Onu bunu bilmem; “Türk Futbol Camiası” Soma felaketi ardından muhteşem bir duruş sergilemiş, bu ülkenin insan kalitesi, insan sevgisi ve gerektiği zaman nasıl kenetlenebileceği konusunda “atalara yakışan” bir örnek vermiştir.
Soma gibi yeryüzünün en büyük maden faciası ardından bile siyasi saflara ayrışıp “bölünebilme kabiliyeti gösteren” Türkiye konjonktüründe, az buz iş değildir “fıtratında” rekabet yatan bir camianın kenetlenmesi.
Dikkate alın lütfen...
Bunu, yüzlerce emekçinin toprak altında kaldığı ilk günden itibaren kulüplere, yönetimlere, futbolculara, tüm futbol camiasına çok sert yazılar yazan, “ne bekliyorsunuz” diye bas bas bağıran bir basın emekçisi olarak, gururla “itiraf” ediyorum.
Şehit veya gazi, Soma’dan karalara bulanmış ama alnı ak çıkanlardan hiçbir farkı yoktur futbolumuzun.
***
Açıkçası korkmuştum!..
Bize ne söylüyorsun be adam... Linyit’e dilekçe yaz, karbonmonoksite rüşvet ver, kadere torpil koy!..
Maden sahibine göre, kabahat “zamanlama”daymış... “Soma’daki kaza üç ay sonra olsa” böylesine ağır kayıplar yaşanmazmış!
Onu bilemem...
Takdir senin... Lakin bu işin planlayıcılarından biri olarak “üç ay” sonra değil de “önceye alsaydın” tarihi; yüreğimiz ve Soma üç ay önce yansaydı...
Adım gibi biliyorum ki...
Bu lig bitmezdi.
Ne oynayacak adam bulabilirdiniz, ne yönetecek hoca ne yazacak gazeteci... Futbola düşünecek yönetici de kalmazdı, futbolu izleyecek, merak edecek kişi de.
Gençten ufak tefek bir kadın... Elinde vesikalık irisi eprimiş/islenmiş fotoğrafla katıla katıla ağlıyordu.
Tadılacak, dokunulacak kadar somutlaşmış acının nefes aralarında, yer altındaki işyerini geçici mezar yapmış “kocasına, kendine ve doğmamış çocuğuna” yanarak, kahrolarak, kahrederek, bizimle paylaşıyordu büyük trajediyi katmerleyen kişisel dramını.
Belki de “müjdeyi” henüz kocası bilmeden!
“Bir buçuk aylık hamileyim ben”!..
Mikrofonu tutan, “eşinizin adını da söyleyin belki bulunmasına yardımı olur” dediği an, genç kadının suratından geçen saliselik “umut yalazını” kalan ömrümde unutamam.
Göz kırpma kadar kısa süre... Yandı söndü gözleri:
“Niyazi Bayram”.
Size de olur mu bilmem... Her faciada, acının yanı sıra derin bir suçluluk duygusu kaplar benim yüreğimi!
El ele... Aynı anda.
Hangisi galebe çalar kestiremem.
Deprem olur, demir ve çimentodan çalan
müteahhit gibi
hissederim kendimi.
Kaza olur, sanki hemzemin geçidi açık bırakan ve işçileri trenin altına yollayan sorumsuz benim.
Fenerbahçe ayarında bir toplumsal fenomenden, Kuzey Kore lideri Kim Jong-Un’un doğum günü gibi “canlı heykellerin emirle coşup emirle sustuğu” şampiyonluk kutlaması bekleyemezdik tabi.
Eşyanın tabiatına aykırıydı.
Dayatmaya direnen, sahiplendiğini sonuna kadar savunan, mücadeleden asla vazgeçmeyen “yarı çılgın” Fenerbahçe’ye, Frederico Fellini filmlerinin “disiplinli kaosu”, “sistemli başıbozukluğu” ve hayal sınırlarını zorlayan “tiplemeler” ile coşmak daha uygundu.
***
Aynen öyle oldu...
Kangal köpeğinden, “paralı köpeklerine” kadar aynen...
En profesyonel en masum çocukla el ele... Duygulanıp ağlayanla nefretten gözleri yaşaran aynı statta...
İnadına mı yapıyorsun Karabüklü kardeşim?.. Gıcıklığına mı?.. Ortalık yangın yeri... Spor şiddeti çimeni yemiş bitirmiş, sıra parkelere, kulvarlara, hatta insanlara gelmiş...
Nereden çıktı şimdi alın terine hürmet.
Şampiyona saygı.
Centilmenlik mi, romantizm mi, tahrik mi; nedir bu yaptığın?
Akhisarlılardan sonra Karabüklüler de sahaya çıkarken “alkış tüneli” kurdu Fenerbahçelilere; iyi mi?
İddiaya girerim; “Akhisarspor’a uğurlu geldiği için tekrarladı Karabükspor” diye yazacaktır birileri!
Birileri de fena halde tahrik olacaktır, Karabükspor’u bir kenara yazacaktır.
Çaresizliğe bakın!.. Fenerbahçe ve Galatasaray özelinden spor geneline yorum yapmak zorundayım; lakin konuyu açmaya mani oluyor hicabım...
Kin, nefret, saldırı.
Ağır laflar, büyük ithamlar, yok saymalar.
Küfür, bela ve zıvanadan çıkmış kalabalıklar...
Çıldırmış insanlar.
Çılgın kulüpler.
Kestirme yolu var mı bu cinnetin sebebini / tetikleyicisini / azmettiricisini bulmanın?
Fenerbahçe’nin Emre’si... Galatasaray’ın Melo’su. Al birini vur öbürüne.
Onlara değil... Böyle futbol kişiliklerinin özgürce icra-i sanat eylediği futbol ortamını nasıl edindik; ona yanarım ben.
Açık söylüyorum; ikisi de “ekmek yediği kaba tüküren” cinsler.
Sayayım “kapları”:
Birincisi kulüpler...
***
Bakınız, Fenerbahçe’nin imajı 3 Temmuz sürecinde bile Emre’nin saldırganlığı ile bozulduğu kadar yerlerde sürünmedi.