Eey ahali, duyduk duymadık demeyin!
Kültürpark Üretici Pazarı’nı güzel İzmir’in en huzurlu, en güvenilir pazarı ilan ediyorum!
Şok oldunuz di mi?
Ha bi de “Nerede bu pazar?” dediğinizi duyar gibiyim.
Sürüklenmeyi seviyorum ben. Hele son 3 senedir kafa nereye, ben oraya modu pek uydu bana. Hatta bazen, çok kıskandırıcı durumlar yaratıyor olmalıyım ki; kıymetli büyüğüm, abim, Genel Yayın Yönetmenim Mete Belovacıklı arayıp “Ooo Fedai Bey, hayat size güzel” diye takılıyor. İnşallah bi gün kendisi Güzel İzmir’e kaçıp gelirse “Hayat bize güzel” diyebileceğimiz yerleri gezeriz.
Mesela Kemalpaşa’da Umudum Cağ Kebap’a gideriz.
Geçen hafta Kemalpaşa’da bir işim vardı. Maalesef her randevuya geç gitme sorunum yüzünden, yapacağım görüşme 1 saat ileriye kaydı. Saat tam öğle saati olduğundan arkadaşımla birlikte bu zamanı yemekle değerlendirelim dedik.
Duyduk ki, Ödemiş Bozdağ’a kar yağmış. E hava güzel, yol güzel, daha ne olsun deyip hafta sonu ver elini Bozdağ dedik, çıktık yola.
Turgutlu, Salihli, Sard, oradan Allahdiyen köyü, derken vardık Bozdağ köyüne... İzmirliyiz elbet, yaşımız yarım yüzyıla gelse de, heyecanımız var, umutluyuz anlayacağınız, kar göreceğiz diye. İşte tırmanış başladı. Biz yukarı çıktıkça küçülen köy evleri, cetvelle çizilmiş gibi görünen tarlalar, aşağılarda bir ressamın fırçasından çıkmışçasına en doğru yerlerde kümelenmiş kar parçacıkları muhteşem. Biz mi! Sormayın, bizde heyecan en üst seviyede. Aman Allahım! O da ne!? Etrafı seyrede seyrede tırmandığımız yol, birden İzmir’in Altınyol’una dönüverdi! Size araç kuyruğunu anlatamam. Beş on dakikalık bir bekleyişin ardından kar görmenin, kartopu oynamanın hayal olduğunu erken fark edip, hızla yeni bir de rota belirleyip dönüyoruz geriye. Ama önce Bozdağ köyünü hızlıca bir geziyoruz. Bi yerde balkabaklı süt içip, diğer bir köşede
İzmir Karabağlar’da “Rezervasyonla gidilen kokoreççi var” dediklerinde inanmamıştım. Ama merak bu ya, bi araştırayım, belki gerçektir dedim. İnternete yazıp bir iki yere bakınca böyle bir yerin varlığından haberim oldu. Epeydir ha bugün, ha yarın giderim derken kısmet geçen haftayaymış. Sevgili eşim Ebru “Bu akşam yemeğini dışarıda, seyyar bi yerde yiyelim” deyince, önce bi dürümcüye uğradık. Ardından da Karabağlar’da Kokoreççi Muharrem Usta’ya gitme planı yaptık. Yeşilova civarlarında bi dürümcüde minik birer dürümden sonra saat 18.30 gibi aradım ‘rezervasyonlu kokoreççiyi’...
Usta, saat 20.00-20.30 gibi rezervasyon almaya başladığını söyleyince inanın şaşkınlıktan küçük dilimi yutuyordum.
Akşam saat 8 olana kadar eşimle bu durumun gerçekliğini, nasıl bir yer, nasıl bir insanla karşılaşacağımızı konuşup durduk. Söylenen zamanda tekrar arayıp yazdırdık adımızı sıraya. Navigasyona kokoreççi Muharrem yazdık, çıkan yol tarifinin peşine takılıp çıktık yola. Saat
Yaşıyoruz, yuvarlanıp gidiyoruz soracak olursanız. Hayat işte!
Hayat dediğin ne? Bana göre zamanı iyi geçirmek. Elbette ben bilemem nasıl iyi geçirileceğini hayatın, zamanın. İnsanına göre değişir o. Ben, benimkini diyebilirim size. Başka bilmem.
Tamam, tamam giriyorum mevzuya... Bakmayın siz yukarıda ettiğim ulvi laflara. Sözünü edeceğim şey, biçoğumuza göre o kadar da ulvi değil!
Akşamüstü ya da öğleden sonra sanıyorum. Sevgili eşim Ebuş ve oğlum Efe sinemadan çıkınca, onlara AVM’de hamburger yerine, dışarıda bi şeyler yedirmek istedim. Şööyle bi Bostanlı’ya doğru gittik. Ama kader ağlarını örmüştü bi kere. Aklımdan geçen hamburger kurmuştu tuzağını. Karşıyaka Bostanlı’nın derinliklerini tavaf ederken Ebuş, “Park et şuraya arabayı, biraz yürüyüş yapalım. Buluruz yiyecek bi şeyler” dedi.
Kale gibi
Dedim ya, kader ağlarını örmüştü bi kere. Arabayı park ettiğimiz sokak 1811... Eşimle, bundan tam 23 yıl önce evlendiğimizde ilk evimiz bu sokaktaydı. İki harika yıl geçirdik burada. Tam bunları konuşurken
Dimdik, özgüveni yüksek kadınlarla bir aradaydık bu hafta. O kadınların yanında, onların dik duruşlarına destek erkekler de vardı elbet, sayıları azdı belki ama vardı.
Karşıyaka Halk Eğitim Merkezi’nde doyumsuz bir lezzet yolculuğu ile şahane bir sohbet yaptık.
Bi kez daha anladım. Bakmakla, görmek aynı şey değil!
Senelerdir neredeyse her gün iki kez önünden geçtiğim bir lezzet mekânını görmemişim iyi mi?
Biliyorsunuz, Karşıyaka’da oturuyorum ben. 4 yıl, oğlumu her gün okuldan aynı yoldan getirdim. Ama ‘Atölye Tat’ adlı, şirin mi şirin, sıcak mı sıcak lezzet dükkânını görmemişim. Kendime koca bi yuh diyorum! Yuh!
Köfte yaza yaza adımız köfteciye çıktı ama olsun hiç şikâyetim yok benim. İşte yılın ilk yazısı ve yine bir köfteden söz edeceğim size.
Manisa, burnumuzun dibinde... İki adım yer. Hem arkadaşlarımı ziyarete hem de şehri gezmeye gidiyorum arada. Ha Bornova, ha Manisa, o kadar yakın yani...
Yanılmıyorsam geçen aydı. Bi arkadaşımla şöyle bir dolanalım diye çıktık yola. Gezmelerin en güzeli, yol bizi nereye götürürsedir ya... O kafayla şehri dolanırken vaktin nasıl akıp gittiğini anlamamışız. Bi de baktık saat 12.30. Merkezde eski binaları, çarşıyı fotoğraflıyorduk ki, karnımızın çaldığı zil, aklımızı yerine getirdi. Malum, yemek yemeliydik.
Çingene Köftesi