Özel bir izin alarak Atatürk Havalimanı’nda girmediğim yer kalmadı. Özellikle dış hatlar terminalinde, personelin kullandığı kapılardan geçerek havalimanında özgürce dolaşmanın tadı bambaşkaymış.
Havalimanlarını sadece seyahate başlangıç noktası olarak görmemek lazım; öyle bir yaşam var ki içeride hızına yetişemiyorsunuz.
İster masaj yaptır, istersen otelde uçağın gelene kadar konakla. Tabii en önemli detay, buranın bir yemek fabrikası gibi çalışıyor olması. Limanda en çok yemek yiyen ve uyuyanlara denk geliyorsunuz.
TAV’ın işletmeciliğini yaptığı Atatürk Havalimanı’nı gezerken, Bodrum Havalimanı ihalesi yapılıyordu.
Bora İşbulan TAV İşletme Hizmetleri Genel Müdürü, çok geçmeden kendisinden haber geldi. Bodrum Havalimanı’nı ihalesini TAV’ın kazandığını söyledi.
13 LOUNGE HİZMETİ
Havalimanında öyle bir yemek tüketiliyor ki, şaştım kaldım. Her kafe her restoran ağzına kadar dolu. Fast food’cuların önünde kuyruklar uzayıp gidiyor.
Ünlü futbolcular İstanbul’a geldiklerinden kısa süre sonra, mutlaka şehrin sosyal hayatına dahil olmaya çalışıyor. İstanbul’un en gözde mekanlarında boy gösteriyorlar. Bunca zamandır takip ediyorum, özel bir kutlama dışında hiçbir futbolcu gece, eşiyle veya sevgilisiyle sosyalleşmiyor. İllaki erkek erkeğe dolaşacaklar.
İki-üç futbolcu arkadaş bir araya geliyor, yanlarında birkaç erkek daha oluyor. Güruh halinde eğlenmeyi tercih ediyorlar. Hani tanıdık olmasalar, gece kulüplerine girme şansları bile olmayacak.
KİM GİYDİRİYOR?
Geçenlerde yine böyle bir futbolcu grubuyla aynı mekandaydım. Yanımda modacı bir arkadaşım “Futbolcuları kim giydiriyor çok merak ediyorum?” diye hayıflandı.
Kim giydiriyor, ya da giydirmiyor bilmiyorum ama futbolcularda dar ötesi kıyafet giyme modası var. Bu modanın sadece kendi aralarında olduğunu söylemeden geçmeyelim. Pantolonlar bir beden küçük gibi, gömlekler de öyle. Hele bir ceket giyiyorlar ki, hani hapşursalar ceket paramparça olacak, o kadar küçük ve dar. Beyler böyle bir moda yok, bir baksanız etrafınıza anlayacaksınız.
Gecelerde Türk futbolcular olabildiğince mütevazı, hem de ne mütevazılık. Sağa sola bakmaya çekiniyorlar.
Malum ne tadımız kaldı ne de tuzumuz. Pazar pazar biraz yüzümüzde tebessüm olsun istedim.
Güldürmek, tebessüm ettirmek zor zanaat. Memlekette bizleri güldürmeyi becerenlerin sayısı bir elin beş parmağını geçmiyor.
Son altı aydır ise sosyal medyada yeni bir şovmen öne çıktı: Hakan Hepcan.
Altı ay önce kendisinden söz etmiştim. Aslında müzisyen, şarkı söylüyor. Bir süre Okan Bayülgen’in programında müzikal kimliğiyle boy gösterdi, daha sonra programla yollarını ayırdı.
Çektiği kısa videolarla sosyal medyayı kırıp geçiren bu genç adam, ünlü isimlerle kısa videolar çekiyor. Onlarla hiç olmadık şekilde karşımıza çıkıyor. Mesela Ahmet Kural’ı tokatlayabiliyor.
En son İbrahim Tatlıses’in oğlu İdo’yla çektiği videoyu tekrar tekrar izledim. Malum İdo’nun kaşları epey konuşulmuştu.
İstanbul Moda Haftası, geçen hafta başladı. Ünlü modacılarımız, arz-ı endam ederek gün boyunca defileler düzenliyor. Türk modasından hiç çakmam. Memleket giyinmek için indirim günlerini beklerken, halkın büyük bölümü pazardan ihraç fazlası ürünleri giyerken ve yabancı markalar dört bir yanımızı sarmışken, Türk modasından söz etmek tuhaf geliyor bana. Sanırım bu yüzden de Türk modası belirli bir zümrenin etrafında dönüp duruyor. Defileye gelenler de moda haftasını takip edenler de yıllardır hiç değişmiyor.
Moda haftasında eleştiriler de yükselmiyor değil: “Defileye düğüne gider gibi gidilir mi?”
Sadece birkaç kez defileye gitmiş biri olarak nasıl gidilir bilmiyorum. Ama şık gitmek lazım, kendini iyi hissetmek için. Moda haftasında modadan çok, yapılan partiler konuşuluyor. “Kimin defilesi, kıyafetleri daha iyi?” yerine, “Kimin yaptığı afterparty ilgi gördü?” “Kim geldi, kim gitti, neler yaşandı?” hakkında konuşuluyor. Moda haftası demek benim için her gün bir sürü partinin yapıldığı bir etkinlikten öteye geçmiyor nedense.
ANADOLU YAKASI’NIN YENİ RESTORANI FİLLET
Kebapçıların bir üst versiyonu olan etçiler hayatımıza girdiğinden bu yana, İstanbul’un her yerinde et
Çocukluğumun starı Erol Evgin... En çok onun şarkılarını dinleyerek büyüdüm. Uzun bir aradan sonra Evgin’i dinlemek için The Plaza Otel’deki Cento Per Cento’daydık.
Yahu hiç mi yaşlanmaz bir insan? Hiç mi enerjisini kaybetmez? Sahneye bu kadar mı hakim olur?
Cuma gecesi bizlere tam bir müzik
ziyafeti sundu, aldı götürdü bizi bambaşka yerlere.
Cem Karaca’dan da söylüyor, Sezen Aksu’dan da. Bunca yaşına rağmen neredeyse üç saat sahnede kaldı. Bir fıkralar anlattı ki, öldük gülmekten. Erol Evgin sahnede bizi mest ederken, masaya gelen deniz ürünleri ağırlıklı yemekler damağımızda iz bıraktı.
Canlı müzik performansının olduğu gecelerde fiks menü servis ediliyormuş. Yemek şahane fakat menü biraz zayıf kalmış. Benim bildiğim Erol Kaynar bu menüyü hemen zenginleştirir.
Yıllar önce açtığı Casita’yla İstanbul ahalisinin gece yarısı mantı yeme alışkanlığına sahip olmasını sağladı. Öyle ki, klasik mantının dışına çıkarak, mantıyı kızarttı; adına ‘Feraye’ dedi. Bugün ise Casita’larda bir çok mantı çeşidi servis ediliyor.
Haluk Tanrıverdi’nin sahibi olduğu Casita’lar, İstanbul’un havalı semtlerinde hizmet vermeye devam ediyor...
Casita’ları Araplar da keşfetmiş olacak ki, geçtiğimiz günlerde Kuveyt’te bir şubesi açılmış. Haluk Tanrıverdi’nin, uluslararası anlaşmalar uzmanı ve avukat olan Abide Gülel’le birlikte açtığı Casita Kuveyt sayesinde, Araplar Türk mantısıyla tanışmış oldu.
Casita’nın New York ve Dubai’de de şubeleri açılacakmış. Yemekte Avrupa’ya, çok açılamasak bile Doğu’nun bizim lezzetlerimize hayran olduğunu söylemek mümkün.
BİZİM ŞEFLER ŞİŞMAN MIDIR?
Geçen gece CNN Türk’te Mesut Yar’ın programına gözüm takıldı. Michelin yıldızlı yabancı bir şefe soruyor: “Türkiye’deki şefler çok şişman, siz film yıldızı gibisiniz!”
Konuk şef ilk defa İstanbul’a gelmiş, buradaki şefleri fizik olarak tahlil edecek bir deneyimi yok. Soruyu geçiştirdi.
Birçok yabancı marka İstanbul’da yatırım yapıyor. Ya Türkiye’den kendine bir ortak buluyor, ya da kendileri gelip işletmelerini açıyorlar. Sayıları gün geçtikçe artıyor, Laduree de bunlardan biri... Üç yıla yakın bir süredir, İstanbul’un lüks semtlerinde hizmet veriyor.
1862’de Laduree’nin bulduğu makaronlar, dünyaca ünlü. Şampanya ile çok iyi uyum sağladığı biliniyor.
Laduree’nin Abdi İpekçi Caddesi’ndeki yerine uğradık. Tam kadın mekânı! Öyle iki erkek oturup sosyalleşmeye çok uygun değil. Bizim yeğen makaron hastası olunca Laduree’de oturduk. Makaronlar seçildi, sıra içeceklere geldi...
Masadaki herkes Türk kahvesi isteyince, servis yapan arkadaş “Burada Türk kahvesi yok” dedi. Şaşkın gözlerle baktığımızı anlamış olacak ki; “Eğer çok kahve içmek istiyorsanız, Godiva’da var” dedi.
Yahu İstanbul’da bir yer açıyorsunuz ve memleketin en özel içeceğini görmezden
geliyorsunuz, olacak şey değil!
Geçtiğimiz akşam Park Fora’da Mehmet Yaşin, Ali Esad Göksel, Teoman Hünal, Kenan Erçetingöz, Müge Akgün ve Orkun Bulut’la yemekteydim. Mehmet Yaşin, kendisine gurme denilmesinden hiç hoşlanmıyor. “Bana gurme diyorlar, oysa ki ben 43 yıldır gazetecilik yapıyorum. Gurmelik diye bir meslek yok” diyerek herkese sitem ediyor.
Türkiye’nin en eski yemek yazarlarından biri olan Mehmet Yaşin’le yemek yemek büyük keyif, sohbetinin tadına doyum olmuyor. Saat sekizde başlayan yemek gece yarısı sona erdi.
ACEMİ GURME
Yemek sırasında Kenan Erçetingöz, yıllar önce gurmelerle ilk tanıştığı yurt dışı gezisindeki izlenimlerini şöyle anlatıyor:“O zamanlarda daha gurmelerin arasında çömezim. Akşam yemekte, beyaz eldivenli garsonlar yemek servisi yapıyor, her şeyin bir kuralı var. Ne yapacağını şaşırtıyorlar insana. Sabah kahvaltıda sahanda yumurta yiyorum, hepsi birden yumurta yememe müdahale etti. Yok yumurtayı böyle keseceksin, yok ağzında böyle bekleteceksin filan. Dönüş yolunda,uçakta baktım bizim ünlü gurmeler yemekleri öyle bir yiyor ki bir çırpıda bitirdiler.”
Kenan Erçetingöz’ün bu anlattıklarıyla masada uzun uzun kahkahalar atıldı.
Eee, iş başka özel hayat başka.