9 Nisan’da babam aradı. “Doğum günün kutlu olsun oğlum” dedi. Şaşırdım!
Tamam, benim iki doğum günüm var. Biri Mart, biri Şubat’ta! Ama 9 Nisan değil, bundan eminim. “Hayırdır baba, geçti benim doğum günüm” dedim.
“Olur mu oğlum, bugün bütün ailemizin doğum günü, bugün Bulgaristan’dan Türkiye’ye, anavatana geldiğimiz gün!”
Evet, haklıydı babam; ikinci doğum günümüzdü 9 Nisan. Eğer gelmeseydik anavatana, bugün hâlâ yolu olmayan bir köyde yaşam mücadelesi veriyorduk. Bambaşka bir kaderi yaşıyorduk. Oysa anavatana gelişimiz, yeni bir hayatın başlangıcı, doğum günümüzdü bi nevi.
Patatesin kıymeti
Sakın bu yazdıklarımdan geldiğim yerlerden, köyümden, Bulgaristan’dan şikâyet ediyorum gibi anlaşılmasın. Her zaman söylerim, Bulgaristan baba toprağı, Türkiye anavatan. Her ikisinden de vazgeçmem yani. O dönemin sıkıntılarından, baskılarından yılıp gelmiş annem babam anavatana. Yoksa yuvarlanıp gidiyormuşuz orada da.
Kolay olmamış elbet, gençliğini, ömrünü verdiğin, alın terini döktüğün, sevdiklerini bıraktığın topraklardan göçüp gelmek. Çok badireler atlatılmış, çok zorluklar yaşanmış. Ama hepsine göğüs gerilmiş anavatan aşkıyla, bi şekilde yaşam sürmüş...
Yukarıda yazdıklarımdan anlayacağınız gibi, ben bir Bulgaristan göçmeniyim. Ama konumuz bu değil. Konumuz korona! Konumuz salgın! Ama nedense yaşadığımız bugünler bana çocukluğumu hatırlattı. Mesela karantina denince aklıma Edirne gelir. Türkiye’ye ilk gelişimizde 5-6 gün karantinada kalmıştık bir misafirhanede. Dar bi alanda sıkışıp kalmanın ne zor bi şey olduğunu öğrenmiştik.
“Her şerde bi hayır vardır” derdi büyüklerimiz. Ninemiz, anamız böyle büyüttü bizi. Balkan Harbi’nde, II. Dünya Savaşı’nda yaşanan zorlukları anlatırdı babaannem. Patatesin ne kıymetli bir yiyecek olduğundan söz ederdi. İsrafın her türlüsünün çok büyük günah olduğunu; açlığın, yokluğun zorluğunu anlatırdı.
Yaşadığımız bu salgın günleri, bana annemin, babaannemin “Her şerde bi hayır vardır” sözünü hatırlattı. Babam beni “İkinci doğum günün kutlu olsun oğlum” diye aradığında o günler düştü aklıma.
O zaman çocuktuk, pek bi şey anlamadık belki. Ama bugün, evlerimize hapsolduğumuz bugün, sahip olduklarımızın ne kadar önemli, vazgeçilmez olduğunu anlıyoruz.
Telefonu yiyemiyoruz
Evet, müthiş bir teknoloji çağı yaşıyoruz. Sözde, dünya elimizin altında! Eyvallah!
Ama akşam olunca, ne elimizdeki telefonu yiyebiliyoruz ne de binlerce liraya aldığımız bilgisayarı di mi? Günün sonunda vardığımız yer biraz tuz, biraz da ekmek oluyor. Boğaz durmuyor, üç öğün yemek istiyor nihayetinde.
Çok şey öğrendik
Çok şey öğrendik, öğreniyoruz şu karantina günlerinde. Hayatı boyunca yemek yapmamış insanlar, yemek yapmayı öğrendiler. Neredeyse tüm dünya fırıncı oldu, evinde kendi ekmeğini yapmayı öğrendi. Sonra, yıllardır aynı apartmanda, sitede, mahallede birlikte yaşadığımız insanlarla yardımlaşmayı öğrendik. Hatta ben bu yazıyı yazarken, az önce balkondan balkona insanların birbirlerine günaydın dediklerini duydum. 7 yıldır ilk kez şahit oluyorum, balkondan balkona bi günaydına!
Hayatta her şeyin iş olmadığını, ama kazandığımızın kıymetini öğrendik. Şu kısıtlı günlerde, geriye baktığımızda ne kadar gereksiz harcamalar yaptığımızın, aslında var olanın da yetebileceğinin farkına vardık. Ailemizi, ailelerimizi yeniden keşfettik. Onlarla daha çok vakit geçirmenin önemini öğrendik. Büyüklerimizi ziyaret etmenin, sarılmanın kıymetini anladık.
Ben, Türkiye’ye geldiğimizde 8 yaşımdaydım. İlkokula başladığımda ilk öğrendiğim şeylerden biri, ülkemin dünyada kendi kendine yetebilen ender memleketlerden biri oluşu, diğeri de yerli malının önemiydi. Öğrenim hayatım boyunca aklıma mıh gibi kazındı bu iki bilgi.
Koronavirüs sebebiyle dünyanın evlerine kapandığı, ülkelerin sınırlarını kapattığı şu günlerde; kendi kendine yetebilmenin, yerli ürünler yetiştirebilmenin, üretebilmenin kıymeti bir kez daha ortaya çıktı. “Köylü milletin efendisidir!” sözünün ne kadar içi dolu bir söz olduğunu çok iyi anladık. Hepimiz balkonlarımızda, domates biber fideleri ekmeye başladık.
Öyle bi anladık ki, televizyonlarda, yazılı basında, tarım hiç konuşulmadığı kadar konuşulmaya, yazılmadığı kadar yazılmaya başlandı. Bugüne kadar sadece popüler gazetecilerin davet edildiği, konuk alındığı ana haber bültenlerine ülkenin tarım politikaları konusunda fikir üreten gazeteciler davet edilmeye başlandı. Kendimize ait olan, bu toprağın tohumlarını daha net bir şekilde fark ettik. Zor günlerimizin sloganı bile, kendi kendimize yetmekle ilgili oldu: “Biz bize yeteriz Türkiyem...”
Bugünler geçecek, ondan yana kuşkum yok.
Dilerim, bu sıkıntılı günlerin bitişi, hepimiz için yeniden doğuş olur, tıpkı bizim anavatana gelişimiz gibi, yepyeni bir doğum günü olur...
Güzel günler yakında, şimdi evde kal güzel ülkem...