Tam şimdi kar diyarındayım. Hani o “Balkanlar’dan gelen soğuk” diye başlayan cümle var ya, işte tam o cümlenin merkezindeyim.
Bulgaristan’da, baba topraklarındayım. Buraya gelirken o kadar çok kar sohbeti yapıldı ve ben de yola çıkmadan önce o kadar çok hava durumuna baktım ki, bi kar yazısı yazmasam olmazdı.
Bir evrak işi için geldim Bulgaristan’a. Kırcaali’deydim bir süredir. Geldiğimin üçüncü günü başkent Sofya’ya gittim. Yapılan onca kar muhabbetine rağmen anca uzaklardan görmek kısmet oldu. Sevgili dayım Kadir, “Fedo, bunca sene hep Balkanlar’dan yolladık, ama kar bu yıl Türkiye’den, İzmir’den gelecek Balkanlar’a anlaşılan” diye her gün takıldı bana. Aslına bakarsanız haksız sayılmaz, baksanıza İzmir’e bile yağdı.
Kaldığım süre boyunca neredeyse vaktimin çoğunu otelde geçirdim. Aynen Türkiye’de olduğu gibi, Bulgaristan’da da tüm restoranlar vb. kapalı. Şu sıralar gezmek mümkün değil. Hele hele benim gibi bir adam için pek zor bi durum bu. Geldiğimin ikinci günü otel odamda kara kara, bugün ne yapsam diye düşünürken, köylüm, arkadaşım Ergun’un telefonuyla ivedi kapıda buldum kendimi. Sağ olsun, beni alıp Köprülü pazarına götürdü. Pazar lafı ürkütmesin sizi, küçük bir yerde az sayıda esnafın kurduğu bir pazar burası. Kalabalık değil yani. Bizim Ergun’la gidiş nedenimiz alışveriş değil zaten. Maksadımız, acaba bi kuzu çevirmeye rasgelir miyiz, kafamızdaki tek şey bu. Neredeyse otelin önünden pazaryerine gelene kadar, Allahım n’olur kuzu çevirme olsun pazarda, diye dua ettik. Yeterince dua edememiş olacağız ki, kuzu yoktu. Kömürde tavuk çevirme vardı. Ne yapalım, buna da şükür deyip daldık pazara. Şööyle bi turladıktan sonra kebapçeleri, köfteleri söyledik, oturduk masaya. Köftemizin yanına birer kola aldık Ergun’la, pazarı izleye izleye yedik yemeğimizi. Bir iki kare fotoğraf çekip ayrıldık.
Hadi dedik köyümüze de bi gidelim, Ustanlar’a, belki yüksek yerlerine kar yağmıştır, tutmuştur belki. Burada yaşayanlara göre mesafeler, yollar uzun insanlara, ama bizim gibi büyük şehirlerde yaşayanlar için kısa. Pazarın kurulduğu Köprülü ile bizim köyün arası 8-10 kilometre. Ergun’la birlikte aldık yanımıza çocukluğumuzu da, bir bir köydeki evleri gezdik. Komşularımızı, arkadaşlarımızı andık.
Koca meşenin yanına gidip, evlerimizden aşırdığımız çamaşır tekneleriyle aşağıya doğru kızak kaydığımız günleri andık. Film şeridi gibi gözümüzün önünden geçti o günler.
Daldan dala bir yazı oldu bu hafta, ama içim de öyle, kıpır kıpır, ordan oraya gitmek istiyor. Bi kar diyor, bi yemek, bi çocukluk, bi memleket... Diyor da diyor...
Salgından ötürü yeme içme işleri kısıtlıydı bu gezide, ama dostluk, arkadaşlık, anılar vardı çokça.
Ee hayat ne ki, daha fazlasını isteyelim. Buna da şükür.
Kalın sağlıcakla...