Memlekette seçim/ geçim derdi, şampiyonluk yarışında “uzak ara” puan farkı derken, vatandaş derbiye ilgisini kaybetmiş, yöneticiler tırsmış/susmuş, teknik direktörler takımı sürüp kulübeye saklanmış...
Futbolcular “mecburen” olaya el koydu!..
Denetimsiz güçten ne çıkar?
Orman kanunu!
***
Böyle derbi görülmedi; iki tarafın da taktiği “içinden geldiği gibi”!
Başta yabancılar (Meireles hariç), tüm futbolcular gençliğini hatırlamış olmalılar... Yerliler de onlara uydular. Mahalle arasında top peşinde koşarken yaptıkları ne varsa, tekme/tokat, kavga/gürültü, tahrik etmek, alay etmek, intikam almak, hepsi derbide.
Yüz milyonluk transfer yaparsınız, sezon sonu bir bakarsınız fos çıkar... Evrendeki en iyi teknik direktörlerden birini alırsınız, fizik/kimya/uyum derken aldığınıza pişman eder.
Futbolda “herkesi mutlu kılan, geri dönüşü olan, sonucu garantili, kalıcı, heybetli” tek harcama kalemi var... Tesis yatırımı...
Özellikle stat yapımı.
Çünkü yarısı kulüp içinse, diğer yarısı taraftara.
O taraftar ki, futbol adına şartlandiğımız “saha başarısı” olmazsa isyan edecek yegane baskı unsurudur.
Gelsin de “Yuvasını yapana” hesap sorsun bakalım!
Beşiktaş bu tarz “futbol balayı” yaşıyor işte.
“Derbide Galatasaraylı futbolcular Fenerbahçe’yi alkışlar mı”?..
“Yoksa tebrik mi eder”?..
Şu koşullar altında ve mevcut toplumsal husumet ortamında, birbirlerini ısırmasınlar yeter!
Afedersiniz ama nerede yaşıyor bu alkış isteyen beyler?
***
Üç gün önce seçim oldu, propaganda döneminde sadece küfür etmedi siyasiler. Küfürle özdeş ne varsa söylediler.
Bazen biraz daha ağır.
Güneydoğu’da terörün en zehirli günlerinde Diyarbakırlı kızlara voleybol öğretmek gibi “ütopik” bir misyon üstlenen antrenör ve akademisyen Zafer İpekçi’ye Dünya’nın en saçma sorusunu sormuştum:
“Niye bu kadar tutkulusun voleybola”?..
Soru saçmaydı ama ortam daha da saçma olduğu için kendi içinde tutarlı sayılabilirdi...
O yıllarda, o coğrafyada “etnik örgütten” kaçsan “dinci örgüte” yakalanıyordun. Sporcu kızlar şort giyemiyor, gizli gizli antrenman yapıyordu. Harcanan eforun hiçbir karşılığı olmadığı gibi ekstradan risk anlamına geliyordu.
Hem de yaşamsal risk.
Şahane bir yanıt aldım Zafer Hoca’dan:
“Arada ağ olan barışçıl bir spordur voleybol”!..
Üst üste beş deplasman, toplam beş puan... Tamam... İlk 45’de topu santraya dikip bıraksanız, kimse dokunmadan tıngır mıngır yuvarlayıp kalesine yollayacak kadar sert bir rüzgâra karşı oynadı Galatasaray...
Ama koskoca bir devrede Konya kalesini bulan tek Galatasaray şutunu da kaleci İtandje’ye rüzgâr yönlendirmedi ya!
Konya hücumu kontratağa döndüğünde Sneijder orta çizgide topla buluştu, dört Konyalı peşinde yarı sahayı geçti, bomboş ve kaleciye... Heves yok heves.
Oysa mücadele, öyle pozisyon ziyan edilecek gibi değildi.
Yabancı biri tribünden baksa, ligin sonu yaklaşırken lideri kovalayanın hangi takım olduğunu şaşırabilirdi ilk yarıda.
Geçen hafta deplasmanda Bursaspor’u yenerek morallenmiş, sert, atak ve özgüvenli Konyaspor, sahanın her noktasında basıyor, mücadele ediyordu. Daha istekliydi.
Djalma-Hleb- Kabze ve Gekas coşkusu, 4-3-1-2 dizilişiyle hücum zenginliği ancak beklerin çıkışına bağlı olan Galatasaray’ı kanatsız bırakmış, Galatasaray’a göbekten veya duran toptan başka seçenek kalmamıştı.
Ülkenin sinir sistemini perişan eden, sindirim sistemini zorlayan, akıl sağlığını bozan “suçlama” ve “hakaret” formatlı seçim atmosferinden, futbolun da etkilenmemesi düşünülemezdi elbette.
Yine de Galatasaray’dan gelen “saptama” ile dehşete düşmeyen bir tek futbol insanı yoktur.
Çünkü bu işin sonu (y)oktur.
Siyasette çabuk unutulur.
Futbolda ise bir nesil ölüp gidene kadar yakamıza yapışır kalır ve mutlaka bir kademe üstü ile intikam alınır.
Okudunuz; “taraftar ve bazı Türk futbolcular eski teknik ve idari yöneticiler tarafından tahrik ediliyormuş”!..
Madem ki modaya uydunuz, söyleyin bakalım; “tapeleri var mı”?
Kim ne derse desin, bu memlekette seçtiklerini, hatta seçtikleri tarafından atananları “en etkin, en sürekli ve en amansız şekilde denetleyen”, sandıktan sandığa değil her yanlışta tepki koyan kesim futboldadır ve adına kısaca “taraftar” denir.
Demokratik hakların dibine kadar kullanılmasına belki de tek örnektir coğrafyamızda.
Beğenmeyiz ama futbol medyası da dördüncü kuvvet olarak bu denetimde çok önemli bir paydaştır.
Yandaşı, müzmin muhalifi olmaz mı; lakin önyargılılar siyasetin yüzde biri kadardır.
Gönlünde yatan aslanı kıyasıya eleştirebilen medya mensupları ise sadece futbolda...
***
Bu ikili, unutmaz...
Açık söylüyorum, bakkaldan sigara alırken bile hesap kitap gerektiren günler yaşıyoruz maalesef.
Her şey siyasi!
Bir kere bakkalın etnik kimliği ne? Hangi partiye eğilimli? Acaba dükkan dinlenir mi?
Sonra aldığınız sigaranın markası... Amerikancı veya ulusalcı mısınız, şak diye ortaya çıkar bir pakette. Fişlenirsiniz alimallah.
Her eyleminiz bir ipucu şu günlerde...
Yemezler... Hâlâ sigara içtiğinize göre ciğerleriniz temiz, Gezi’de falan biber gazı yememişsiniz demek ki! Yoksa gaz maskesi mi taşıyorsunuz?
Kimbilir, belki de haşat olmuş ciğerlerinizin asıl sebebini gizlemek için sigara içer gibi yapıyorsunuz.