedi belki, ama ucu göründü be, az daha sabır, gelecek o günler de...
Önceki gün fırladım çıktım evden. Aslında maksadım arabadan inmeden şöyle bi tur atıp dönmekti. Öyle olmadı, olamadı. Oysa eşime, yarım saate dönerim, demiştim. Yola çıkınca hepsini unuttum. Radyoda çalan müziğe bıraktım kendimi. Yürü len Fedo, yol nereye götürürse, dedim. Sürdüm arabayı.
Müzik sesi
Az gittim uz gittim, dere tepe düz gittim. Turgutlu sınırında, Manisa il sınırı tabelasını görünce jeton düştü bende. Yahu İzmir’e giriş de, çıkış da yasaak...
Hemen ilk sapaktan, il sınırlarını geçmeden döndüm. Tabelada yazan Armutlu. Yavaş yavaş ilerledim. Dalları yola sarkmış duttan bi iki yedim. Dayanamam duta. Sonra bi anda kiraz bahçelerinin arasında buldum kendimi. Şöyle bi ilerledim, durdum. Sonra, yahu yol nereye giderse çıkmadın mı sen yola deyip, sürdüm arabayı. Yağmur sicim gibi, ince ince arabamın camını ıslatırken camı açtım. Oh! Oh be! Ne kadar özlemişim temiz havayı. Yavaş yavaş önümde uzayıp giden yolda ilerlerken, gözüme çarpan bi çeşmenin önünde durdum. Bi yanda yağmur, onun sesi, çeşmenin şırıltısı uzaklardan gelen, huzur veren bir müzik sesi gibi. Su sesinin eşlikçisiyse kuşlar. Bülbüller, sakalar fır dönüyor etrafımda.
Rüzgârla dans
Ellerimi çeşmenin kurnasına uzatıp, kocca bi avuç su çarpıyorum yüzüme. İşte be, işte bu diyorum. Ne kadar özlemişim bu basit eylemi. Sonra bi anda, 500-600 yıllık bi çınarın altında olduğumu fark ediyorum. Bi an öylece kalıyorum. Koca çınarın, hoş geldin der gibi gelen yapraklarının rüzgârla dansını izliyorum epeyce.
Tee yolun sonunda, uzakta bi köy gözüme çarpıyor. Bi umut, belki sıcak bi çay hayaliyle varıyorum meydanına. Ama nerdee, bu korona benden çook önce gitmiş her yere. İnsanlar evlerinde. Bi iki kişiyle hoş beş oluyoruz, sosyal mesafe kuralları içerisinde. Ama olsun, buna da şükür...
Saatin nasıl geçtiğini anlamadığımı fark ediyorum gün batmaya başlayınca. Köyden ayrılıp hâkim bi noktadan, uzun uzun dağları izliyorum. Derin derin içime çekiyorum temiz havayı.
Ve işte yarım saat sonra şehrin keşmekeşindeyim. Ama yetti be, bu kadarı bile yetti vallahi. İnşallah kurallara uyarsak, tüm dünyayı birbirine hasret bırakan bu virüsü yeneceğiz.
Ve bi başka sarılacağız birbirimize, dağlara, denizlere, derelere, tepelere, börtü böceğe başka bakacağız...
Haydi hayırlısı...
Sarımsaklı pilav
Pilav öyle bi yemektir ki, ya hiç tutturamazsın kıvamını, ya da bi öğrendin mi, gözü kapalı yaparsın.
Geçenlerde sevgili Ömür Akkor’un Instagram hesabında gördüm bu tarifi: Sarımsaklı pilav...
Salma tekniğiyle bakır tencerede pişen bu pilav, gerçekten Ömür Akkor’un da dediği gibi bir başyapıt.
Ben daha önce sarımsaklı pilavı, önceden ince ince kıydığım sarımsağı, pilavım demlenirken üzerine serperek yapıyordum.
Ama şimdi vereceğim tarif bambaşka bi şey...
Malzemeler:
30-40 diş sarımsak
2 bardak pirinç
3 bardak tavuk suyu
4 kaşık sirke
1-2 tutam tuz ve şeker
İki dolu kaşık tereyağı
Vee olmazsa olmaz bakır tencere...
Pirinci 10 dakika sıcak suda bekletin, tavuk suyunu tencereye alın, kaynasın. İçine 4 kaşık sirkenizi, tuzunu, sarımsakları ve şekerini ekleyin. Bir tavada tereyağınızı hafifçe yakın ve tavuk suyunuzun içine dökün. Pirinci süzün ve yavaşça kaynayan tavuk suyunuza ekleyin. Kapağı kapatın, ocağın altını kısın. Pilavınız piştikten sonra 10 dakika dinlendirip servis edin. Afiyet olsun.