Dağdayız, Fethiye Girdev Yaylası’nda. Hava buz... Çadırlarımızı kurduk, ateş yandı. Gün batıyor. Karşı dağların silüeti Girdev Gölü’nün üzerine düşmüş, dağlar iki katına çıkmış bi anda. Gökyüzünde yıldızlar atlas bi yorgan sanki. Koca ateşin etrafında birbirini bilmeyen, ama sanki kırk yıldır tanışmış gibi derin bi muhabbetteler...
Sıcak su
Zaman su gibi akıp geçiyor. Gecenin bilmem kaçı, yatma zamanı deyip çadırlarımıza çekilmeden hemen önce kadim dostlarım Seçkin ve Nevzat Abi’yle, sevgili eşim Ebru’nun “Aman oralarda üşümeyin” diye verdiği termofora sıcak su doldurma derdindeyiz. Ama bi sorun var, yarım saattir kızgın korun üzerindeki su kaynamıyor! Biz su kaynasın diye ateşi harlarken yanımıza biri geliyor, “Abi, kaynamadı galiba su” diyor, bıyık altı gülerek, “Rakım yüksek abi burada, malum 2000 metre. Su yüksekte geç kaynar” diye devam ediyor. Bi an sessizlik çöküyor ateşin üzerine, sonra da koca bir kahkaha kaplıyor etrafı...
İşte Erdinç’le
Ne varsa gençlerde var!
Bu hafta iki genç öğrenci arkadaşımın; Jülide ve Defne’nin harika düşüncelerini köşeme taşımak istiyorum.
TÜRÇEV (Türkiye Çevre Eğitim Vakfı) tarafından organizasyonu yapılan, “Uluslararası Çevrenin Genç Sözcüleri” programı kapsamında Meraklı Çocuk Bilim Akademisi’nden Jülide Çiçek ve Defne Mey Dilsiz adlı öğrenciler, “Küresel iklim değişikliğine bağlı olarak yakın gelecekte görülebilecek bir gıda krizine nasıl hazırlıklı olabiliriz? Böylesi bir duruma karşı bireylerin ve toplumun dirençliliğini artırmanın yolu ne olabilir?” sorularına yanıt bulmak için bir proje geliştirdiler. Araştırmaları sırasında buldukları ilk yanıt; Japon filozof çiftçi Fukuoka’nın (1913-2008) metodu oldu.
Fukuoka’ya göre toprağı sürmek ve işlemek, makine kullanmak yok, hazır kimyasal gübreler kullanmak ya da pestisit ve herbisit kullanımı da yoktu. Geleneksel tarım teknikleriyle toprağa zarar vermeden, topraktan sürdürülebilir bir yaşam
Hayatımız renklendi!
Sarı, turuncu, mavi, kırmızı. Renkler ne diyorsa ona göre yaşıyoruz. Yeni normal hayat bu! Yok yok! Şikayet etmiyorum. Eğer durum buysa, ki bu. Ona göre hareket edeceğiz. Ne diyor doktorlar; maske, mesafe, temizlik... Bu üçüne dikkat edilirse virüsün bize gelmesi çok zor.
Hepiniz, hepimiz evlerimize hapsolmaktan çok sıkıldık, hele hele çalışan kesim bence çok daha fazla bunaldı. Ondandır ki, hafta sonları sokağa çıkma yasağına rağmen her yer kalabalık. Hele esnaf, özellikle de restoranlar sıkılmanın ötesine geçip kasıldılar. Hal böyleyken mart ayı iyi geldi hepimize. Tamam çok iyi değil belki, kötünün iyisi ama iyi işte…
Bi anda Türkiye haritası renklendi. Haritayı görünce hepimiz çok şaşırdık. Hatta biraz da eğlendik. Ama gerçek şu ki, hayatımızı bu renklere göre şekillendirmek zorundayız.
Köstek değil destek
Bu konuda tek tek hepimizin üzerine düşeni yapması gerekiyor. Özellikle de esnaf çok ama çok titiz davranmak zorunda. Şimdi ben bunları yazıyorum ya, birçok kişi,
Gazetem Milliyet Ege Bölge Temsilcisi abim, ustam Engin Uğur Ağır dedi ki, “Fedo, senden 25. yıl özel ekimiz için bir yazı bekliyorum, ama 1500 vuruşu geçmesin.”
“Yahu arkadaş, ne anlatayım ben 1500 vuruşla” diye geçirdim aklımdan.
Tamam abi geçmez, dedim.
E, artık accık fazla olursa bi tık sıkıştırır, yarım punto küçültür Engin Abim, idare eder beni...
Dün gibi vallahi, beş yıl olmuş Milliyet Ege’de lezzet muhabbeti yazmaya başlayalı.
Hoş, bugün yeme içme yok bu muhabbette.
Ege var sadece.
Sevemedim şu ihtişamlı kahvaltıları. Beş çeşit peynir, on çeşit reçel, çemenler, tereyağları, ballar, kaymaklarla dolu masalar fazla gereksiz, fazla abartılı geliyor bana.
Yok yok, kimseye bi şey dediğim yok! Asıl eleştirdiğim, müsriflik. Yoksa elbette çeşidi bol bi kahvaltı şahanedir.
Birçok kez şahit oldum, bazen istemesem de bizzat kendim yaptım böyle kahvaltılar. Sonra da masa toplanırken içim cız etti. Ha bi de buna isim uydurdular. Neymiş efendim, köy kahvaltısı... Öyle ki, gittiğim yerlerden biri, patentini almış bu lafın. Yahu arkadaş hangi köyde 5 çeşit peynirli, 10 çeşit reçelli, 3 çeşit ballı kahvaltı var? Tabii ki yok! Bi de hangi köylü bu kadar zengin? Bakın sinirlendim gene...
Arkadaş, ben baniçka, boza çocuğuyum. Baniçka dediğim, Bulgaristan’da yapılan bi çeşit börek. Mayasız hamur ince açılır, içine biraz çökelek konur, sonra fırında pişer. Yanına da en güzel buğday bozası gider. Benim görüp gördüğüm en güzel kahvaltı buydu şehirde. Köydeyse koca bi
Çok heyecanlıyım bu ara. Daha önce söz ettim mi hatırlamıyorum, Bayındır taraflarında bir köyde minik bi yerimiz var. Üzerinde hiç ağaç yok. Biz dikeceğiz ağaçlarını. Ta Eylül ayından beri hangi ağaçları, nereye diksek diye konuşup duruyoruz. Bilgisizlik zor zanaat. Herhalde bugüne kadar 40 kişiye ne yapsak, ne diksek diye sordum durdum. Sonunda doğru yolu buldum. Hürriyet Ege’nin eski yazı işleri müdürlerinden, Ödemişli abim İbrahim Irmak’ı aradım. Sorumu sordum, anında cevabı yapıştırdı: S.S. Bademli Fidancılık Kooperatifi. Hem ne aldığını biliyorsun hem de fidanın en sağlıklısını veriyorlar size. Neyse düştük yola, öğle saatlerinde vardık kooperatife. Şimdi fidan dikim zamanı olduğundan, azımsanmayacak bir yoğunluk vardı kooperatifte. Başladık beklemeye. Bu arada karnımız da guruldamaya başladı.
Bir araba yanaştı...
Fidanların arasında dolanırken ağır ağır bir araba yanaştı ofisin önüne, araçtan inmeden kendisini karşılayan birine elindeki paketleri bi amca verdi. Tam hareket edecekken amcaya “Pardon, ne var o paketlerde?” diye sordum.
Amiyane tabirle balatayı sıyırdık! Şu son üç, dört aydır ne gezmelerimiz gezme ne yemelerimiz, içmelerimiz yeme içme! Hani şu ısrarla sosyal medyada paylaştığımız güzellikler var ya, işte onlar umut aslında. Güzel yarınlara özlem...
3 Şubat benim doğum günüm. Sevgili eşim Ebru ve sevgili oğlumla birlikte şöyle dışarda bi yemek yemeye karar verdik. Malum doğum günü çocuğuyum ya, ne yiyeceğimizi ben seçtim. Uzun zamandır Bornova sanayideki Emektar Kebap’a gidemiyorduk, hadi birer lahmacun, kebap yiyelim deyip çıktık yola.
Sakın aklınıza, “Emektar Kebap, açık mı, servis var mı?” sorusu gelmesin. Açık ama her işletme gibi o da paket servis yapıyor. Son zamanlarda yaşadıklarımız o kadar olağan hale geldi ki, ben de artık yasaklı bi dönemde restoranda, sanki normal masaya servis yapılıyormuş gibi anlatmaya başladım. Değil, masaya servis yapılmıyor. Sadece biz dışarıda yemek konusunda biraz fark yaratıyoruz. Nasıl mı? Hemen anlatayım.
Tıpkı eskiden olduğu gibi nereye gideceğimize karar veriyoruz önce. Sonra hazırlanıyoruz ve yola çıkıyoruz. Kimselere
Tam şimdi kar diyarındayım. Hani o “Balkanlar’dan gelen soğuk” diye başlayan cümle var ya, işte tam o cümlenin merkezindeyim.
Bulgaristan’da, baba topraklarındayım. Buraya gelirken o kadar çok kar sohbeti yapıldı ve ben de yola çıkmadan önce o kadar çok hava durumuna baktım ki, bi kar yazısı yazmasam olmazdı.
Bir evrak işi için geldim Bulgaristan’a. Kırcaali’deydim bir süredir. Geldiğimin üçüncü günü başkent Sofya’ya gittim. Yapılan onca kar muhabbetine rağmen anca uzaklardan görmek kısmet oldu. Sevgili dayım Kadir, “Fedo, bunca sene hep Balkanlar’dan yolladık, ama kar bu yıl Türkiye’den, İzmir’den gelecek Balkanlar’a anlaşılan” diye her gün takıldı bana. Aslına bakarsanız haksız sayılmaz, baksanıza İzmir’e bile yağdı.
Kaldığım süre boyunca neredeyse vaktimin çoğunu otelde geçirdim. Aynen Türkiye’de olduğu gibi, Bulgaristan’da da tüm restoranlar vb. kapalı. Şu sıralar gezmek mümkün değil. Hele hele benim gibi bir adam için pek zor bi durum bu.