Bir ülke düşünün ki, gözü gibi kıymetli futbolu “mağdur” mu, “suçlu” mu, belli değil!..
Tamam; futbol asla sadece futbol değil... Ama bu kadarı da fazla.
“İyi” veya “kötü”yü geçtik... Ekolü/değeri falan sormak da “ölü evinde anket yapmak” kadar yersiz, saçma...
Somut evrensel hukuk terazisini dengeleyecek dara bulamıyoruz daha:
Zanlı mı, sanık mı, beraat mi etti futbol?
Bilinmiyor!
***
Futbol adına diğer ne varsa, hepsi açık ara uzakta... Olimpiyat Stadı’ndaki derbinin “ilk ve en önemli” sonucu, Fenerbahçe’nin şampiyonluğunu haykırmasıdır.
Türk hocanın ellerinde; bir!..
Başkanı zindan yollarında; iki...
Dostça, kardeşçe, saygıyla ve gururla. Az buz iş değil.
***
Derbinin ilk devresi, bir hayli rölantiydi... Tabi çok özel birkaç dakika hariç.
Beklenen, neredeyse şampiyonluğu garantileyen Fenerbahçe kaynaklı bir rehavetti ama düşük temponun esas nedeni Beşiktaş’tı...
Sıradan kelimelerle “tarihi” manşetti “Futbolda şok gözaltılar” cümlesi...
Gece kulübünde rezalet çıkaran futbolcunun emniyette sabahlaması bile spor medyası için “yılın olayı” ise, anlı şanlı kulüp yöneticilerinin içeri alınması “kategori dışıydı”.
Hele “Aralarında Aziz Yıldırım da var” bilgisi.
Ve konu; “şike”!
Çılgın haberdi vesselam!
3 Temmuz 2011 sabahı aklımdan geçeni dürüstçe yazayım o zaman:
“Sonunda yakayı ele verdiler”...
Soruya bak hizaya gel!.. Yazıklar olsun akıl edene, hesabını yapana, yanıt kağıdına böyle bir şık koyana, dile getirene, cevap verene...
Hele milyonda bir de olsa böyle bir rezilliği yapma ihtimali olan birileri varsa, onlara da milyon kere yazıklar olsun...
Diyemeyeceğiz ne yazık ki!..
Zaman böyle...
Başlıktaki soruyu soranlar haklı maalesef.
Şüphelenmekte değilse bile düşünmekte haklılar.
***
Fenerbahçe, Beşiktaş maçını beklemeden hatta Antalyaspor Saracoğlu çimenine krampon sürmeden önce şampiyonluğunu ilan etmişti Kadıköy’de!..
Resmen değil ama fiilen...
Ve şeklen...
Geçen hafta Galatasaray derbisinde 3 puan 5 adam bırakmış olması ne takımın ne de tribünlerin umurundaydı.
Hatta Fenerbahçe’nin gelmiş geçmiş en özenli davranan, en dikkatli konuşan teknik direktörü Yanal bile havaya girmişti.
Ersun Hoca, lacileri çekmiş, ilk defa tribünleri selamlıyor, alkışları kabul edip şükranlarını sunuyordu.
***
Evlat sahibi olanlar çok iyi bilir... Hele biraz haylazsa, mahduma/küçük hanıma “iyilik yapmak” dünyanın en çetin, en nankör işidir. “Ona rağmen onun için çabalamak”şeklinde özetlenecek bezdirici bir süreç...
Ayrıca, başarsanız da başaramasanız da sonuçta yanınıza kalanın “baskıcı baba” unvanı ile sınırlı kalması kuvvetle muhtemel.
Şeytan bırak ucunu der, vicdan bıraktırmaz.
***
“Yahu velet, istediğimiz ne senden?..”
Yarınını düşün, zamanını ve paranı saçıp savurma. Taşıma sulu değirmenlere esir olma.
Kime faydası var bunların?
“Çıplak gerçek” olanca müstehcenliği ile utanmadan dikilmiş karşımıza... Haline bakmadan aklımızı, algımızı, tespitlerimizi aşağılıyor.
Alay ediyor bizimle.
Dün de aynı yerdeydi, bugün de aynı, yarın da orada olacak.
Adı “büyük” her kulüp ve onun “zeyrek” yöneticileri, belli ki, başaramadıkları zaman işi gargaraya getirmekten asla vazgeçmeyecek, bu düzen böyle gidecek.
Beyefendiler kendi adamlarına toz kondurmayacaklar.
Hep başkalarını suçlayacaklar.
Sağı solu bulaştıracaklar, düşman yaratacaklar.
Lafı dolandırmadan yazayım; “Melo’yu zıvanadan çıkartan bizleriz” aslında!..
Yüksek enerjili genç zihinlerin bazılarını esir alan ve sahip oldukları bedene sevimsiz/agresif/şımarık davranışlar yaptıran enzimlerden, moleküllerden bolca mevcut Melo’da...
Halk arasında tabiri “çatlak”tır ama sonuçta kimyasal bir olaydır...
Ancak “üst düzey” bir futbolcu olarak akıl kimyasını zorlayan şeyleri mümkün olduğu kadar bastırmak, yapmadan önce birkaç defa yutkunmak zorunda.
Yoksa allameyi cihan olsa ekmek yok ona futbolda.
Daha doğrusu; “yoktu”...
Ta ki, Türkiye’ye gelene kadar!..