Hani neredeyse her sohbette “Yarın ne olacağımız belli değil” diyoruz ya!
Çok doğru!
Yarın ne yapacağımız da belli değil...
Pazar günü Bodrum’dan, Hürriyet’in eski seri ilan müdürü, ablam Melike Kormaz’ın eşi, kıymetli abim Erdoğan Uduan aradı. Dedi ki, “Fedo, yeni yıla ahtapotsuz girme, sana yakaladığım ahtapotlardan ayırdım, ne zaman istersen gel, al.”
Sağ ol, bakarız Abi, deyip kapattım telefonu. Sonrasında başka bir arkadaşımla yaptığım konuşmada bundan bahsedince, arkadaşım “Yarın gidelim hadi Fedo” deyince... Yahu o kadar yol gidilir mi falan deyip kahkahayla güldük.
Enteresan olan, sabah 9’da Bodrum yolundaydık ve hâlâ gülüyorduk. 3 saat sonra Bodrum Turgutreis’te Erdoğan Abi’yle buluşmuştuk bile. Gönül isterdi ki Melike Ablamın, Erdoğan Abimin evinde bi kahve içelim, ama salgından ötürü uzak uzak merhabalaştık. Açık havada buluşup İzmir’den getirdiğimiz hediyelerimizi verdik, abimin elleriyle tuttuğu ahtapotları aldık.
Şööyle bi pazarın kıyısından geçtik, tam “Hadi dönelim artık” derken Erdoğan Abi, nerde ne yesek, telaşına düştü. İşte tam bu anda olaya el koydum. Dedim ki, “Abi, kokoreç yer miyiz? Hadi atla arabaya, bizi takip et.”
Benim takipçim olan, kendisinin de İzmirli olduğunu bildiğim Mertcan Kokoreç’e, Yalıkavak’a doğru çıktık yola. Göksel Can’la, yanılmıyorsam iki yıl önce ayaküstü bi 5 dakika görüşmüştük. Sonrasında hiç görüşmedik. Kısmet böyle bir güneymiş demek... Yalıkavak’taki dükkânının önüne geldiğimizde, sevgili Göksel’den önce kokorecinin kokusu karşıladı bizi... Malum, dükkânda müşteri ağırlamak yasak olduğundan, yemeğimizi yakındaki boş bir alanda yedik. Ama olsun, o da güzeldi. Sevgili Göksel Can’ın yaptığı atom kokoreçleri yerken, Yalıkavak’ta nasıl dükkân açtığını sordum. Aslında Göksel’in babası Arif Can, çok eskiymiş meslekte. 1964 yılında Basmane’de seyyar olarak başlamış işe... Sonra, İzmir Altındağ’da devam etmiş. Göksel de babası Arif Can’dan el almış. 1998’de baba emekli olmuş. Ancak Göksel yapmamış, devam etmemiş mesleğe. Bodrum Yalıkavak’a yerleşmiş. Burada bir araç yıkama istasyonu kurmuş. Bir süre sonra çalışanlara öğle yemeği sıkıntı olmuş. Buna çare ararken, eşi “Kolunda altın bileziğin var, kokoreç sarsana çalışanlara” demiş. Hani tabir yerindeyse, deyiş o deyiş, Yalıkavak’ta Mertcan Kokoreç 2013’te patlamış gitmiş.
Önce çok küçük bir dükkân olarak başlamış işe, sonra dükkân bugünkü şekline dönüşmüş.
Göksel diyor ki, “Abi, İzmirli olarak kendi usulümüzde yapıyoruz kokorecimizi, salgın herkesi vurduğu gibi bizi de vurdu, ama şükür idare ediyoruz.”
Sohbet devam ederken bademli atom kokoreçlerimizi götürmeye devam tabii...
Erdoğan Abi, muhabbete dalıyor aniden: “Abicim, nerden haberin var Yalıkavak’taki bu şahane yerden yahu. Ben Bodrumlu sayılırım, bilmiyorum.”
Ben de yapıştırıyorum lafı, “Abi, lezzetten haberdar olmak istersen uzun yolları göze alman gerek. Bak ben şimdi buradayım, akşama İzmir’de.”
Gülüyoruz...
Ani gelişen, bir ahtapot geyiğiyle çıktığımız yolculuğumuzu, Göksel Can’ın lezzetli kokoreciyle taçlandırıyoruz.
İzmir yoluna düştüğümüzde damaklarımızda Mertcan Kokoreç’in lezzeti, aklımızda lezzetin muhabbeti, yol arkadaşımla kâh siyaset, kâh yemek konuşa konuşa sokağa çıkma yasağı başlamadan geliyoruz evimize.
Demem o ki dostlar, ani kararlar alın ve bazen düşünmeden yapın bunu.
Erdoğan Abi, ahtapotlar pek güzel oldu. Yine ahtapot yakalarsan ara, emin ol gene geliriz.
Göksel, kesin sana da uğrarız. Haberin olsun!