Geçen hafta İnstagram sayfamda takipçilerime şöyle bir soru sordum. “İzmir’de en güzel midye dolma nerede?”
O kadar çok cevap geldi ki, yarısından fazlasına yanıt veremedim. Sonra şöyle bi düşündüm, midye dolma sadece İzmir ve diğer sahil kentlerin yiyeceği bir lezzet mi diye?
Beni bu soruya itense midye önerilerinin içinde, Manisa, Alaşehir, Turgutlu, Balıkesir, Ankara ve daha birçok şehirden gelen öneriler oldu.
Dünyanın neresine giderseniz gidin, bugün bayıla bayıla yediğimiz birçok lezzetin yokluktan ve sokaktan çıkığını görürsünüz. Gerçi midye dolma bir Girit mezesi ama olsun bugün bir sokak lezzetine dönmüş durumda. Onu da bir sokaktan çıkan bir lezzet olarak anabiliriz bence.
Örneğin pizza, İtalya’da üzüm bağlarında, bağ bozumu yapan işçilere zaman kaybını önleyip, oldukları yerde yemek vermek maksatlı ortaya çıkmış bir yemek. Meyhanelerin vazgeçilmez mezesi lakerda, bir balıkçının çocuklarına balığın yok mevsiminde balık yedirmek istemesinden doğan
Çünkü, aylardır girmeyi hayal ettiğiniz beklediğiniz denize giremeyebilirsiniz.
Hayalini kurduğunuz kamp köftelerinizi yiyemeyebilirsiniz, hatta kursağınızda kalabilir.
Dahası, iki satır kafa dinlemeyi düşlerken, hayalleriniz suya düşebilir.
Eğer yaşınız benim gibi 50’lerdeyse bi an kendinizi, Zeki Alasya, Metin Akpınar’ın “Yasaklar” müzikalinin tam ortasında bulabilirsiniz.
Geçen hafta yakın dostlarım Seçkin ve Nevzat abiler, bi de benim kampsever oğlum Efe kamp yapmaya gittik.
Aylardır bu günlerin hayalini kuruyorduk.
Yakın bi yere, Karaburun’a gitmeye karar verdik.
Hepimizin, herkesin acelesi var. Hep bi yerlere ulaşma telaşındayız. Mutluluğu ulaştığımız yerde zannediyoruz. Tüm hazzı ulaşınca alırız, musmutlu oluruz zannediyoruz. Halbuki keyfin, güzel zamanların gidilecek yolda olduğunu unutuyoruz.
Hayatı da kestirme yaşıyoruz. Doğduğumuzda hemen büyümeyi istiyoruz. Okula başladığımızda hemen mezun olmayı, çalışma hayatına atıldığımızda da bi an evvel emekli olmayı düşünüyoruz. Ve bunların her birinin sonunda çok mutlu olacağımızı varsayıyoruz. Mutluluğun başlamak ile bitirmek arasında olduğunu atlıyoruz. Arada geçen zamanın kıymetini anladığımızda bir ‘keşke’cilik başlıyor zihnimizde. Ee o zaman da iş işten geçmiş oluyor.
Salgın döneminde iyiden iyiye insanların birçok şeyin farkına vardığını düşünmeye başlamıştım. Mesela daha temiz bi çevre, hayvanlara duyarlı, birbirlerine saygılı, yaşamdan çok daha fazla keyif alan, küçük şeylerle mutlu olmayı bilen bir toplum olacak fikrim vardı. İlk kez sokağa çıktığımda da bu fikrimi muhafaza ediyordum. Ama aradan geçen zamanda çektiğimiz çileleri
Çok tuhaf duygular içindeyim bugün. Tam 23 yıl fiilen çalıştığım binaya bu kez Milliyet kimliği ile girdim. Sağ olsunlar, tanıyan arkadaşlarım “Merhaba”larını esirgemediler. Tuhaf duygular içindeyim dedim ya, binanın girişi her ne kadar sessiz de olsa aklımın içi dopdoluydu. Eski günler, konuşmalar bırakın film şeridini tıpkı bir hologram gibi içine aldı beni. Ben herkesi görüyordum fakat onlar beni görmüyor, işinde gücündeydi. Öylece aralarından süzüldüm asansöre doğru. Bindim asansöre bi ses, hoş geldin, özlettin kendini! Asansörlerin konuştuğunu bilmezdim, konuşuyorlarmış meğer! Gazetemin, Milliyet’in yeni ofisinden içeri girerken karşılaştığım herkesin “Hoş geldin”ine, ben de “Siz de hoşgeldiniz” diye karşılık verdim. Sonra dedim ki kendi kendime, sadece emeğimi değil bi parçamı da bırakmışım ben buraya, herkese “Hoşgeldiniz” demelerim ondanmış meğer.
Haydi o zaman başlayalım.
Yemek sevdiğim doğrudur. Ancak, hikâyesi olan yemeğe bayılırım.
Önceki hafta arkadaşım Mehmet Ay (@yemeklebitmez), takipçilerinden farklı yemek önerileri istedi. Önerilen beş mekâna da hemen gitti, takipçilerinin tavsiyesini yerinde test etti.
Gittiği yerleri genel olarak biliyorum. Yalnız bi tanesi dikkatimi çekti.
Seyyar arabasında kokoreç satan Kazım Çetin... İlk fırsatta giderim diye hemen notumu aldım.
Geçenlerde bi arkadaşımla ekonomiyi, halihazırda dükkanlarını işletme telaşında olan insanları konuşuyorduk. Bi ara konu yeni dükkan açacak olan bi dostumuza geldi. Aklımızın erdiği, dilimizin döndüğünce, şöyle olması lazım, böyle olması lazım diye konuşurken, arkadaşım “Abi işe başlarken insanların şuna dikkat etmesi lazım” diye bi laf etti.
Neymiş abicim o? diye sorunca “Köşe mi iş yapar, köse mi?” dedi.
Dedim ki, haklısın vallahi. Her ikisi de olsa şahane olur ama aslolan “köse” dedim.
Durun durun, sizlere dükkan açmanın sırlarını vermeyeceğim, bilsem kendim yapardım. Ancak uzun yıllardır yeme içme sektörünün içinde dolanan biri olarak bu sözün çok yerinde, süper bir söz olduğunu söyleyebilirim.
Köse mi, köşe mi?
İşte buna örnek bi dükkandır bizim Bornova Manavkuyu’daki Babacan Döner.
Yahya Korkmaz, namı değer Yahya Emmi 70 yaşında bir delikanlı!
Gezme felsefemiz neydi? Yol bizi nereye götürürse! Oğlum Efe bile öğrendi bunu. Arabanın içinde sevgili eşim Ebru ile şurası mı, burası mı diye tartışırken Efe “Yol nereye götürürse” diye sonlandırıyor tartışmayı.
Yanılmıyorsam iki hafta önceydi. Ödemiş tarafından dağları aşıp Yiğitler’i inen bi yol var. Hadi bu sefer de orayı kullanalım, hem şöyle bi dağ bayır görür hem de bi nefes alırız dedik. Sürdük arabayı dağlara. Bi şeyi itiraf edeyim, ben İzmir’de bu kadar orman olduğunu, İzmir’in bu kadar yeşil olduğunu bilmezdim. Çam ağaçları, kiraz bahçeleri arasından, dar yollardan geçtik. Susadıkça, bi hayır sahibinin yaptırdığı çeşmelerden içtik suyumuzu. Sonra köylünün hala eski köylü, gönlü bol köylü olduğunu gördük. Kiraz yedik kütür kütür, erik topladık dalından…
Nerdeyse dört aydır doğru dürüst dışarı çıkmadık. Eh işte son 15 gündür gözümüzü kısıp bakıyoruz güneşe. Şükür, şikâyetimiz yok. İnşallah, önümüzdeki günler çok daha güzel olsun.
Bu hafta Ayvalık’taydım. Belediyenin ‘Model Ayvalık’ basın toplantısı için gittim. Yol harikaydı, özlemişim uzun yol yapmayı. Kafa nereye, ben oraya moduyla yolculuk etmeyi. Yol güzeldi de, Sarımsaklı’da kalacağımız otele vardığımda gördüğüm manzara biraz keyfimi kaçırdı. Koca otelde bi tek biz vardık desem yeridir. Hele o Sarımsaklı’nın uçsuz bucaksız plajları bomboş. Bu görüntü üzdü beni. Dedim ki; Eey korona, sen mi büyüksün yoksa biz mi? Memleketimizden, dünyamızdan gidişin yakındır. Dileğim o ki; bir an önce kurtulalım ve oteller, plajlar yeniden şenlensin. İnsanların yüzü gülsün. Durun, durun! Hemen, ne diyosun Fedo, bize Ayvalık’tan söz et; denizini anlat, zeytinyağını, mezelerini anlat, dediğinizi duyar gibiyim.
Bi kere şunu diyeyim, denize