Eğrisi mi doğrusuna denk geldi, takımların hedefleri mi tükenmişti, rahatlık empati mi getirdi, beni hiç ilgilendirmez...
Sebepleri irdeleyip bu maçı “sıra dışı”, geleneksel nefretimizi ise “meşru ve kalıcı” ilan etmeden önce, Akhisar Fenerbahçe muhabbetini alın “futbola saygı duruşu” olarak kanlı-kavgalı stat geçmişimizde (ve muhtemelen geleceğimizde) farklı bir sayfaya yazın.
“Saygı duruşu” rakibe, şampiyon Fenerbahçe’ye, Hamza Hoca’nın üç yıllık ve beş yıldızlık Akhisar kariyerine falan değil sadece...
Onlar bahane.
Doğrudan futbola saygı duruşu.
Çünkü Fenerbahçe şampiyon geldi şampiyon gitti, Akhisar centilmen bir takımdı centilmen kaldı. Ama günahsız futbol var ya; işte o kazandı.
İki yana dizilmiş Akhisarsporlular... Alkışlıyorlar. Şampiyon sahaya çıkıyor.
Espri, şaka, takılma iyidir de... Siz olanca ciddiyetinizle “işinizi yapar havalarındayken” birileri yaptıklarınızla maytap geçiyorsa yandınız demektir!
En ağır eleştiri yöntemidir...
Yapılan iş ne kadar ciddi ise o kadar ağır gelir üstelik.
İspatı siyasetçilerin “mizah hazımsızlığı” ile belgelidir.
Galatasaray’ın yaşadığı durum aynı.
Tenkit, suçlama falan geride kaldı, resmen makara başladı.
Mesela Fenerbahçe ikinci başkanı Abdullah Kiğılı...
Bugün bayram... İşçinin ve emekçinin bayramı. Benim de tabi...
Acayip mutluyum. Çok çok umutluyum.
Ama bana bakmayın, her gün bayram bana!
Memleket teyakkuz durumunda.
Sadece sınıfsal, ekonomik veya siyasi gerekçelerle değil; bizde bayramlar, “bayramın öznesine eziyet” şeklinde sıra dışı bir kariyer yapmıştır ve her sene-i devriyede bu kariyeri rencide etmeyecek önlemler alınır!
Kurban bayramını acemi kasapların dizinde idrak eden günahsız yaratıklardan başlayın, 23 nisanlarda güneş veya yağmur altında dikilen, devlet makamlarına oturmak zorunda bırakılan çocuklara kadar gidin.
Cumhuriyet’in sorgulanmadığı bir Cumhuriyet bayramı gördünüz mü şu yüzyılda?
Fenerbahçe’nin şampiyon olması “en çok” kimleri sevindirdi desem pat diye yanıtlarsınız!..
Peki, en çok kimleri korkuttu, kimleri perişan etti?..
“Rakiplerini” mi?..
Hayır; rakipleri geçmişte şampiyon olmuştu, gelecekte de olacaklar... Futbolda var böyle durumlar.
“En çok” perişan olanları soruyorum ben... Gece kâbus görenleri!
Ve yazıyorum şimdi:
Aziz Yıldırım’ı kodese tıkmaya çalışanlar!..
Peki peki anladık... En güzel golleri sen attın, en hünerli sen çıktın, en çevik topçular sende, en marifetli hoca seninle, en büyük başkan senin, en erken şampiyonluğu sen kaptın...
Ya taraftar...
Ona söylenecek tek şey var:
“Sen neymişsin be abi”!..
Kapıdaki erkekler, tribündeki kadınlar, çocuklar, gözü kulağı Kadıköy’deki milyonların hepsi dahil bu hayrete...
***
Fenerbahçe taraftarı, sadece yeni bir şampiyonluk kupasına değil, “en-boy-yükseklik - zaman” ötesi, “beşinci boyuta” sahiptir artık.
Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım, Fenerbahçe teknik direktörü Ersun Yanal’ın “akıbetine” çoktan karar vermiştir aslında...
Taa, Sivasspor maçında belki de.
Lakin hocaya “sıcak” veya “soğuk” bakmakla bitmiyor iş.
Bitemiyor...
Yanal, Fenerbahçe’ye gelirken sahip olduğu apoletleriyle kalmış olsa, kolay: “Devam” desen sahip çıkıyor olursun; “istikrar”dan “vefa”ya pek çok hasletin abartılıp alkış alır...
“Tamam”desen “yeni yatırımlar peşinde” diye sunulursun ki, kitleler Yanal’a “ex kral” muamelesi yapar, yeni kralın tacında boncuk arar!..
Her türlü “helal olsun Fenerbahçe Yönetimi’ne” mecburi yöndür...
Anıtkabir’deki çocuk “niye hâlâ uyanmıyor” diye ağlar tabi... 19. Yüzyıl’da doğan, 20. Yüzyıl’da bize bir vatan kuran, 21. Yüzyıl’da hâlâ dehasını, iradesini, öğretilerini ve öngörüsünü tam kavrayamadığımız Atatürk gibi atayı nerede bulacak.
Çocuk işte; “katlanamaz” her şeye bizim gibi!
***
“Madem ki bayramı armağan etti, uyansın, o da olsun, tam tadını çıkaralım”.
Egoist olma küçük kız... O zaman Ankara Gölbaşı’daki Atatürk heykelini nasıl yakacak birileri?
Bezli benzinli kibritli heykel sabotajını bilmediğine göre, hasret ve sevgiyle ağlıyordu ufaklık.
Bir elinde bayrak, öbür eli ailesinde, minik kalbi pıt pıt atarak, hıçkırıkları en büyük kabre.
Bizde var olan kemikleşmiş sorunlar, trajik bir olay meydana gelmeden gündem olup çözüm aranmaz kolay kolay!..
Duvara çarpmak lazım...
Ya da Ankara’daki otobüsler gibi kafa kafaya.
O çarpma sırasında ölüm kalım olmazsa, zarar ziyan telafi edilir ölçekteyse, dilimizde değilse bile zihinlerimizin derinliklerinde gezinip durur düşünmekten bile utandığımız karar:
“Bu rezalet hayırlara vesile oldu”!..
Atasözümüz bile mevcuttur bu gibi durumlar için:
“Bir musibet bin nasihatten iyidir” mesela.