Ne zormuş arkadaş, insanın en yakın dostlarından biri için yazı yazması...
Yarım saattir bilgisayarımın karşısında öylece oturuyorum. Ne desem, nasıl başlasam diye düşünüp duruyorum.
Ama galiba buldum nasıl başlayacağımı.
Sevgi bulaşıcıdır, diyeceğim. İlk cümlem bu olacak.
Sevgi bulaşıcıdır!
1998 senesiydi. Eşim Ebru ile birlikte binbir güçlükle bi Uno araba almıştık. Ama yüzümüz bi türlü gülmemişti, tamirhanelerden çıkamamıştık bu araba yüzünden. Bi tarihte 3. Sanayi’ye bırakmıştım arabamı tamir için.
Usta, “Öğleden sonra hazır olur, alırsın” demişti. İş yoğunluğundan hızlıca gidip gelmem gerekiyordu. Ama ne hikmetse oraya gazeteden giden ne bir araç vardı, ne de “Gel Fedo, ben seni götüreyim” diyen biri. Ne yapacağımı bilemez bi halde dolanıp dururken, Seçkin Abi (İyener), Seço geldi yanıma, “Sıkma oğlum canını. Atla arabaya, iki dakkada alır geliriz arabanı” dedi. Çok basit bi şey belki, ama benim için o an, o kadar önemliydi ki bu davranış. O gün çok sevdim Seçkin
Özledik di mi, sevdiklerimize sarılmayı?
Aynı sofrayı paylaşmayı özledik di mi?
Yere düşen ekmeği, hemencecik alıp, üfleyip yemeyi özledik di mi?
Gülümsemeyi, konu komşuya laf atmayı, dedikodu yapmayı, işten kaytarmayı, araba kullanmayı, kuyrukta beklemeyi, sıkış tepiş otobüsleri özledik di mi?
Annemize babamıza sarılamaz, çiçekleri koklayamaz olduk.
Her kötü şeyde olduğu gibi, “Neden bizim başımıza geldi?” sorusunu sormaya başladı zihnimiz.
Belki de ilk kez tüm dünya, hep birlikte soruyoruz bu soruyu. Neden geldi bu bizim başımıza? Yüksek sesle dillendirmiyoruz, ama soruyoruz.
Hepimiz işimizde gücümüzdeydik.
Bahar yüzünü göstermişti.
Yaz planları yapılmıştı. Tam havaya gitmiştik kiii, birden kabus gibi bi şey çöktü dünyanın üzerine. Corona!
Ne olduysa oldu işte! Bütün dünya evlerimize kapandık.
Korttuk, endişelendik, gerildik, keyfimiz kaçtı.
Ama tüm bunlarla birlikte bir şey daha oldu.
Evlerimizde eşimizle, çocuklarımızla özümüze döndük.
Paylaşmayı öğrendik!
Bugünlerde yazmak gerçekten zor!
Öyle desen olmuyor, böyle desen hiç olmuyor. Aslında klavyenin başına oturduğumda, 8 yaşındayken yaşadığım 4 günlük karantina dönemini anlatmayı planlıyordum. Ama bi de ben keyfinizi kaçırmayayım diye düşündüm, vazgeçtim.
Şöyle bi arşivi karıştırırken geçen ay yakın bir arkadaşımla zeytinyağı almaya gittiğimiz Ayvalık’taki “Aranan Köfteci” gözüme çarptı.
Ne zamandır yazmak istiyordum, bi türlü fırsatım olmamıştı Esat Amca’yı yazmak.
Kısmet bugüneymiş.
Ayvalık. Güzel memleket. Benim gözümde canlı bir tarih. Sokaklarında hala eskilerin cıvıltılarının dolaştığı, meyhanelerinden hüzünlü nağmelerin göğe yükseldiği, her köşesi anılarla dolu bi yer…
Zeytin kütüğü
Şükür, bu yazı da göreceğiz inşallah diyerek çıktık yola kıymetli abim, ustamla. Eğlencelidir bizim yolculuklarımız. Usta sağolsun, benim yol boyunca bütün huysuzluklarıma katlanır. Olmadık isteklerimin peşinde koşar. Bi keresinde yine Ayvalık civarında, eski b
Yarım saattir öylece oturuyorum bilgisayarımın karşısında. Yazı yazarken kulaklığımı takar müzik dinlerdim, bugün o da gelmedi içimden. Böyle günlerde yemek, içmek mi yazılır diye düşünürken gözüm televizyona takıldı, magazin, eğlence programları tüm hızıyla devam ediyordu. Öyle ya da böyle hayat sürüyordu.
Daha geçen hafta Söke’de, Karina’da, Doğanbey’de yemeklerin, güneşin tadını çıkarıyorduk. Ve ne olduysa oldu. Bi anda evlerimize kapandık. Bir iki ay da böyle sürecek gibi. Çok uzun bir süre gibi di mi? Değil aslında. Bir yaşam, gelecek için, hiç de uzun bir süre değil.
Eski bi köfteci
Dedim ya yarım saattir oturuyorum. Öylece ne yazacağımı düşünüyorum. Sonra buldum! Söke’de 1925 yılından bu yana açık bir dükkandan söz etmek istiyorum sizlere. Bugün bize, bir iki ay sabretmek zor gelirken, dedelerimizin hayata tutunmak için çektikleri çileye, gösterdikleri sabıra şaşırmamak elde değil! Epeydir şehir dışına çıkmıyorduk.
Aslında bu hafta Söke’de yeni keşfettiğim eski bi köfteciyi yazacaktım. Ancak gündem o kadar çok sağlığa, bağışıklığa döndü ki, enerji kaynağı çorbayı bir kez daha yazma kararı aldım.
Ara ara @neyedikbeabi Evren kardeşimle buluşuyoruz. Özellikle İzmir Ata Sanayi civarındaki lezzet mekânlarını ziyaret ediyoruz.
Hafta başında yine böyle bir turda sevgili Evren, “Hadi abi, enerji depolayalım biraz” deyip beni bi çorbacıya götürdü. Dükkânın önüne geldiğimizde, eskimiş tabelada ‘1973 Çorbacı Ekrem Usta’ yazısı oldu ilk dikkatimi çeken. Dedim ki; iyi bi yere geldik.
‘Tiranlıyım’
Yağmurlu, puslu havalara neşe kattığını düşünürüm çorbanın. Bu duygu ile girdim Ekrem Usta’nın dükkânına. Daha kapıdan girer girmez, çorbasının lezzetine bakmadan yanılmadığımı anladım. Tatlı gülüşü, neşeli tavrıyla karşıladı bizi Ekrem Usta.
“Hoşgeldiniz be ya” derken Arnavut olduğunu, o demese de biz anladık. Sonra ekledi, “Tiranlıyım ben Tiranlı” diye.
“Çorba
Gergin, içimizi daraltan günlerden geçiyoruz. Yüreğimiz ağzımızda! Ama her şeye rağmen yaşam sürüyor. Güneş, güzel memleketimde yüzünü gösterdi bu aralar. Hepimizin ferahlamaya ihtiyacı var. Bi hava almak herkese iyi gelecektir. Demem o ki; tam da şimdi kamp zamanı. Sizlere özellikle çocuklarınızla kamp yapmanızı tavsiye ediyorum. Hem doğayı öğrensinler, hem de paylaşmayı, yardımlaşmayı deneyimlesinler. Birlikte yumurta kırın, sarısını beraber patlatın. Onlara sorumluluk verin, önemli olduklarını hissetsinler. Doğada yaşamanın zorluğu ile birlikte keyfini çıkarsınlar.
Elbette bunları tavsiye ederken şu uyarıda da bulunmalıyım. Eğer şehirden uzak bir yerde kamp yapacaksanız, güvenli, güvenlikli alanları seçin. Kamp kurduğunuz yerin asla bir dere yatağı olmamasına dikkat edin. Özellikle çocuklarınızı bulunduğunuz çevre ile ilgili olarak bilgilendirin. Sürekli birbiriniz ile iletişim halinde olun. Ne olursa olsun, doğanın kendi kuralları olduğunu unutmayın. Onu hafife almayın!
Bu uyarıların ardından İzmir çevresinden bir iki kamp alanı
Çorbayı severim biliyorsunuz. Hele sakatat çorbasına bayılırım. Malum son günlerde dünyanın başına musallat olan korona virüsüne karşı sakatat çorbasının birebir olduğunu düşünenlerdenim. Pek kıymetli hocamız Canan Karatay, “Bol bol için” diyor ya, kesinlikle katılıyorum bu düşüncesine. Vücut direncine ayak paça, kelle paça çorbasından daha iyi gelen başka bir şey bilmiyorum ben.
Biliyorsunuz, hem bu köşeden hem de Instagram hesabımdan beğendiğim lezzet mekânlarını sizlerle paylaşıyorum. Buca’da, Kemeraltı’nda, Bornova’da, Çamdibi’nde bi sürü çorbacı yazdım. Son tavsiyemse Gaziemir’den olacak. Öyle bir çorbacı ki, tam da benim “Lezzetin muhabbetine âşığım” sözüme uyan bir çorbacı!
Neden mi? Anlatayım hemen.
Duan yeter!
Eski bir arkadaşım önermişti. Uzun zamandır da aklımdaydı gitmek. Önce oğlum ve eşimle birlikte gittik Gaziemir’de bulunan Altın Mutfak lokantasına. Kapıdan girer girmez sağ taraftaki ilk masaya oturduk. Biz Efe’yle ayak paça,